Son dönemde kamuoyunu giderek daha fazla meşgul eden ve “yeni nesil çeteler” olarak tanımlanan yapılar, aslında Kürdistan’da ve Türkiye’nin bazı bölgelerinde uzun süredir toplumu yozlaştırma çabalarının içinde yer alan gruplar olarak biliniyor
Kamuoyunda özellikle ‘motosikletli çeteler’ olarak tanınmaya başlayan ve birdenbire çıkmış gibi bir algıyla tanıtılan çete yapılanmaları, aslında uzun süredir Kürdistan ve Türkiye’de devletin desteğiyle var olmaya başlamıştı. Türkiye’de, özellikle devrimci, sosyalist ve yurtsever kimlikleriyle bilinen mahallelerde ortaya çıkan çete örgütlenmesinin en önemli yanlarından biri, mahalleye dışarıdan gelmemiş olması ve mahalle gençleri tarafından var edilmesiydi.
Özel savaş aygıtının uzun süreli bir stratejisi olarak karşımıza çıkarılan bu oluşumlar, devrimci yapıların eksik ve hatalı davranışlarından da güç alarak gençler arasında giderek daha da güçlenmeye başladı. Sorun, sadece biraz daha fazla para ya da biraz daha konforlu yaşam isteğiyle ifade edilemeyecek kadar büyük bir sorun olarak, toplumun karşısına yeniden geldi.
Çeteler nasıl ortaya çıktı?
Çetelerin ortaya çıkışı aslında 90’ların sonlarına doğru gerçekleşti. Öncesinde de vardı. Ancak 90’lar öncesinde çetelerin kendi başlarına ortaya çıkabilecek bir durumu yoktu. Bunun yerine yoğunluklu olarak faşist yapılanmaların saldırıları yaşanıyordu. O güne kadar devrimcilerin yoğun olduğu mahallelerde ortaya çıkmayan birçok sorun, 90’ların ortalarında adım adım başladı ve 90’ların sonlarına doğru açık bir biçimde kendini göstermeye başladı.
Zaten yoksulların yaşadığı yerler olmasından kaynaklı olarak devletin açık bir biçimde yok saydığı mahallelerde, 90’ların ortalarına kadar devrimcilerin ciddi bir gücü ve bu gücün etkisiyle oluşturdukları büyük bir kazanım söz konusuydu. İstanbul’da 1995 yılında gerçekleşen Gazi Katliamı ve sonrasında diğer mahallelerde yaşanan büyük saldırı ve katliamların ardından devlet, mahallelere artık silahlı güçleriyle değil, farklı yöntemlerle girmeye başladı.
‘Devrimciler sizi korusun’
İlk adım ise ‘mahalleyi koruyan bir grup genç’ olarak tanıtılan ve mahallede oturan gençlerden oluşan çetelerdi. İlk çetelerin ortaya çıkışından önce, mahalle halkını gündelik yaşam içerisinde isyan etme noktasına getiren birçok yaptırım uygulandı. Zaten polisin görülmediği mahallelerde hırsızlık olayları çoğaldı. Buna karşılık polis, açık bir biçimde yardım etmeyeceğini belirtti ve kendisine gelen şikayetleri ‘Devrimciler sizi korusun’ gibi sözlerle geri çevirdi.
Bir yandan hırsızlık olaylarının artması, diğer yandan polisin devrimciler üzerindeki katliam saldırıları karşısında devrimcilerin gerekli müdahaleleri yapamayacak duruma getirilmesi sonucunda, mahallelerde ilk çeteler ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan kamuoyunda en çok bilinenlerden biri Gazi Mahallesi’nde ortaya çıkan ‘Arap Emrah’ çetesi oldu. Gazi Mahallesi’nde Arap Emrah ortaya çıkarken, başka mahallelerde de irili ufaklı farklı çeteler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu çetelerin ortak özelliği, mahallede yaşıyor olmaları ve mahalleli tarafından tanınıyor olmalarıydı.
