Aşık olmuş bir genç zorunlu askerlikle yaşadığı Samsun’dan Dersim’e gönderilir. Dersim’de
kıyım var o zaman. Tarih 1938. Munzur ve çeperindeki dereler kan akıyor. Hala bazı dağlarda
kızıllık var. Kan lekesi bu, katliam kanıtı der yöre halkı. Dağ taş unutmaz, denilir. Akan
suyun da hafızası var çünkü boşuna akmıyor.
Evet, o günlerde kıyım var. Askeri üniformalılar köy köy, mağara mağara yani köşe bucak
Kürt arıyor. Kaçan, direnen ve saklanan herkes Kürt. Karar alınmış, ferman çıkmıştır yine. Bu
yüzden olsa gerek Ferman ismine Kürtlerde sık rastlanır. Anısı vardır, kuşaktan kuşağa evlat
evlat aktarılır. İsimler bazen bir işarettir ve elbette bir hikayedir. Hafıza yerine de kullanılır.
Tarihe üflenmiş bir duman misali.
Dersim Katliamı hakkında bazen tanıklar bazen pişman olan failler, bazen de gizli saklı
kalmış tarihi belgeler ortaya çıktı. Hepimiz biliyoruz; Dersim’de mermi pahalı diye çoluk
çocuk, genç yaşlı denilmeden kütüklerle kafaları ezilerek yüzlerce insan katledildi.
Bombardıman, kurşuna dizme, infaz, intihar binlerce insanı yok etti. Katliama katılan ve
organize edenler idmanlıydı zaten. Dersim’den 23 yıl önce 1915’te Ermeni kıyımı
gerçekleşmişti. Şimdilerde de yavaşlatılmış soykırımlara tanık oluyoruz, münferit diye
geçiştirilen linçlerden haberdar ediliyoruz. Yani linç ve soykırım hala kol geziyor.
Katliama dair tanıklıklar film, belgesel ve romanlarla aktarıldı. Sürgünler, sonradan bulunan
kayıp çocuklar, halen aranan akrabalar… Sürgünler de katliamın bir planı dahilinde işlendi.
Şair Cemal Süreya o günleri şöyle hatırlamış ve yazmış:
Bir yük vagonunda açtım gözlerimi,
Bizi kamyona doldurdular,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.
Cemal Süreya aşk şiirleriyle meydan okumuş travmasına. Bu yüzden iyi bir aşk şairidir.
Geçtiğimiz günlerde tarihçi Zeynep Türkyılmaz, dijital kullanıma açılan Atatürk Kitaplığı’nda
bir ajandaya denk gelir. 1938 yılında tutulan ajandada zorunlu bir askerin kan donduran
tanıklığı yer alıyor. Ajanda sahibinin ismi Yusuf Kenan Akım. Seri katil gibi ama değil.
Hannah Arendt’in Nazi Almanyası’nda SS yetkilisi olan Karl Adolf Eichmann’ın
yargılanmasında kavramlaştırdığı ‘kötülüğün sıradanlığı’ da değil. Bir taraftan evet ama diğer
taraftan hayır. Bahsedilen zorunlu asker emir komuta zincirine kusursuz biat ediyor. Diğer
taraftan da faili olduğu hiçbir cinayetten bahsetmiyor. Kolektif işlenmiş cinayetler yer alıyor
daha çok. Eichmann gibi emir ve itaat sonucuna çıkıyor.
Akım’ın ajandasında toplu ölümler var ve bir kadına hasret var. Tabi arada bir öldür öldür
yorul, Dersim dağlarının patikalarında sürün sürün serzenişleri de var. Tek bir pişmanlık, tek
bir şaşkınlık yok. Bir katil taburunda sıradan bir makine. Öyle görünüyor. Öyle gösteriyor.
Tarihçi Türkyılmaz’ın açıkladığı ajandada şöyle bir gün geçmiş Dersim’de: “13 Ağustos:
Bugün bizim bölük bir derede yirmi bin koyun ve 50 Kürt yakaladı.”
Yazıya konu olan katil kafa keser, hiç tanımadığı, tanımaya tenezzül bile etmediği insanları
kurşuna dizer hem de aklında sevdiği, yüreğinde aşkıyla! Umursamaz. Sevdiğini özlemek
onun için sabah dağ-ova gezerken nefes alan keçiyi boğazlamaktan, kendini asan kadın
cesedini görmekten daha vahim bir mevzu. Emir gelmiş; öldür. Öldüre öldüre günler biter ve
sevdiğine kavuşur diye ‘umut’ eder. Öyle düşünür. Günlüğünde yazdığı vahşete kör olmuş.
İnsan ve hayvan ölümlerini not ederken gıdım tereddüt etmez.
Tesadüf mü bilmiyorum. Ajandada 12 Eylül 1938’de şöyle bir not tutulmuş: “Bu sabah
erkenden kalktık. Yine dağlarda tarama harekâtı yapıyoruz. Her gün kafa kesmekle
uğraşıyoruz…..”
Yıllar sonra, bir 12 Eylül 1980 sabahı da zorunlu askerler ‘deneyimli’ komutanlarının
öncülüğünde benzer sonları gerçekleştirmek için kalkmışlardı. Hayırsız bir tekrar gibi…
Bazen haberlerde çıkar; biri Kürtçe savunma yapar mahkemede, X dili yazılır. Meclis’te onca
Kürt varken yine zabıtlara X diye geçer Kürt dili. Katilin sevdiği kadın da günlükte bazen
X’tir. Sevdiğinden X ve ‘hain’ diye bahsediyor katil. Bu kadar tesadüfe pes diyeceğim
geliyor ama bunca kadın cinayetini düşününce ancak es veriyorum. Türkiye’de insanlar
sevdiğini de sevmediğini de X’lermiş. Kişiden yasaya ve hayatlarımızın ta içlerine kadar
X’ler…