Gazeteci Beritan Sarya, Suriye’de Türkiye ile İsrail arasındaki bilek güreşini gazetemize değerlendirdi:
Türkiye İsrail ile hegemonya yarışına girişiyor Suriye’de. İsrail, Ortadoğu’nun kendine göre dizayn edilmesini istiyor. Türkiye de Suriye’yi kendi sömürgesi olarak görüyor. Türkiye Amerika’yı devreye koymaya çalışıyor. Yine de İsrail, Türkiye ile çatışabilir
Hüseyin Kalkan
Gelişmelerin kronolojisi Suriye’de İsrail-Türkiye arasında yaşanan gerilimin Türkiye tarafından Beyaz Saray’a taşındığını gösteriyor. ABD Başkanı Donal Trump, Benyamin Netanyahu’yu davet etti ve gerilimi düşürmeye çalıştı. Belki de Trump, Türkiye’yi Suriye’de üs kurmaktan vazgeçirmiştir. Bunu önümüzdeki günlerde öğreneceğiz. Netanyahu’nun ziyaretinden önce Hakan Fidan’ın üç kez ABD Dışişleri Bakanı ile görüştüğü ve Suriye’deki gerilimi konuştuğu basına yansıdı. Beritan Sarya, Suriye’de yaşanan üs gerilimini şöyle değerlendiriyor: “Aralık ayından itibaren Türkiye’nin Suriye’de üs kurmak istediği tartışılıyor. Daha çok o bölgelerde katliamla Alevileri oradan uzaklaştırmak, oranın demografisini değiştirmek, üslenme planlarını geliştirmek, hem mevcut durumda Suriye’nin genelinde inisiyatif almak, hem olası bir Kıbrıs müdahalesi için tam Kıbrıs’a paralel orada üs kurmak. Zaten Türkiye’nin üs kurmak istediği yerin bazıları Suriye’nin hemen ortasına diyebileceğimiz o Palmira ve Humus, Hama’da. Suriye’nin geneli ve hatta İsrail’e kadar kendi eylemlerini geliştirebilmek açısından Türkiye’nin bu üslere ihtiyacı var. İsrail buna izin verir mi? Ben İsrail’in, Türkiye’nin burada üs kurmasına izin vereceğini düşünmüyorum. Zaten 25 Mart’ta Palmira’daki üssü hedef almışlardı. Sonrasında da yine parça parça diğer bölgeleri hedef almaları durumu oldu. Ama özellikle 2 Mart’ta Hama’daki askeri havaalanını vurdular. Suriye’nin en büyük havaalanı olduğu söyleniyor. Türkiye orada üs kurmak istiyordu. Humus’ta T4 askeri havaalanını vuruldu. Orayı 2-3 Nisan’da vurdular. Orası da yine Türkiye’nin üslenmek istediği bölgeydi. Şam’da bazı askeri tesisler vuruldu.”