Bu çeteler, görünüşte mahalle halkına yönelik herhangi bir saldırı ya da baskı uygulamaz; hatta tam tersine, hırsızlık gibi olayları da durdururdu. Zaten polis kontrolünde başlayan hırsızlık olayları, çetelerin ortaya çıkışı ve biraz güçlenmesiyle birlikte birden kesilmişti. 90’ların sonunda kamuoyu bu çeteleri, ‘Kürt çeteler’ ve ‘Alevi çeteler’ olarak tanımıştı.
Bir yandan mahallelerde çetelerin örgütlenmesini ve güçlenmesini sağlayan özel savaş aygıtı, diğer yandan ise ırkçı söylemler üzerinden mahalleleri giderek daha fazla yalnızlığa mahkum etme politikası izleniyordu. Bunun da bir noktaya kadar başarıldığını söylemek gerek. Çok sayıda baskın, katletme ve cezaevlerine atmalara rağmen devrimcilerin etkisi devletin istediği oranda gerilemediği için, o dönemde ortaya çıkan çeteler özel savaş planlamaları doğrultusunda bir büyüme yaşayamadı.
Devrimciler ısrarlı bir şekilde çetelere karşı direnmeye, saldırılarını ve özellikle gençleri yozlaştırma girişimlerini engellemeye çalıştı.
Yeni nesil çeteler değil, bir özel savaş uygulaması
90’ların sonu, özel savaş aygıtının da strateji değiştirmesine yol açtı. Aslında bugün ortaya çıkan ve ‘yeni nesil çeteler’ olarak adlandırılan yapıların nasıl olması gerektiğine dair ilk denemeler, 90’ların sonlarında ve 2000’lerin başlarında yapılmaya başlandı. Özel savaş aygıtı, o dönem Arap Emrah gibi çetelerin aksine farklı bir yapılanmayı deneme kararı almıştı.
2000’lerin başlarında, özellikle 90’larda mahallelerde devrimci mücadele içerisinde yer almış ancak sonrasında mücadeleyi bırakan kişiler üzerinden yeni bir çete yapılanmasına gidildi. Buradaki asıl amaç, İstanbul’un giderek büyümesi ve o güne kadar şehrin çok uzağında kalan mahallelerin artık kent merkezinde yer almaya başlamasıydı. Şehir büyüyor; büyüdükçe şehrin dışında duran mahalleler kentin içine dahil oluyordu ve devlet, bu alanlarda yoksulların yaşamasını istemiyordu. Bu nedenle o evlerin, o arsaların satılması, yoksulların ise yeniden şehrin dışına itilmesi gerekiyordu.
İşte o dönemde, devrimci eskilerinden oluşan ve yine mahallelerde yaşayan kişilerden yeni çeteler ortaya çıkmaya başladı. 90’ların sonlarına tekabül eden bu sürecin ilk adımları ise mahallelerde birdenbire ortaya çıkmaya başlayan ‘Türkü barlar’ oldu.
Türkü barlar ve yozlaşma
Türkü barların ortaya çıkışını, aslında bir özel savaş politikası olarak devrimci mahalleleri yozlaştırma çabasının bir adımı şeklinde görmek gerekir. Çünkü bu tür mekanlar, öncelikle mahallelerde ortaklaşmayı ve bilinçli bir örgütlenme modelini hedef alarak bunun önüne geçmeyi amaçlıyordu. Türkü barları kuranlar ise özellikle 90’larda devrimci yapılar içinde yer almış, sonrasında bu yapılardan ayrılan kişilerden oluşuyordu. Bu nedenle de buralara kimleri, nasıl çekeceklerini iyi biliyorlardı.
Türkü barlarla birlikte mahallelere uyuşturucu ve bireysel silahlanma furyası da girmiş oldu. Devletin kurumlarının neredeyse hiç denetim yapmadığı bu mekanlar, 2000’lerin ilk yıllarına kadar mahallelerde neredeyse her sokakta açılmıştı.
