HDK eş sözcüsü Meral Danış Beştaş ile konuştuk:
İktidarın bu yaklaşımına göre hâkim kendi odasında tutuklu, göz hapsinde. Biz kendi evimizde, sokağımızda, mahallemizde, göz hapsindeyiz ya da açık ceza evindeyiz. İş insanları konuşurken artık özgür değil
Pazar Söyleşisi / Nezahat Doğan
Sancılı, zor, akıl yürütemediğimiz dönemlerden geçiyoruz. Her sabah yeni bir güne “bu da mı oldu?” sorusunu sorarak başlıyoruz. Kürt illerinde kayyımlar, gözaltılar, müdahaleler, batıda kent uzlaşısına, HDK’ye operasyon ve soruşturmalarla karşılaşıyoruz. HDK’ya yönelik operasyon sonrası sendikacı akademisyen, siyasetçi ve gazeteci, on yıl öncesine giden suçlamalarla 30’u tutuklanıyor, 13’üne ev hapsi veriliyor. Sermayenin lokomotifi TÜSİAD başkanı “sistem çöktü” deyince polis eşliğinde sorguya götürülüyor. Toplumda barış ve demokratikleşmesi umudu yükselirken; Kürt sorununun çözümü noktasında İmralı’dan gelecek mesaj beklenirken tüm bu yaşananlar akıllara “neler oluyor?” sorusunu getiriyor. Bu baskı sarmalıyla ne yapılmak isteniyor? Ne amaçlanıyor? Devlet Bahçeli’nin başlattığı sürece dair somut bir açıklama yapmaktan kaçınan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert dili ve söylemleri “Cumhur İttifakı ortakları arasında bir görüş farkı mı var?” sorusunu da ortaya çıkarıyor. Tüm bu yaşananlarla, barış talebinin toplumsallaşmasının önüne geçmek, Kürtlerle yan yana gelişin engellenmesi mi hedefleniyor? Muhalefetinin birleşmesinin ve demokratik taleplerin güçlenmesinin önü mü kesilmek isteniyor? Ve elbette neden HDK hedefe oturtuldu? Bütün bu soruların yanıtlarını HDK eş sözcüsü Meral Danış Beştaş ile konuştuk.
- Gözaltına alınan 54 kişiden 30’u tutuklandı ve 13 kişiye ev hapsi verildi. HDK neden hedefte?
HDK toplumsal muhalefetin önemli bir kesimini içinde barındırıyor. Çok bileşenli bir yapı ve son üç buçuk aydır barış çalışmaları yürüttük. Barışı inşa çalışmalarına ağırlık verdik, 1 milyon imza kampanyası başlattık, ardından 500’ü aşkın davetlinin katıldığı uluslararası bir konferans yaptık ve çok büyük bir ilgi gördü. Çok önemli tartışmalar yaşandı.
- Bu operasyonla barışın tartışılması engellenmek mi istemiyor?
Hakikaten zamanlaması çok manidar. Neticede biliyorsunuz İmralı’da iki görüşme yapıldı. Üçüncü görüşmenin yapılması gündemde. Bu ay içinde barış konusunda bir çağrı bekleniyor. Kendi örgütü de bunu desteklediğini, yani bu çağrının arkasında duracağını ilan etti. Operasyonların böyle bir zamanda olması tabii ki kamuoyunda bu soruları artırıyor. Bu operasyonlar demokratik, toplumsal muhalefeti de bir bütün olarak baskı altına almak, domine etmek, gözdağı vermek ve “barışın çerçevesini bizim istediğimiz tarzda konuşabilirsiniz,” demek anlamına da geliyor. İktidar genel olarak, muhalefet edilecekse de, söz kurulacaksa da barış olacaksa da bu benim çizdiğim sınırlar içinde olmalı demek istiyor.
- Devlet aklı bir tarafta Kürt sorununun çözümüne ve barışa yönelik bir adım atarken İktidar içinde barışı ve çözümü istemeyen bir yapı mı var?
Bu barış söyleminin ve görüşmelerin devlet aygıtından ve iktidardan bağımsız olmadığı görüşündeyim. Çünkü neticede çok uzun yıllardır AKP iktidarda ve son yıllarda da Cumhur İttifakı olarak yoluna devam ediyor. Arada şüphesiz bazı ayrık noktalar olabilir, tartışmalar olabilir ama esasta bir görüş ayrılığı olduğu kanaatinde değilim.
