Türkiye’nin durumu Öcalan’ın çağrısından önce neydi, çağrıdan sonra nedir?
Çağrıdan bir gün önce durum şuydu:
Savaş sürüyordu ve savaşın ne kadar süreceğini, savaşta her iki taraftan kaç insanın hayatını kaybedeceğini, savaş harcamaları yüzünden işsizlik ve yoksulluğun daha ne kadar derinleşeceğini, kriz derinleştikçe baskıların, tutuklamaların ve yasakların hangi boyutlara tırmanacağını, Rojava’ya karşı bir kara harekatının ne zaman başlayacağını hiç kimse tahmin bile edemiyordu.
Çağrıdan bir gün sonra durum şöyle oldu:
Savaş sürüyor olmakla birlikte herkes savaşın sona erme ihtimalini görmeye başladı, asker ve gerilla ailelerinin umutları bir anda arttı. Savaş sona erdiğinde savaş harcamalarının azaltılabileceği, işsizliğin ve yoksulluğun dizginlenebileceği, baskıların, tutuklamaların engellenebileceği, Rojava’ya askeri harekatın ve operasyonların durdurulabileceği umudu doğdu.
Çağrıdan bir gün önceki Türkiye’nin karamsar iklimi ile çağrıdan bir gün sonraki Türkiye’nin iyimser iklimi arasındaki bu geceyle gündüz farkı gibi fark, Öcalan tarafından yapılan çağrının gücünü gösterdi.
Bu açıdan bakarak soralım; dünyanın durumu çağrıdan önce neydi, çağrıdan sonra nedir?
Çağrıdan bir gün önce dünyanın durumu şuydu:
Avrupa ırkçı partilerin yükselişiyle, Rusya Ukrayna’yla yürüttüğü savaşla, Çin Trump’ın tehditleriyle Danimarka’dan Kanada’ya kadar dünya Trump’ın yaptıklarından şaşkın, kendi dertlerine düşmüş, milyonlarca Kürdün ve dostlarının sokakları inleten “Öcalan’a özgürlük” seslerini duymuyordu, devletler kapılarını Kürtlere kapatmış, onlarla diyaloga bile gerek görmüyordu. Komplocu hükümetler, Türk devletiyle bin bir pazarlık yapıyordu.
Çağrıdan bir gün sonra durum şöyle oldu.
Dünyanın bütün medyası “son haber” olarak Öcalan’ın yaptığı çağrıyı manşetlerinden, ana haberlerinden verdi. Ve devletler suskunluğunu bozdu, çağrının bölge barışı, istikrar ve Türkiye’de demokrasi için önemini, birbirleriyle savaş eşiğinde olan bütün devletler birbirlerine anlatmaya başladı; ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere ve Almanya, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, Başur’da YNK ve KDP, hatta Suudi Arabistan hep bir ağızdan “Öcalan barışa kapıyı açtı, şimdi sıra Türk devletinde” demek için birbirleriyle yarıştı.
Çağrıdan bir gün önce dünyanın suskunluğu ile bir gün sonra dillerin çözülmesi arasında ayın karanlık yüzüyle aydınlık yüzü gibi fark, Öcalan tarafından yapılan çağrının dünya çapındaki gücünü gösterdi.
“Silahların bırakılmasına” değilse de, “PKK’nin feshine” gönlü razı olmayan Kürtler, ilk şoktan sonra yüz yıllık tecrübeleriyle çağrıdan bir gün önceki Türkiye ve dünyanın haliyle, çağrıdan bir gün sonra Türkiye ve dünyanın hali arasındaki bu akla kara gibi farkı, herkesten önce bilinçle kavradılar. “Fedailer partisinin” onlar için, onların gelecekleri ve çocukları için, barış, demokrasi ve refah için kendisini “feda” edecek olmasını, bunun derin anlamını yüreklerinin en derininde hissettiler.
Şimdi onlar ezberlemek ister gibi Öcalan’ın çağrısını defalarca okuyorlar ve çağrıda yer almayan, ama Sırrı Süreyya’nın açıkladığı “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” cümlesinden omuzlarına yüklenen görevin ağırlığını kavrıyorlar.
Bu görev, “demokratik siyaset ve hukuk” için mücadeledir. Öcalan’ın yaptığı Büyük Başlangıç, yalnız PKK’ye silah bırak ve kendini feshet çağrısı değil, yalnız devlete “demokratikleş” çağrısı da değil, Kürt ve Türk halkına “barış ve demokrasi için mücadele et” çağrısıdır aynı zamanda.
Bitirirken şunu söylemeliyim:
Barış ve demokratikleşme umudunun yeşerdiği şu aşamada, “kim kazançlı çıktı” sorusuna “biz” diyen Türk’se Kürdü, Kürt’se Türk’ü kaybeder. Şu anda ne kaybeden ne de kazanan var. Başlangıçtan sonuca gidilecek tehlikelerle dolu yolda ya hepimiz kazanacağız ya da hep birlikte kaybedeceğiz.