Apê Musa ayrıca, 13 Ağustos’ta Özgür Gündem gazetesinde yeğeni Hüseyin için şu etkileyici yazıyı yazacaktı: ‘Oğlum Hüseyin; ben sana ‘öldün’ diyemiyorum. Ölümün bana o kadar ağır geliyor ki, sanki öldü desem seni ben öldürmüşüm gibi geliyor bana. Ama üzülme yavrum, ‘Ez xale te me (Ben senin dayınım)’ sağ kaldığım müddetçe senin de yerine yazarım. Yok eğer beni de öldürürlerse sana kavuşurum ki bu kavuşma en güzel kavuşma olur’
Serdar Altan
Hüseyin Deniz; bir hakikat yolcusu, bir öğretmen, bir yazar ve bir gazeteciydi. Kürt halkının ve ezilen halkların haklarını savunuyordu. Ama kana susamışlar katiller iş başındaydı. Bu güçlü sesi susturmak istiyorlardı. Hüseyin Deniz, hakikati yok etmek isteyen kanlı katillerin kurşunlarıyla öldürüldü. Değil mi ki Kerbela’da susuz bırakılmıştı Hüseyin, çöllerde katledilmişti. Bu kez Kerbela Urfa’ydı, Serêkaniyê’ydi, Kürdistan’dı.
Aslında bir tarih yaşadı Özgür Basın, bir tarih yaşattı. Değerler üretti, onurlu bir yaşam çabası yarattı, direndi, can verdi. Özgür yarınları daha güzel kılmanın yegane çabasıyla dimdik ayakta durdu her seferinde. Bedel ödedi, şehitler verdi ama hiç de yılmadı.
Yıl 1992, Apê Musa’dan 42 gün önce… Zalimler ve kana susamışlar Hüseyin Deniz’i hedef almışlardı. Hüseyin’in üzerine kurşun yağdırdılar, öldürüldü. Kalemi elindeydi, Hüseyin onu bırakmadı. Ondan sonra yoldaşları o kalemi aldılar ve bir daha bırakmadılar.
Bu makalemizde hakikati açığa çıkarmanın bedelini canıyla ödeyen Özgür Basın şehidi Hüseyin Deniz’i anlatmaya çalışacağız.
Cezaeviyle başlayan serüven
Gazeteci yazar Hüseyin Deniz, 1956 yılında Nusaybin’in Sitîlîlê köyünde, yani Apê Musa’nın meşhur köyünde dünyaya geldi. Kendisi de Apê Musa’nın yeğeniydi zaten.
Hüseyin Deniz, Bolu Öğretmen Okulu’nda okumuştu. 1975’ten itibaren Siverek ve Nusaybin’de öğretmenlik yaptı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında tutuklandı ve 3 yıl Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde kaldı. Tahliye olduktan sonra öğretmenlikten atıldı.
Hüseyin, Kürt kültürü ve sanatıyla da ilgileniyordu. 1991 yılında “Gotinên Pêşiyên Kurdan” adlı kitabı yayımlandı. Aynı yıllarda yazıları Yeni Ülke, Welat, Cumhuriyet, Tercüman ve 2000’e Doğru gazete ve dergilerinde yayımlandı. O, aynı zamanda Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) üyesiydi.
Hüseyin, 1985 yılında Adile ile evlendi. Dört çocukları oldu. Artık hem devrimci bir yazar, hem de bir babaydı. Hayatındaki sorumluluklar daha da zorlaştı. Ama bu onu rahatsız etmedi, geriye düşürmedi. Aksine, işini daha da güçlü bir şekilde yürüttü, görevlerini daha da iyi yerine getirdi.
Ateşten yıllar ve Hüseyin
O yıllar ateşten yıllardı. 90’ların başı Kürtler için gerçekten çok şey ifade ediyordu. Bir yandan Kürt halkının zulme karşı başkaldırısı, diğer yandan savaş ve çatışma, saldırılar ve cinayetler, işkenceler ve tutuklamalar vardı. Kürt halkı zalimin zulmü altında ezilmeye mahkûm ediliyor, bir halk topyekûn yok edilmeye çalışılıyordu. Ama direniş şarttı. Halk direndi. Bu direnişin her yere yayılması gerekiyordu. Ama bu direnişin bir de yazılması, anlatılması gerekiyordu. Dünya, bu ezilen ve direnen halkın sesini duymalıydı. Dolayısıyla Kürt gazeteciler de bu direnişin bir parçası oldu. Ağır bir yük üstlenmişlerdi. Halk için savaşıyorlardı. Elbette bunun bir bedeli vardı.
Bu ateşten yıllarda Hüseyin de ağır bir yük üstlendi. Yeni Ülke gazetesi kapandıktan sonra Özgür Gündem gazetesinde çalışmaya başladı. Hem forum köşesini yazdı hem de Urfa’nın Serêkaniyê (Ceylanpınar) ilçesinde muhabir olarak çalıştı. Elbette Özgür Gündem gazetesinde çalışmak o kadar kolay değildi. Bunun bir bedeli olmalıydı. Bu durum kısa zamanda ortaya çıkacaktı.