- Devlet aklı ile iktidar ortakları arasında olabilecek ayrık noktalardan mı söz ediyorsunuz?
Mesela kayyımlarda ya da HDK’ye, demokratik kamuoyuna yönelik operasyonlarda bir ayrılık olabilir. Çünkü iş TÜSİAD’a kadar vardı. Bunun daha çok devlet değil de iktidar aklı olduğu kanaatindeyim. Çünkü mesela Devlet Bahçeli çok daha büyük bir netlikte konuşuyor. Barışın kaybedeni olmaz diyor. Biz de aynı yerde duruyoruz. Biz bunu yeni söylemiyoruz ama onlar yeni söylüyorlar. Biz çok uzun yıllardır demokratik siyaset zemininde bu meselenin çözümü gerektiğini savunuyoruz. Biz Bahçeli bu çağrıyı yapmasaydı, bu görüşmeler olmasaydı da yine barışı ve siyaset zemininde çözümü savunmaya devam edecektik. Bir yıl önce de yine tecride karşı sesini yükselten, görüşmelerin yapılmasını savunan, barışın tek yol olduğunu, barışın tesis edilmesi gerektiğini savunan hep biz olduk. Bu nedenle şimdi vazgeçmemiz için hiçbir sebep yok. Yani iktidar baskı uyguluyor diye, iktidar kayyum atıyor diye, iktidar gözaltı operasyonu yapıyor diye biz vallahi vazgeçmeyiz.
- Devlet Bahçeli somut ifadelerle süreci başlattı ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan somut bir adım ve ifade ortaya koymadı. Üstelik Kayyımlar ve kent uzlaşısına, HDK’ye, TÜSİAD’a varan operasyonlar söz konusu. Erdoğan’ın sert söylemi ve bu operasyonlar çözümü tıkamıyor mu?
Çözümü tıkaması anlamında çokça eleştiri yapabiliriz. Bunun güveni sarstığını da görüyoruz. Bu konuda samimiyet de sorgulanıyor; biz de sorguluyoruz ve halk da soruyor. Biz birçok ilde çok sayıda barış buluşmaları yaptık ve devam ediyoruz. Konferansta da bu durum bir tartışma konusuydu. Ama barış kendiliğinden gelen bir şey değildir. Egemenler “ben barıştım, bütün yasaları değiştirdim, şu adımları atıyorum,” demez. Bu konuda bir talep, bir muhalefet, bir toplumsal dinamizm olması; bunun bir toplumsal talebe ve rızaya dönüşmesi, bu konuda bir mücadele olması gerekir. Mücadele dediğim, sosyal medyada, basında, halkla bir araya gelerek, mahallede, ama sokakta, mitinginde ses vermek, itiraz etmek, talep etmek anlamına geliyor. Diğer tarafta iktidarın şu anda uyguladığı politikalar artık toplumsal rıza üretemiyor. Çünkü yurttaşların önemli bir çoğunluğu açlık ve yoksullukla boğuşuyor. İktidar çok uzun yıllardır toplumu ayrıştırma, düşmanlaştırma üzerinden bir politik hat izliyor. Mesela biz mecliste yapmış olduğumuz konuşmalarda sayısız defa Kürt düşmanlığı üzerine bir politikanın tespitini yaptık. Sadece Türkiye’de değil, uluslararası zeminde de Kürtlerin hak kazanımına dönük ya da olası olumlu gelişmelere dair Türkiye hep olumsuz bir yerde durdu. Toplumsal barışın tesis edilmesi noktasında atılacak adımların bu siyasetini zayıflatma ihtimali olduğunu da görüyor olabilir.
- Peki amaç ne?
Bence en büyük amaçlardan bir tanesi toplumsal muhalefeti dağıtmak; muhalefetin yan yana duruşunu engellemek, parçalamak. Kent uzlaşısından HDK operasyonuna, tutuklamalara, TÜSİAD’a, işçi sendikaları başkanlarının tutuklanmasına kadar tüm yapılanlar parçalama temelli bu yaklaşımı ortaya koyuyor. Çünkü yan yana gelişler iktidarlarının devamını engelleyebilir gibi bir yerden yaklaşıyorlar diye okuyorum.
