Bilindiği üzere 22 Mayıs’ta İmralı’da bir görüşme oldu. Asrın Hukuk avukatları bu görüşmenin detaylarını kamuoyu ile 26 Mayıs’ta paylaşmış ve önemli açıklamalarda bulunmuşlardı. 1 Haziran’da ise avukatların verdiği röportajlardan başka detayları öğrenmiş olduk. Değinilen pek çok konu var ve hepsi birbirinden önemli. Bunlardan biri de ‘yerel yönetimlere’ ilişkin olandı.
Şöyle deniyor röportajda: “Yerel yönetimler konusunda da kayyımlara karşı önlem alınamadığını, benzer durumun yine ortaya çıkabileceğini paylaşırken; halka gönüllü hizmet, komünal belediyecilik, demokratik belediyecilik konularında düşünerek, gelişme kaydedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Yerellerde toplum için para almadan çalışabilecek üç kişi bulunamıyor mu diye de sormaktadır.”
Bu açıklamaya geçmeden önce kısaca mevcut durumu hatırlayalım…
HDP Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu Eşsözcüsü Selahattin Aslan, bazı borç verilerini kamuoyu ile paylaştı. İnsanın tüylerini diken diken eden bu borçlandırmalar adeta bir vahşet politikası örneği!
Van Büyükşehir 1.5 milyar TL, Mardin Büyükşehir 1 milyar TL, Kars Belediyesi 400 milyon TL, Batman Belediyesi 307 milyon 328 bin TL, Silopi 133 milyon 453 bin TL, Cizre 220 milyon 793 bin TL, İdil 48 milyon TL, Sur 152 milyon TL, borçsuz Siirt’te 115 milyon TL, Yüksekova 680 milyon TL, Silvan 65.868 milyon TL, Kurtalan 215 milyon TL, Varto 4,2 milyon TL, Bismil 120 milyon 707 bin TL, Bulanık 172.5 milyon TL, Patnos 136,4 milyon TL, Derik 15 milyon TL, Hazro 4.5 milyon, Dersim Akpazar Beldesi 1.5 milyon TL, Muradiye 32.6 milyon TL, Bekirhan 8.8 milyon TL ve Erciş 161.3 milyon TL borç bırakılmış. Küçücük bir ilçe olan Gever’de 1 katrilyona yakın borç var. Amed’in borcu hesaplanamıyormuş…
Diğer açıdan, 31 Mart’tan sonra kayyım politikası ekseninde, özellikle Kürdistan’da, AKP-MHP bloğu tarafından bürokratik yollarla pek çok şey yapıldı.
Örneğin HDP’nin elinde bulunan 26 belediyenin kapısına X-Ray cihazı ve polis kulübesi zorla konulmak istendi. Pilot bölge olarak seçilen Cizre’de emniyet müdürü ‘kanuna aykırı hareket ediyorum’ diyerek uygulamayı savundu. Derik, Kızıltepe gibi illere zorla kulübe yerleştirildi.
Tatvan’da belediye meclis çoğunluğunu elinde bulunduran HDP’nin 14 belediye meclis üyesinden 9’u, Valiliğin talebi üzerine İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırıldı. Aynı yöntem yine HDP meclis üyeliğinin çoğunlukta olduğu Çaldıran’da da yapıldı. Diyarbakır Kayapınar Belediyesi çocuk kreşi basıldı. Kayyım döneminde alınan tahsis kararı ile eğitim destek evleri, çocuk kreşleri, kadın merkezleri müftülük ve benzeri kurumlara verilmiş. Belediye meclis kararı ile iptal edilmelerine rağmen, Kayapınar kaymakam, ‘kural tanımıyorum, işgal ediyorum’ diyerek kreşin müftülüğe devredilmesini istedi. Ağrı Diyadin ilçesinde, HDP’li belediye işgal edildi. 25 polis gündüz vakti belediye binasının girişini işgal ederek, “çıkmıyoruz buradan, GBT yapacağız, gelen gidenleri kontrol edeceğiz” diyerek böyle bir talimat aldıklarını söylediler. Son olarak KHK kumpası/darbesi herkesin malumu. %70 gibi bir oy oranı ile alınan Bağlar’a el konuldu. Sonra Tuşba, Tekman, Edremit gibi yerlere el konularak AKP’ye geçti.
Kısa süre içinde yaşanan tüm bunlar neyin nesidir? Tek kelime ile gerçek bir yerel yönetimler darbesidir. Her şeyi kayyımlaştırma işidir. İstanbul’a yapılanları yukarıda verilen birkaç örnek bazında değerlendirdiğimizde aslında Türkiye’deki tüm yerel yönetimlere el koyma altyapısı ile karşı karşıyayız. KHK, meclis üyeliği düşürme, GBT ve X-Ray zorbalığı vs. tüm bunlar her tarafa rahatça yapılabilecek şeyler.
Mesaja gelince, binlerce kilometre öteden, dar bir hücreden ve derinleştirilmiş tecrit koşulları altında Cizre’de, Silopi’de, Amed’de ne olduğu görülebilmekte, teşhis konabilmektedir.
Doğrudur, kayyım tehlikesi tüm boyutları ile devam ediyor ve her gün bürokrasinin iğrenç bir dişi altında başka bir işgal mekanizması hayata geçiriliyor. Bunun panzehri halkla bütünleşme, hizmette klasik bakışı aşan bir seviye, demokrasiyi içselleştirme ve bunu bilince çıkarmadır. Bunlar zor mu? Değil. Rahatlıkla yapılabilecek şeyler. Fakat sorunlar büyük. Daha önce “Kürt sorununu yerel yönetimler düzeyinde çözeceğiz” diyen Sayın Öcalan, “Yerellerde toplum için para almadan çalışabilecek üç kişi bulunamıyor mu” diye de sormaktadır. Bu soru, binlerce sorunun en rafine halidir ve cevabını aramaktadır. Görmek ve duymak isteyen için de en büyük eleştiridir diye düşünüyorum.