Kontra güçlerin hedefi gazeteciler
Önce Cengiz Altun, sonra Hafız Akdemir ve Çetin Abayay, sonra Yahya Orhan… Kürt gazeteciler birer birer katlediliyordu.
Hüseyin, arkadaşlarının cinayetlerini araştırıyordu ve araştırmasında gazeteci cinayetlerinin devlet tarafından işlendiği sonucuna varıyordu. Ortada karanlıkta bırakılmak istenen gerçekler vardı. Bunu yazılarında dile getiriyordu. Kontrgerilla ve Hizbi Kontra’yı araştırıyordu. Bu onu daha da hedef haline getiriyordu elbette. Ancak Hüseyin geri adım atmıyordu.
Tarih sayfaları 9 Ağustos 1992’yi gösteriyordu. Yani özgür basının son şehidi Yahya Orhan’dan on gün sonra… Hüseyin, ara sıra çalıştığı kardeşinin dükkânına gidiyordu. Dükkâna giderken eli kanlı katiller tarafından vuruldu. Olayın görgü tanıklarına göre Hüseyin’in katilleri üç kişiydi. İki kişi onu izliyordu, bir diğeri ise tetiği çekti. Ama gerçek şu ki, asıl katil devletin ta kendisiydi.
Hüseyin Deniz ağır yaralandı. Hastaneye kaldırıldı, kanaması durmadı. Bu yüzden Serêkaniyê’den Urfa’ya götürüldü. Ailesi, gazeteci arkadaşları ve tanıdıkları orada toplanmıştı. Çok kan kaybetmişti, iç kanama ve böbrek yetmezliği nedeniyle hayatı tehlikedeydi. Amed veya Dilok’a götürülmek zorunda kaldı. Zaman kaybetmemek için valilikten helikopter istendi. Önce kabul ettiler, ancak sonra verdikleri sözden pişman oldular. Hüseyin, 10 Ağustos’ta ambulansla Amed’e götürüldü. Ancak hastaneye vardığında artık yaşama tutunma çabası zayıflamıştı. Hayatını kaybetti. Şehit gazeteciler kervanına katılmıştı Hüseyin.
Apê Musa’nın ağıdı
Apê Musa, yeğeni Hüseyin’in mezarı başında birkaç gözyaşıyla birlikte ağzından şu sözler döküldü: “Keşke sana sıktıkları kurşun bana isabet etseydi; keşke senin yerine ben olaydım!”
Apê Musa ayrıca, 13 Ağustos’ta Özgür Gündem gazetesinde yeğeni Hüseyin için şu etkileyici yazıyı yazacaktı:
“Aslında bizim Hüseyin, Kerbela şehidi Hüseyin’den aşağı değildir. Oğlum Hüseyin; ben sana ‘öldün’ diyemiyorum. Ölümün bana o kadar ağır geliyor ki, sanki öldü desem seni ben öldürmüşüm gibi geliyor bana. Ama üzülme yavrum, ‘Ez xale te me (Ben senin dayınım)’ sağ kaldığım müddetçe senin de yerine yazarım. Yok eğer beni de öldürürlerse sana kavuşurum ki bu kavuşma en güzel kavuşma olur.”
Zaten çok uzun sürmedi. Apê Musa da Hüseyin’den 42 gün sonra, 20 Eylül 1992’de Amed’te benzer şekilde katledildi. Hüseyin’e kavuşmuştu Apê Musa, Kerbela çöllerine bir tas su da o taşımıştı.
Devlet katilleri korudu
Hüseyin katledilmişti. Ancak ailesi ve arkadaşları katillerini bulmaya kararlıydı. Bunun için çok çalıştılar. Ancak devlet olayı örtbas etmek istiyor gibiydi. Çünkü katiller kendileriydi.
Hüseyin Deniz cinayeti yaklaşık iki yıl boyunca “faili meçhul cinayet” olarak kaldı. 1994 yılında Hüseyin’i öldürmek için kullanılan silah, Hizbi Kontra üyesi Mehmet Şah Bakır’ın üzerinde yakalandı. Bakır, 12 faili meçhul cinayetten sorumlu tutuluyordu. 2001 yılında müebbet hapis cezasına çarptırıldı, ancak mahkeme kararı bozdu. 2004 yılında yeniden yargılanarak beraat etti. Ve Hüseyin Deniz cinayeti bugüne kadar hâlâ karanlıkta.
Hüseyin’in öldürüldüğü gün, Özgür Basın için kara bir gündü. Kürt gazeteciler öfkeliydi. Yoldaşları teker teker ellerinden alınıyordu. Ama kararlıydılar da; şehitlerin kalemini yerde bırakmayacaklardı. Öyle de oldu. Özgür Basın büyüdükçe, hakikat arayışçılarının kalemi onurlu gazetecilerin elinden hiçbir zaman düşmedi.