- Devlet Bahçeli ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın amacı farklı mı yoksa aynı mı?
Bu soruya kesin bir yanıt vermek tabii ki olanaklı değil. Sadece yorumlayabiliriz. Bence kesin ayrılıklar yok aralarında. Devlet Bahçeli’nin Türkiye siyasetindeki sözlerinin, taleplerinin, Cumhur İttifakı içindeki ağırlığının hepimiz farkındayız. Sonuçta bugüne kadar söylediklerinin bir karşılığı oluştu. Şüphesiz ayrıntılarda farklılık vardır ve olabilir ve normaldir de. Ama esaslı bir ayrışma olmadığını, belki bu konuda bir rol bölüşümü olduğu kanaatindeyim. Çünkü neticede görüşüyorlar ve ittifak devam ediyor. Mecliste de aynı tutumda ve zeminde bulunmaya devam ediyorlar. Birbirlerine karşı olumsuz bir yaklaşımlarını gözlemlemedik. Ama elbette birbirlerinin attıkları adımlardan rahatsızlıklar doğabilir. Fakat bunu yine kendi aralarında konuşup çözmeyi tercih ediyorlar görüntüsü var. Bunu dışarıya çok yansıtmıyorlar.
- Bir tarafta barış konuşulup Abdullah Öcalan’dan çağrı beklenirken, diğer tarafta HDK’ne STK’lara ve muhaliflere karşı bir kriminalize etme hali mi var? Bu duruma karşı nasıl bir tutum almak gerekiyor?
Bence burada asıl bizlere düşen rol önemli. Bu çelişkileri, bu tabloyu yorumlamak, tartışmak tabii ki önemli ve doğaldır. Kamuoyunun, basının, düşünen yazan çizen herkesin bu konuda düşünmesi gerekiyor tabii ki. Ama bence asıl önemli olan bu tartışmayla birlikte barışı nasıl ilerletebiliriz meselesidir. Yani demokrasi ve barışı bir araya nasıl getireceğiz? Asıl mesele burada. Çünkü ne barış demokrasiden bağımsız ne de demokrasi barıştan bağımsız düşünülemez. Sonuçta yaşanan şiddet, çatışma ve her şey bir sonuçtur ve bu sonuca sebep olan meselelerin çözüm noktası da demokrasidir. Barış, uluslararası anlamda negatif ve pozitif barış diye iki ayrı anlamda tanımlanır. Negatif barış şiddetin durması, silahların susmasıdır. Ama pozitif barış toplumun, halkların, herkesin taleplerinin karşılığını almasıdır. Şu anda binlerce, on binlerce insan siyasi düşüncelerinden dolayı cezaevinde tutuluyor, hasta mahpuslar ölümü bekliyor. Yargının içi ve görüntüsü ortada; yargı, iktidarın politikalarını yürütmede maalesef bir araç haline gelmiş vaziyette. Bunlara benzer birçok başlık var ve bunların demokratik yönde değişmesi gerekiyor. Bu da mücadelesiz olmaz. Bu çelişki olsun ya da olmasın, biz her halükârda barış talebini yükseltmeliyiz. Yani bu sadece iktidara ve iktidarın ortağına, MHP ve AKP’ye bırakılamaz zaten. Çünkü burada muhatap hepimiziz; bütün toplum, bütün Türkiye yurttaşları ve bütün demokratik dinamikler…
- Barış talebini birçok kesimi de bir araya getirerek toplumsallaştırdığınız için mi hedefe oturdunuz? Gözaltına alınanlara ilişkin suçlamalar on yıl öncesine kadar da gidiyor ve genişletiliyor. Nedir dosyadaki ayrıntılar?
