“Bildiğimiz dünyanın sonu” değil, “sonrası” demek diyalektik bakış açısından kaynaklanıyor.
Her bilinen dünya (yani verili dünya düzeni) kendi çelişkilerini üretir. Bu çelişkiler dinamik savaşımları çağırır ve her verili dünya düzeni bir dönüşüm geçirmekle karşı karşıya kalır. Bu dönüşümle ortaya çıkan yeni dünya düzeni, geçmişi sıfırlayan bir karakterle değil; geçmişin çelişkilerini de belli ölçü ve denklemlerle içinde taşıyan yeni bir düzlem üretir. Bu sebeple bildiğimiz dünyanın sonuna değil, sonrasına doğru baktığımızı ifade edebiliriz.
Nedir bildiğimiz dünya? Kapitalist modernite çatısı altında neoliberal politikaların hâkim olduğu, ulus-devlet çağının paradigmal olarak normları belirlediği, eko-politik/sosyo-politik/psiko-politik kategorilerin bu tahakküm ilişkileri etrafında belirlendiği vb yerleşik bir dünya düzeni. Bu dünya düzeni her çağda yeniden kurulan, geçmiş çağın çelişkilerini içinde barındıran, iktidar ve direniş dinamiklerini içeren bir düzendir.
Peki bildiğimiz dünyanın sonrasına işaret eden durumlar nelerdir?
Birincisi, mevcut düzenin makroekonomik çerçevesi çözülüyor. Neoliberalizmin derinleştirdiği ve “yönetilebilir” olmaktan çıkan sosyo-ekonomik eşitsizlikler, iklim krizi, finansallaşmanın sürekli kriz üretir hale gelmesi, sanayileşme politikalarına dönüş eğilimi, orta sınıfın artık sadece sağı iktidara taşıyan bir “kaybedenler kulübü” olmaktan çıkarak sistem için riskli hale gelebilecek sınıf olarak risk unsuru şeklinde değerlendirilmesi, gelir ve servet dağılımının korkunç seviyelere çıkması gibi birçok başlıkta makroekonomik çerçeve çözülüyor.
İkincisi, mevcut düzenin makropolitik çerçevesi çözülüyor. Tek kutuplu dünya son buluyor, çoklu ilişkiler düzenine geçiliyor. Öte yandan İngiltere’nin 2025 yılı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde dahi uluslararası hukukun çözüldüğü belirtiliyor. Yani uluslararası hukukun ilkesi (auctoritas) ve uygulamasının (potestas) artık anlamsızlaşmaya başladığı görülüyor. Dolayısıyla hem hegemonik konumların hem kurumsallıkların hem de kurumsallıkları ilişkisel/işlevsel kılan normların aşındığı bir büyü bozumu çağındayız. Ayrıca 11 Eylül’de İkiz Kulelere saldırılarla başlayan o dönem için yeni olan çağın, siyasal alan kurgusu ve jeopolitik çerçevesi çözülüyor. Vekalet savaşları yerini asalet savaşlarına bırakmaya başladı. 2025 itibariyle ABD’nin terör örgütleri listelerinde “kariyer” yapmış bir aktörün (El Şara) Beyaz Saray’da meşru devlet temsilcisi olarak ağırlanmasıyla, 11 Eylül sonrası dünyayı kasıp kavuran “teröre karşı kutsal savaş” paradigmasının sembolik şekilde sonuna yaklaşıldığını gösteriyor.
Belirsizlik, ilke ve uygulama gücü kaybı, yönetilebilirlik kapasitesinin zayıflaması gibi nedenlerle ortaya çıkan buhrandan kurtulmak için kapitalist modernite güçleri, nasıl 1500’lerde Afrika’da ve Amerika’da yerli halklara, 1700’lerde Batı Avrupa işçi ve emekçilerine, 1900’lerde dünyanın geri kalanına katliam, şiddet, zulüm dayattılarsa 2025 yılı itibariyle bir kez daha tüm dünyaya şiddeti yayıyorlar. Karl Marx “Şiddet, ilkel birikimin kaldıracıdır” der. Ona göre kapitalizm şiddetle kurulur. Kapitalist birikim süreci ise yapısal ve toplumsal şiddet üretir. Kapitalizm krize girdiğinde ise şiddet bir ekonomik güç haline getirilir.
O der ki “Şiddet, bağrında yeniyi taşıyan her eski toplumun ebesidir. Kendisi de bir ekonomik güçtür.” NATO’nun aldığı son karar bunun açık itirafıdır. Üye ülkelerin gayri safi milli hasılalarının yüzde 5’ini savunmaya ayırması kararı kapitalizmin buhranını aşma çabasıdır.
Tam da bu konjonktürde Ortadoğu’da tarihsel gelişmeler oluyor ve birçok defter kapatılıyor. 1919 tarihli Sykes-Picot’tan 2. Dünya Savaşı sonrasını dizayn eden Bretton Woods’a, Soğuk Savaş sonrasına ait Baas-Monarşi ikileminin Baasçı son rejimi Esad’ın devrilmesinden monarşilerin kendisini güncelleme arayışlarına ve mezhep merkezli siyasetin sönümlenmeye başlamasına (İran’ın Şialıktan Fars milliyetçiliğine kayışı vb) kadar uzanan gelişmeler yepyeni bir Ortadoğu’nun habercisi oluyor.
ABD’nin 2025 yılı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde İsrail’in güvenliği ve Abraham Anlaşmalarının genişlemesinin hedef olarak belirlenmesi de önemli bir dönemece işaret ediyor. Bilindiği üzere son yıllarda Abraham Anlaşmalarına karşı çıkan güçler birer birer tasfiye ediliyor. Şii hilaline büyük darbe vuruldu. Şimdi güç savaşımı Abraham Anlaşmalarının genişlemesini sağlamak ile Sünni Yayı arasında gerçekleşecek gibi görünüyor. Öte yandan ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde “enerji ihtiyacı, küresel hegemonik savaş, iç çatışmalar” şeklinde nedenselleştirilen Ortadoğu’da ABD’nin bulunma gerekçelerinin ortadan kalktığının ifade edilmesi de önemli sonuçlar doğurabilir.
Neticede hem dünyada hem de Ortadoğu’da bildiğimiz dünyanın sonrasına doğru geliyoruz. Bu eşikte Türkiye’de çok önemli bir süreç, Barış ve Demokratik Toplum Süreci yaşanıyor. Sadece küresel ve bölgesel gelişmeler kritize edilse dahi bu süreci başarıya ulaştırmanın tarihsel sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor.