Bir yandan türkü barların açılması, diğer yandan devrimcilere yönelik baskıların artmasıyla birlikte; aynı zamanda mahallelerin demografik yapısını değiştirme çabalarına giren devlet, Kürt mahallelerine Türkleri, Alevi mahallelerine ise Sünnileri yerleştirerek bu yapının bozulmasının ilk adımlarını atmış oldu. Aslında bu politika, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürdistan’da uygulanmış; Kürt şehirlerine o dönem Türkler yerleştirilerek buraların Türk yerleşim yerleri olduğuna dair propaganda yapılmıştı. Aynı politika bu kez mahallelerde uygulanıyor, değişen demografik yapıyla birlikte devlet mahallelerde kendi gücünü de oluşturmaya başlıyordu.
‘Türkiye’nin en tehlikeli mahalleleri’
Bir yandan bunlar olurken, diğer taraftan Türkiye’nin farklı bölgelerinde bu mahallelere yönelik başka bir politik yaklaşım devreye sokuluyordu. Devrimcilerin yoğun olduğu mahalleler ile Alevi ve Kürt mahalleleri, medya aracılığıyla kriminalize edilmeye başlandı. Medyada belirli aralıklarla ‘Türkiye’nin en tehlikeli mahalleleri’ başlığıyla haberler yapılır hale geldi. Halen zaman zaman devam eden bu haberlerde yalnızca Alevilerin, Kürtlerin, Romanların yaşadığı mahallelere ve devrimcilerin güçlü olduğu bölgelere yer verilmesi, tesadüfle açıklanacak kadar masum bir durum değildir.
Bu dönemde ortaya çıkan çeteler, halkın yoksulluğunu kullanarak ilk etapta onların evlerini ellerinden almaya başladı. Çok sayıda ev ve arsa, çeteler aracılığıyla halkın elinden alınarak başkalarına satıldı. Satın alan kişilerin mahalleyle hiçbir bağının olmaması, o dönemde çok dikkat çekmese de sonraki yıllarda etkisini açık bir biçimde gösterecekti.
Özellikle Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde, o dönemde çok sayıda ev ve arsa Türk ve Sünnilere satıldı; bunların neredeyse tamamı ise faşist eğilimleri olan kişilerdi. Bu süreçte arsa ya da evlerini satanların büyük çoğunluğu, silah zoruyla değil; parasızlık ve dışlanma nedeniyle ellerindekileri satmak zorunda kaldı ve şehrin farklı bölgelerine taşındı.
Gazi Mahallesi, 1 Mayıs Mahallesi ve Okmeydanı gibi yerlerde, özellikle gecekondu bölgeleri bu dönemde el değiştirmiş ve farklı kişilerin eline geçmişti.
Bu süreç 2010’lara kadar sürdü ve çok sayıda kişi mahallelerden farklı bölgelere taşınırken, mahallelere dışarıdan gelen kişiler yerleşmeye başladı. Bu değişim, devletin planlaması doğrultusunda işlediği için; bu süreçte devlet de gelen kişiler aracılığıyla geniş bir ajan örgütlenmesi kurmaya başladı ve aynı zamanda bu dönemin çete yapılanmasının da temellerini attı. Demografik yapının değişmesiyle birlikte mahallelerde, mahallenin toplumsal dokusunu bozan değişiklikler de başlamış oldu.
Çetelerin yeniden ortaya çıkması
Aslında ‘yeni nesil çeteler’ kavramı da bir özel savaş uygulamasından başka bir şey değil. Daha önce ortaya çıkan çetelere yönelik bir güzelleme işlevi de gören bu tanım, geçmişte yaşananlara dönük bir sempatiyi de beraberinde getiriyor. 2010’lara kadar gelen süreç, devrimci yapıların yeniden güçlenmesiyle birlikte sekteye uğradı. Devrimci yapılar mahallelerde yeniden güç kazanmaya başlayınca, çetelerin faaliyetleri de azalmaya başladı. Özellikle türkü barlar ile uyuşturucu ve fuhuş yapılan mekanlar kapatıldı; mahallelerde devrimcilerin hakimiyeti giderek arttı.