Tabii bu dosyaya yansımadı. Barış söyleminin sorulduğu, yargılandığı böyle bir motto yok. Bir kere soruşturma çok eskiye, 2012 -2013-2014 yıllarına dayanıyor. Sorulan sorulara baktım, hakikaten vahim. Mesela gözaltındaki bir arkadaşa sadece “Katıldınız mı?” diye Gezi sorulmuş. HDK ile ilgili bir soru yok. 2012 -2013 yıllarında yapılan, onların FETÖ diye ifade ettikleri Fethullahçıların yaptığı dinlemeler sorulmuş. Burada bir kere zaman aşımı var. Bir ikincisi o dinleme kararı veren hâkim ve savcıların tamamı zaten şu anda yoklar ve suçlu ilan edildiler. Soruşturma oraya dayanıyor. Bizim geçen dönem sözcümüz Esengül Demir arkadaşımız da var onunla birlikte gazeteci sendikacı akademisyen 30 kişi tutuklandı. Böyle bir şey olabilir mi? Açık kaynak taramasından; nerede bulunmuşsa, nereye gitmişse, hangi konuşmayı yapmışsa, katıldığı televizyon programları, basın açıklamaları, basın söyleşileri dahil hepsi soruya dönüşmüş. Tabii ki ortada bir suç yok. Biz ilk günden itibaren bas bas bağırıyoruz: HDK suç işlenen bir mekanizma, bir platform değildir, olamaz. Savcı ısrarla açıklamasında “legal görünümlü” diyor. Hayır, biz düpedüz legaliz, düpedüz açığız, düpedüz aleniyiz, düpedüz çalışmalarımızın tamamı kamuoyunun gözünün önünde cereyan ediyor.
- HDK’nin hangi çalışmaları soruşturmaya konu ediliyor?
Biz mesela deprem çalışıyoruz bu toplumun hepsini ilgilendiriyor. Biz barış çalışıyoruz, barış Türkiye’de herkesi ilgilendiriyor. Biz çevre kırımına karşı çalışıyoruz bu da herkesi ilgilendiriyor. Kadın kırımına karşı sesimizi yükseltiyoruz. Kadın kurumları ile görüşüyoruz. Bunlar herkesi ilgilendiriyor ve bu soruşturmada herkes soruları yok. KCK ile ilişkili deniliyor: Yok böyle bir şey. Soruda bir dayanak da yok zaten, olamaz. Çünkü gerçekte de yok. Ya da Yargıtay kararı söyleniyor. Böyle bir Yargıtay kararı yok. Yani Yargıtay kararında HDK yok. HDK’ye ilişkin açılan birkaç soruşturmada zaten beraat kararları verilmiş. Çünkü ceza yargılamalarında suç fiili önemlidir. Yani hangi fiili işledin de suçlu oldun? Soruşturmalarda bunlar yok. Gözaltına alınan arkadaşlara çok karma sorular soruluyor. Yani katıldığı bir 8 Mart yürüyüşü de sorulabiliyor, Gezi’ye gittin mi diye sorulabiliyor. Paris katliamında katledilen kadınların cenaze törenine gittin mi diye soruluyor. Böyle torba bir soruşturma ve torba sorular. HDK diye yansıtılıyor ama aslında herkes bunun içinde. Bütün muhalefete dair her sözü, her açıklamayı bir şekilde didiklemişler ve bunu kendilerince dosyaya getirmişler. Bu bomboş bir dosya… Zaten başka bir şey de beklemiyorduk.
- HDK eş sözcüsü Meral Danış Beştaş ile konuştuk.