Türkiye’nin üs acelesi
Türkiye’nin üs kurmakta acele ettiğini belirten Sarya, Ahmet El Şara’nın Şam’da yönetime geldikten hemen sonra üs meselesinin gündeme getirildiğini belirtiyor. Sarya, şunları ekliyor: “Yönetim değişikliğinden hemen sonra, Türk yetkililer Şam’ı ziyareti, Genelkurmay Başkanı’nın açıklaması vs. bunun gösteriyordu. Hatırlarsak aralık ayında Türkiye’nin Hama ve Humus’ta üs kurmak istediği yazılıyordu. Lazkiye’de keza öyle. Mesela Hakan Fidan’ın Şam’a ilk gidişinin ardından özellikle Humus çevresinde de, sahil hattında Alevi katliamı biraz daha hız kazandı. Ben baştan bu yana bu mevcut Alevi katliamının bu üs kurma meselesinden bağımsız olmadığını düşünüyorum. Eldeki veriler de bunu gösteriyor. Şimdi de mesela Lazkiye’deki deniz üssünü kendileri için üs yapmak istiyorlar. Üç havaalanı var, oralarda da üs yapmak istiyorlar. Yani Türkiye bu konuda İsrail ile bir hegemonya yarışına girişiyor. İsrail de Ortadoğu’nun kendine göre dizayn edilmesini istiyor. Türkiye de Suriye’yi kendi sömürgesi olarak görüyor. İnisiyatifini daha da genişletmek, daha çok bölge kazanmak istiyor. Türkiye’nin Suriye’de kurmak istediği üsler tam Suriye’nin ortasında. İsrail açısından buraya dönüş, planlarını etkileyecek. İsrail’i fiziksel olarak etkileyebilecek herhangi bir saldırı buradan da gelişebilir. Türkiye, aynı zamanda Rojava, Kürdistan, Kuzey ve Doğu Suriye’yi de daha rahat hedef alabilmek için, daha tehdit altında tutabilmek için bu planı geliştiriyor. Minek Hava Üssü’nü tamir etmeye, orada tekrardan bir üs oluşturmaya çalıştıkları bilgisi yansımıştı. Özellikle o sahil bölgesinde de belgeler açığa çıktı. Şu anda mevcut yönetime bağlı güçler oralara defalarca operasyona gönderildi.”
Sıcak çatışma olabilir
Beritan Sarya’ya göre Suriye’deki bu gerilim İsrail ve Türkiye’yi sıcak çatışma noktasına taşıyabilir. Sarya, bunun neden mümkün olduğunu anlatmak için biraz geriye gidiyor: “İsrail’de birçok çevre 7 Ekim’deki Hamas’ın saldırılarında da Türkiye’nin rolü olduğunu düşünüyor. Bu olayı böyle okuyor. Hamas militanları üzerinde yakalanan bazı cephanelerin Türkiye’den geldiği daha önce açıklanmıştı. Bugün İsrail, nerdeyse Hamas’ı bitirme noktasına getirdi. Aynı şekilde Hizbullah’ı da neredeyse bitme aşamasına getirdi. Hizbullah ile de Türkiye ilişkilendiriliyor. Türkiye’nin Hizbullah’a cephane desteğinde bulunduğuna inanılıyor. Suriye’den bakıldığında bunlar böyle birer polemikten ibaret değil. Bu nedenlerden dolayı karşı karşıya da gelebilirler. Türkiye bunun farkından ve İsrail ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Amerika’yı da devreye koymaya çalışıyor bu konuda. Her şeye rağmen İsrail, Türkiye ile çatışabilir.”
HTŞ, Suriye ve Alevi katliamı
