Geçtiğimiz günlerde AYM; barış istedikleri için akademik hak ve özgürlükleri elinden alınan akademisyenler için kararını açıkladı. Barış imzacısı akademisyenlere yapılanların hak ihlali olduğuna karar verdi. Kararın hemen ardından kontra hareket başladı. İstanbul ve Çanakkale Üniversitesi rektörleri AYM’nin kararına karşı açıklama yapmakta gecikmedi.
Bizlerin; akademisyenlerin üniversiteyi yönetecek kişiyi ve ekibini seçip YÖK’e bildirdiğimiz, bu yöntemin bile demokratik bulmadığımız yıllar oldukça geride kaldı. O yıllarda seçim genelde en çok oyu alanın atanması ile sona ererdi. 2000’li yıllarda bu durum değişti. YÖK gönderilen listede en az oyu alanı yani listeye giren ve sistemin desteğini alabilecek, denilenleri uygulayabilecek kişileri rektör olarak atamaya başladı. YÖK başkanının iktidara yakın kişilerden seçilmesi bu sürecin en temel taşlarından biriydi. Sonunda seçim de kalktı.
Böylece 80 askeri müdahalesinin sonucu olan ve akademik özgürlükleri araştırmacılardan öğrencilere kadar sınırlayan YÖK ve uygulamaları taçlandırıldı.
2000’li yıllarla başlatılarak Üniversitelerde düşünce ve araştırma özgürlüğü giderek sona ermeye başladı. Üniversitede kadroya atamalar araştırmaların yeterliliğine göre değil taraftar olup olmamasına göre sürdürüldü.
Bu kadrolaşma hareketinin sonuçlarını bugün kontra hareketinin rektörleri ile yaşıyoruz. Bugün İstanbul ve Çanakkale Üniversitesi rektörlerinin ve benzerlerinin kendi adına karar verip, haddini ve yetkisini aşması, iktidarı aklayan, hukuku karalayan açıklamalar yapması bu yüzden. AYM tarafından barış için imza atan araştırmacıların ağır cezada yargılanmasını, KHK’lerle bir gecede özlük haklarının elinden alınmasını hak ihlali kabul eden karara karşı aynı cümlelerle rektör olarak açıklama yapmaları boşuna değil onları bugüne taşıyanlara sadakat. Ne tesadüf ki cümleleri bizlere ağır ceza savcılarının bu suça ortak olmayacağız başlıklı imzaladığımız bildiriyle ilgisi olamayan iddianamedeki ithamları ile aynı.
Bu rektörlerin açıklamalarının ardından 1071 imzacıyı kapsayan, AYM kararlarını uygun bulmayan bildiri de aynı sözleri içermekte. Kontra çalışma bu hukuk karşıtı bildiri açıklandıktan birkaç saat sonra haberim yok, adımı yazmışlar diye imzasını çeken üniversite öğretim üyelerinden sonra azalmaya başlasa da durum ortada.
Bu saldırı beraberinde bir gerçeği daha göstermekte: hal ve gidiş süreci yönetenler için hiç iyi gitmiyor. Ülkede yok etmeye çalıştıkları topluca besledikleri tek adam yönetimi çatırdıyor. Gerçeklerin üstü örtülemiyor.
Çok çalıştılar; savaş çıkarıp halkları baskılayarak, kalıcı barışı isteyen siyasetçileri, sanatçıları, basın emekçilerini, sağlık emekçilerini, eğitim emekçilerini, hukukçuları, gençleri tutuklayarak susturmaya, işlerini atıp özlük haklarını yok etmeye, açlığa ölüme mahkum etmeye çok çalıştılar. Toplumun algısını yönetmek için her türlü kirli, organize davranışı sürdürdüler. Hatta hatırlarsanız barış bildirisini imzaladığımız dönemin hemen ardından mafya örgütü lideri olarak bilinen bir zat bizlerin kanları ile duş alacağını bir mitingde söyleyerek iktidar adına meşrulaştırmaya çalışmıştı.
Şimdi meşrulaştırma görevi rektörlerde. Kısaca AYM kararını kararlama kampanyası için düğmeye basılmış.
İstanbul, Çanakkale Üniversiteleri’nin rektörlerinin yaptığı açıklama bırakın anayasaya aykırı olmasını düşünce ve ifade özgürlüğü de değildir. Üniversite adına kişiler açıklama yapamaz. Rektörün kişisel görüşü üniversitede çalışan akademisyenlerin, çalışanların, öğrencilerin tümünün görüş ve düşüncesini temsil edemez.
Biat etmeyi var olma yöntemi edinenlere hatırlatalım; biat ettiğiniz tek adam sistemi çatırdıyor. Hepiniz altında kalacaksınız. Biliniz bizler akademik özgürlükler için, barış için mücadele etmeye devam ediyoruz.
Tüm saldırılara karşı biat edenlere rağmen akademi özgürleşecek, araştırmacılar her yerde araştırmalarını yeniden özgürce yapacak bundan kimsenin kuşkusu olması. Gençler cezaevlerinde değil üniversitelerde okullarda olacak. Geri döneceğiz.