Amaç topluma korku yaymak, yan yana gelişi önlemek. İki örnek vereceğim… Birincisi Ayşe Barın ile ilgili tahliye kararı veren hakim hakkında Hakimler Savcılar Kurulu soruşturma açtı; hakim verdiği karardan dolayı soruşturma geçiriyor, hem de bağlı olduğu kurul tarafından. Şimdi bundan sonra diğer hakim ve savcılar önlerine gelen bir dosyada karar verirken bu soruşturmayı düşünmeyecekler mi? Dolayısıyla bir kararla bütün hakim ve savcılara mesaj ve gözdağı veriyor; aslında korku yayıyor. Böyle bir şey olamaz; hukukta, hukuk ve kararından dolayı soruşturma geçirmek yan yana gelemez. Çünkü hakimler vicdanlarına ve kanuna göre karar verirler, talimata göre karar veremezler. Yani bu onlar için de kabul edilemez bir şey. Bir hakim gerçekten özgürce vicdani kanaatine ve kanuna dayanarak karar verirken iki kere düşünecek, çünkü terfi etmesi, işten atılması, maaşının kesilmesi, başka bir yere nakledilmesi gibi birçok risk barındırıyor. Hakim savcılara şu mesaj veriliyor; “istediğiniz kararı veremezsiniz, benim istediğim kararı vermelisiniz.” İkincisi TÜSİAD’a ilişkin soruşturma. Bu soruşturmayla yüzbinlerce iş insanına, sermaye temsilcisine yine bir gözdağı var. Zaten yönetme biçimleri bu. Bunlar toplumu hapsetmek aslında… İktidarın bu yaklaşımına göre hakim kendi odasında tutuklu, göz hapsinde. Biz kendi evimizde, sokağımızda, mahallemizde, göz hapsindeyiz ya da açık ceza evindeyiz. İş insanları konuşurken artık özgür değil. Hiçbirimiz kendimizi, düşüncelerimizi açıklama noktasında özgür değiliz. Ama özgür olabilir miyiz? Evet. Hepimiz konuşursak özgür olabiliriz. Hepimiz konuşmalıyız ki özgürleşelim.
- Ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Özgül Özel operasyonlar için “sivil darbe” dedi. Muhalefet nasıl bir ortaklaşma sağlamalı. Bunun zemini nasıl oluşturulmalı?
Ana muhalefetin HDK’ya yönelik operasyon karşısındaki açıklamalarını zayıf ve yetersiz bulduğumu söyleyebilirim. CHP’nin de diğer muhalefet partilerinin de bu konuda sadece kendi partilerini, kendi çevrelerini, partisel çıkarlarını düşünerek davranma lüksleri yok. Ben bugün HDK eş sözcüsü olarak 30 arkadaşımızın tutuklandı, 13 arkadaşımız ev hapsinde, TÜSİAD’a yapılan soruşturma bizi ilgilendirmez demiyorum. Çünkü birbiriyle bağlantılı olduğunu biliyorum. Çok genel olarak söylüyorum; bugün iktidarın bu uygulamalarından rahatsız olan, hukuktan yana olan, adaletten, barıştan, demokrasiden yana olan hiç kimse ben bu soruşturmalardan, mesela HDK’ye yönelik bu tutuklamalardan bağımsızım yanılgısına kapılmasın. Ya da hiç kimse TÜSİAD’a gözaltı oldu ama bu beni ilgilendirmez, bana gelmez demesin. Van’da Abdullah Zeydan görevden alındı, kayyım atandı. Kayyımı protesto adan 44 kişi tutuklandı, 54 kişi de yaralandı. Hiç kimse bu müdahaleler bize dokunmaz demesin. İktidarın yönetme pratiği ve şu anda yargı herkesin bu kapsama alınabileceğini ve her an bunun olabileceğini gösteriyor.
- Buradan çıkışın yolu nedir?
Bunun yolu da gerçekten birlikte yan yana mücadele etmekten, söz söylemekten, itiraz etmekten geçiyor. O ünlü papaz hikayesini anlatmama gerek yok; yani sıra bize gelince etrafımızda hiç kimse olmayacak! O nedenle yan yana durmalıyız.
- Tutuklanan ve ev hapsi verilen 43 insanın ortak özellikleri neydi?
Burada eş genel başkan var, gazeteciler var, kadın savunucuları var, siyasetçiler var, partiden iki MYK üyesi var, çok değerli avukatlar var. Karma bir yapı ve elbette hiçbirini değersizleştirmiyorum. Ama genel itibariyle hepsinin ortak özelliği demokrasiyi savunmak ya da hak ve özgürlük savunusu olmak. Bu nedenle burada daha güçlü olabiliriz.
- Operasyona karşı toplumsal destek nasıldı?
Çok ciddi dayanışma mesajları alıyoruz. Yani bu konuda hiç yalnız kalmadık. Mesela gözaltılar sonrası Kadıköy’deki açıklamayı emek demokrasi güçleri yaptı. Oraya yine katılım oldukça yüksekti ve çok karmaydı. Yani her kesimden insan vardı. Herkesi adalete, hukuka, demokrasiye, özgürlüklere sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bu günleri benim, senin, onun arkadaşı değil, hepimizin yan yana durması gereken bir gün olarak nitelemek isterim.