HTŞ’nin Suriye’de çok sınırlı bir tabanının olduğunu söyleyen Sarya, HTŞ’nin Türkiye planıyla ve uluslararası icazetlerle iktidara geldiğini söylüyor. Sarya, HTŞ’yi iktidara taşıyan gelişmeleri şöyle özetliyor: “Suriye İç Savaşı başladıktan kısa sonra İran sahaya girdi. Rusya 2014’ten beri sahadaydı. Bu ikisi de Suriye’de inisiyatifi kaybetti. İran hemen hemen tümden sahadan silindi. Ruslar tümden çıkmasalar da büyük güç kaybettiler, yani onlar da inisiyatifi kaybettiler. Şimdi Hmeymim tarafında varlar ama böyle çok ciddi bir etkileri yok Suriye üzerinde. Yani 61 yıllık bir rejim olan Baas rejimi çöktü. Ama HTŞ seçimle ya da halk onayıyla ya da gerçekten bir devrimle iş başına gelmedi. Bir Türkiye planıyla, uluslararası icazetle Şam’a kadar gittiler. Karşılarında duran bir güç de olmadı. İran güçleri savaşmadı, Rusya savaşmadı. Esad, nasıl bıraktı gitti, ordu nasıl çekildi belirsiz. Ordu, HTŞ karşısında savaşmadı. HTŞ, 27 Kasım’da harekete geçti. 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçirdiler. O günden bu yana Alevi katliamı sürüyor. 6-10 Mart’a kadar biraz daha parçalı, biraz daha düşük bir katliamdı bu. Humus’ta özellikle rejim kalıntıları diyerek, eskiden rejimde görev almış kişilerin orada olduğunu iddia ederek Alevi köylerine üst üste defalarca operasyonlar yaptılar. Burada katledilen insanlar oldu. Hama’da yine öyle oldu. Evet, bunların bir kesimi belki eskiden rejim askerleri olmuş kişilerdi. Sonra silahlarını HTŞ ile anlaşıp teslim ettiler. Buna rağmen operasyona uğradılar. Şimdi 61 yıllık bir rejimin çökmesi de önemli bir gelişme. Suriye’de kurulan yapıyı ben hükümet olarak adlandırma taraftarı değilim. Çünkü devrimle de gelmedi, seçim de yapmadı. Tamamıyla askeri darbe yöntemi ile geldi. Suriye halklarının hükümeti, Suriye’nin hükümeti değil, Suriye’deki kadınların benimsediği bir hükümet falan değil. Bu yönetim başından bu yana halkların, kadınların iradesi olmadı. Tekçi, cinsiyetçi, milliyetçi ve aslında cihatçı ağırlıklı bir yönetim. Kendi kendini devlet başkanı ilan etmiş, kendi kendini hükümet ilan etmiş bir yapı.”
Halep’te eş başkanlık yürürlükte
Halep’in iki Kürt mahallesinde Şam yönetimiyle bir anlaşma imzalandı ve DSG burada çekildi. Beritan Sarya, bu anlaşma ile ilgili gelişmeleri şöyle özetliyor: “ Şexmaksûd ve Eşrefiye Halep’te iki Kürt mahallesi. Büyük çoğunluk Efrînli ve Kobanêli Kürtler. Şu an zaten nüfusu 800 bini bulmuş durumda. Orada yaşayan Araplar da var, Hıristiyan ve Müslüman Araplar, bazı Ermeni, Süryani aileler de var. Esad yönetimi döneminde etrafı tümden kuşatılmıştı. Birçok defa sert ambargolar uygulandı. Akaryakıt girmiyordu, gıda ambargosu uygulanıyordu, yiyecek-içeçek sıkıntısı çekiliyordu, ilaç sıkıntıları çekiliyordu. Rejim devrildikten sonra bu durum biraz gevşedi diyebiliriz. Bu defa da Şexmaksûd ve Eşrefiye Türkiye’ye bağlı çetelerin çemberinde kaldı. Anlaşma ile bu çember de sona ermiş oldu. Halep önemli bir anlaşmadır. Eşrefiye ve Şexmaksûd meclislerinin sistemi eş başkanlıktır. Halep anlaşmasınıda eş başkanların imzası var. Bu önemli bir şey. Ama şunu da ben belirteyim. Eşrefiye ve Şexmaksûd organik olarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk yönetimine bağlı değildir. Onlar 2012’den bu yana kendi meclislerini ilan ettiler. Ama Rojava devrimiyle uyumlular. Sürekli ilişki içerisindeler. Demokratik özerk yönetimle de. Demokratik özerk yönetim, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi onları her şekilde destekledi. Zaten Rojava halklarıdır orada yaşayanlar.”