Özel savaşın çeteleri yeniden sahaya sürme süreci ise, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında yaşanan iktidar içi çatışmaların ardından başladı. O güne kadar mahallelerde var olan çetelere yönelik devrimcilerin müdahaleleri, bu yapıların faaliyet alanını giderek daraltmıştı. 15 Temmuz sonrasında ise iktidar, aradığı fırsatı bulmuş gibi; Gazi Mahallesi, Okmeydanı, 1 Mayıs Mahallesi, Hacı Ahmet ve Kanarya mahallelerinde devrimcilere ve yurtseverlere yönelik baskıları artırdı. Yoğun gözaltı ve tutuklama furyasının başlatılmasıyla birlikte, çetelere yeniden geniş bir alan açılmış oldu.
Bu sürecin ilk adımı ise, bugün Kürdistan’da uygulanan yasadışı bahis pratiği oldu. Yasadışı bahisle birlikte, devrimci çevrelerden uzaklaşan ve işsiz olan gençler için bir kazanç kapısı açan özel savaş aygıtı, bu alanın güçlenmesine açık bir biçimde izin verdi. Yasadışı bahis faaliyetlerinin, özellikle bir dönem devrimci çevrelerde yer almış ancak sonrasında bu yapılardan ayrılmış kişiler aracılığıyla yürütülmesini sağlayan devlet, bu sayede mahallelerde yeniden güç kazanmaya başladı.
Bunun yanı sıra, neredeyse 40 yıldır sürdürdüğü demografik yapıyı değiştirme politikalarının da ilk sonuçlarını almaya başlayan devlet, mahallelerde kendisine yakın çevrelerin güçlenmesinin yolunu açıyordu.
Özellikler Kürt gençler hedef alınıyor
Bugün Türkiye ve Kürdistan’da ortaya çıkan uyuşturucu ve fuhuş sorunu, aslında uzun süredir devam eden özel savaş uygulamalarının sonuçlarının görünür hale geldiği bir dönemi ifade ediyor. Özellikle Kürt gençlerinin hedef alınması, amacın Kürt gençlerinin Kürdistan Özgürlük Hareketi ile buluşmasını ve devrimci mücadele içerisinde yer almalarını engellemek olduğunu açık bir biçimde ortaya koyuyor.
15 Temmuz sonrasında Türkiye’de, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gelişen yasadışı bahis uygulamaları, kolluk güçlerinin de desteğiyle büyümüş; bir süre sonra ise yasadışı bahis faaliyetlerini yürütenler çeteleşerek bugün isimleri herkes tarafından bilinen yapıların ilk adımlarını atmışlardır. Bu süreçte karşılarına çıkan engeller, özel savaş mekanizmaları tarafından bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Bu engellerin bir tarafını devrimci mücadele içindeki yapılar oluştururken, diğer tarafını ise o güne kadar devlet tarafından korunan ancak halk nezdinde kötü bir şöhrete sahip olan eski çeteler oluşturmuştur.
Devrimcilere yönelik baskıların artması, mahallelere yönelik keyfi uygulamaların çoğalması (toplu taşımanın azaltılması, belediye hizmetlerinin sunulmaması vb.), artan yoksulluk ve bunun yanında mahallelerde yaşayanların kentin geri kalanında ‘kriminalize’ edilmesi (tehlikeli mahalleler, suça sürüklenen çocuklar vb.) sonucunda; bir çember içine alınan bu mahalleler, artık büyüyen şehirlerin kenarlarında değil, tam merkezlerinde yer almaya başladı. Bu da mahalleleri birer rant alanına dönüştürdü.
Zaten yoksulların kentte yaşamasını hiçbir zaman istemeyen devlet, kentlerin merkezi noktaları haline gelen yoksul mahallelerin yeniden şekillendirilmesini sağlamak amacıyla, medya üzerinden yürüttüğü yoğun propaganda ile kentsel dönüşüm sürecini başlattı ve toplumu bu sürecin ‘zorunlu’ olduğuna ikna etmeye çalıştı. İşte kamuoyunda ‘yeni nesil çeteler’ olarak adlandırılan yapılar da tam olarak bu sürecin bir gerekliliği olarak ortaya çıktı.