- Gözaltılar olduğunda bunun alt ıbin kişiye yönelik bir soruşturma olacağı ve bunun ilk dalgası olduğu söylendi. Önümüzdeki süreçte gözaltıların ve tutuklamaların artabileceğini düşünüyor musunuz?
Biz altı bin kişi, on bin kişi, yüz bin kişi değiliz. Biz milyonlarız! Sadece partinin altı buçuk milyonun üzerinde oyu var. Bizim kongre partimiz, birlikte çalıştığımız bileşenimiz; SKP’den tutalım da HDK’ye, vakıflara, federasyonlara kadar birlikte milyonlarca insana hitap ediyoruz. Bu nedenle milyonları hapsedemezler, gözaltına alamazlar, tutuklayamazlar. Yani bunun bir karşılığı yok. Bu soruşturmaların tamamı konjonktürel, tamamı dönemsel… tabii ki yeni gözaltılar ve tutuklamalar beklemiyoruz. Yani istemiyoruz demiyorum, beklemiyoruz. Çünkü bu soruşturma bomboş bir dosya, bomboş bir soruşturma. Delil yok. Delil olmamasına şaşırmadık çünkü biliyoruz, kendimize güveniyoruz. Biz suç içerikli hiçbir faaliyette bulunmadık. Ha olursa ne olur? Tabii ki biz yine buradayız ve sözümüzü söyleyeceğiz.
- Türkiye de neredeyse tüm muhalifler terörist diye mi suçlanıyor?
Evet. Bugünün şartlarında herkes bir gün terörist olabilir, yeter ki bir eleştiride bulunsun! Yani çok ince bir sınır var. Suçlu olup olmamak arasında çok ince bir sınır var. Bir gün bu tarafta olursunuz, suçsuz olursunuz, diğer gün suçlu olursunuz. Hiçbirimiz suçlu değiliz. Tam tersine bu soruşturmayı yürütenler suç işliyor. Hukukta böyle bir suç icat edilmedi henüz. Ben açık çalışıyorum, ben doğayı savunuyorum, ben haklarımı savunuyorum, ben işkence görmeme hakkımı savunuyorum. Ben depremde dirençli kentler istiyorum. Ben çocukların taciz edilmediği bir toplumda yaşamak istiyorum diye bir suç yok.
- Her bireyin anayasada yazılı olan bireysel hak ve özgürlükleri var ama şu an böyle bir şeyden söz edebilmek mümkün değil mi?
Evet, kendimize sahip çıkmak, birey olarak hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmak, topluluk olarak sahip çıkmak, kolektif haklara sahip çıkmak gerekiyor. Mesela kent uzlaşısı soruşturmasındaki o soru çok hak ettiği tartışmayı yaratamadı. Kürtlerin seçme seçilme hakkının olmadığı ilan edildi mesela. Hangi savcı buna muktedirdir ki? Elbette değildir. Kürtler bu ülkenin yurttaşı, öz be öz Türkler gibi, Çerkezler gibi, Lazlar gibi, Aleviler gibi, herkes gibi… Ama soruşturma konusu yapıldı. Yani varlık soruşturma konusu yapılıyor, istediğine oy veremezsin deniyor. İstediğin yerden aday olamazsın, sen başka partiyle oturup uzlaşamazsın! Yani böyle bir çılgınlık hali var. Bir film ismi vardı, “Tanrılar çıldırmış olmalı” diye… Savcılar da çıldırdı mı, ne oluyor!
- Meral Danış Beştaş’ın derdi ne?
Valla benim derdim insanca yaşam. Herkesin cinsiyet kimliğiyle, diliyle, kültürüyle, insanca yaşayabilmesi, yoksulluk çekmemesi, şiddet baskısı altında yaşamaması… İnsanların, sokakta kadınların tacize uğrama ihtimalinin olmadığı, ağacının kesilme ihtimalinin olmadığı, doğasının katledilmediği bir yaşam arzu ediyorum ve barış istiyorum gerçekten. Bu ülkede artık barışın olması gerektiği düşüncesi ve pratiğinin çoktan zamanı gelmiş ve geçiyor. O nedenle bu barışı yakalamalıyız. Bunu hepimiz birlikte inşa etmeliyiz diyorum.