Bütün Suriye için model
Sarya, Suriye’de ayakta kalan tek yönetim modelinin Kuzey Doğu Suriye özerk modeli olduğunu belirtiyor. Bunun bütün Suriye için uygulanabilinir bir model olduğunu belirtiyor ve şunları ekliyor: “Şu anda Suriye’deki meşhur tek askeri güç DSG’dir. DSG bileşenleridir. Uluslararası toplumda tanınan DSG’dır. Doğru bir modeldir. Mesela halkların, kadınların, etnik, din, inanç topluluklarının kendisi olma yöntemleriyle birbirine bağlı askeri bir çatıdır. Suriye halklarına, Suriye gerçeğine en uygun model DSG modelidir, savunma konusunda da. Yani mesela DSG halklardan, kadınlardan, inanç topluluklarından hepsinin güçleri yer alıyor. Birlikte kendini savunma, ülkenin genelinde koruma hem de kendi halklarının geleceğini koruma. Dürzilerin ya da yine Alevilerin neden DSG içerisinde yer alacak birimleri olmasın. Onların da örgütlenmeleri gerekiyor aslında DSG ile birlikte. Örgütlenmeleri gerekiyor. Mevcut yönetim hem mücadele hem de mevcut yönetimle diyalog içerisinde olmak gerekiyor. Yani mevcut yönetimle diyalog kadar mücadele de gerekiyor. Burada özellikle bölge aslında çok büyük bir mücadele içerisinde. Mevcut Şam yönetimiyle ona karşı çok büyük bir mücadele de yürütüyor toplumsal boyutuyla. Bu anlamda bu örgütlülüğü daha da güçlendirmek, güç haline getirmek gerekir. Eğer mesela 10 Mart’taki anlaşma, ileride çok daha büyük anlaşmalara evrilecekse, altı doldurulacaksa bu temelde yani DSG kendi özelliklerini koruyarak bu devlete entegre olabilir. Ve bu temelde de zaten o devletin yapısı değişmiş olur. Demokratikleşmiş olur. Ama gelecek saldırılara karşı hazırlıklı olkam gerek, süreç nereye edilecek çok belli değil. Çok büyük provokasyonlar da var, saldırılar da var, gelecekte de olur, olabilir. İlerisi için de gerçekten demokratik bir Suriye kurabilmek için şimdiden bunu örgütlemek gerekir. Belki şu ana kadar çoktan örgütlenmeliydi de.”
Halklar ve kadınlar için…
Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile Suriye’deki sorunları da şiddet sarmalından çıkarıp diyalog ve siyaset düzeyine taşıyacağını belirten Beritan Sarya, Öcalan’ın çağrısının Suriye’deki yankılarına dair şunları belirtiyor: “Önce Kuzey ve Doğu Suriye halkları, başta Kürtler olmak üzere ama Arapların da önemli bir kesimi, diğer halklardan insanlar da Önder Öcalan’ın siyasi öngörülerine, projelerine, önderlik gerçeğine, tüm adımlarını halklar ve kadınlar için attığına inanıyor. Suriye toplumu, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının şiddeti çok derinden yaşadığı biliniyor. 3. Dünya Savaşı’nın geldiği düzey belli. Gazze’de savaş, Suriye’de zaten 14 yıldır süren bir savaş gerçeği var. Gerçekten savaştan yorulmuş, birçok şeyini kaybetmiş halk gerçeği var. Her ne kadar Kuzey ve Doğu Suriye’de mevcut savunma savaşı ve Önder Öcalan’ın projeleri dolayısıyla belli kazanımlar elde edildiyse de, sürekli savaş koşullarını yaşayan halklar var burada.
Öncelikle Önder Öcalan, sorunu şiddet sarmalından çıkarıp, demokratik diyalog yoluyla çözmek istiyor. Halklara ve kadınlara nefes aldırmayı hedeflediği anlaşıldı diyebilirim. Çünkü çatışma ortamlarında en büyük zararı gerçekten halklar, başta ezilen halklar ve kadınlar görüyor. Bu noktada Önder Öcalan’ın çağrısına Türk Devleti’nin de yanıt vermesi ve bir sürecin gelişmesi, Önder Öcalan’ın inisiyatif alması durumu var. Gelişmelerin aslında Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’yi hatta sonrasında Suriye ve Ortadoğu’yu de rahatlatacağı bilinci toplumun önemli kesiminde hakim. Suriye’deki savaşın çok daha büyük bir iç savaşa dönüşmemesi, çok daha büyük kırımların yaşanmaması için diyalog önemli. Önder Öcalan’ın çağrısı Özerk yönetimin izlediği çizginin de doğru olduğunu gösterdi. Bu anlamda özerk yönetimin çizgisi Önden Öcalan’ın çağrısı ile uyumlu.”