90’ların sonunda mahallelerin demografik yapısını değiştirerek devrimci mücadelenin önünü kesmek amacıyla ortaya çıkan ve mahallelerde insanların arsalarını ve evlerini zorla ya da baskıyla satın alarak dağıtan çetelerin yerini, bugün kentsel dönüşüm için halkı baskı altına alacak, bunaltacak ve yerleşim alanlarından uzaklaştıracak yeni çetelerin ortaya çıkması gerekiyordu. Öyle de oldu.
Bu kez doğrudan ve ani baskılar uygulamak yerine, kitleleri aynı zamanda yozlaştıracak yöntemler devreye sokuldu. İnsanları evlerinden zorla çıkarmak yerine, bunun zeminini iyice hazırlamak amacıyla mahalleleri bütünüyle yaşanamaz hale getirme süreci başlatıldı.
Eski ‘devrimcilerin’ örgüt kurallarıyla yönettiği çeteler
Çeteler, kendilerine açılan yolda ilerlerken, kurucuları arasında eskiden devrimci mücadele içerisinde yer almış kişilerin bulunmasından kaynaklı olarak, bir nevi hücre yapılanmasıyla kendilerini örgütlediler. Mahallelerde, aynı çete içerisinde yer almasına rağmen birbirini tanımayan kişiler bile bulunuyor. Her küçük yapı, kendi sorumluluk alanında ve kendisine verilen görevler doğrultusunda işlerini yürütüyor. Çoğunlukla hiçbir grup, çetenin lider kadrosunu görmüyor.
Okmeydanı’nda uzun süre çeteler içerisinde yer alan T.S., çetelerle ilişkisinin sanal medya üzerinden başladığını; çetelerin ilk başta ‘mahalleyi koruduklarını’ söyleyerek gençlerle iletişime geçtiğini belirterek şunları anlatıyor:
“Ben sanal medya üzerinden özellikle çeteleri anlatan dizilerden kesitler paylaşıyordum. Benimle ilk irtibata geçtiklerinde 16 yaşındaydım. Yoksul bir ailede büyüdüm. Evde babam ve annem çalışıyordu, ben okula gidiyordum ama kazandıkları para sadece yaşamamıza yetiyordu. Yaşıtlarımın lüks içinde yaşadıklarını, istediklerini aldıklarını, istedikleri kadar para harcadıklarını görüyordum. Ben dışarıda bir bardak çay içemeyecek durumdaydım. Mahalleden tanıdığım, bir dönem devrimci olduğunu bildiğim bir abi benimle konuşmak istedi. Sibel Yalçın Parkı’na çağırdı. Gittim. Orada bana, devrimcilerin artık olmadığını; ancak mahalleye dışarıdan birilerinin gelip uyuşturucu sattığını, kızları kandırdığını söyledi. Mahallenin bir genci olarak onlarla birlikte olmam gerektiğini ve mahalleyi koruyacaklarını ifade etti.”
Özel savaşın, özellikle yoksul mahallelerde yaşanan çürümeyi derinleştirmenin bir aracı olarak kullandığı ‘mahalleyi koruma’ söylemini, son on yılda artış gösteren çete dizilerinde de görmek mümkün. Yoksul mahallelerde geçen ve orada yaşayan gençlerin mahalleyi ‘kötülerden’ korumasını anlatan bu dizilerden etkilenen gençler, devrimcilerin artık mahallelerde görünür olmamasından dolayı bu tür çetelere yöneliyor. Kendileriyle konuşan kişilerin de bir dönem devrimci çevreler içerisinde yer almış olması, bu etkilenmeyi daha da hızlandırıyor.
Gazi Mahallesi’nde bir dönem ‘Arap Emrah’ olarak bilinen Emrah Sever’in lideri olduğu çetede yer alan bir genç, çeteyle tanışma ve bu yapının içinde yer alma sürecine dair şunları anlatıyordu:
“Ailem, devrimcilerle yan yana gelmemi istemiyordu. Başıma bir iş geleceğinden, tutuklanacağımdan korkuyordu. Arap Emrah ve çetesiyle o dönemde tanıştım. Hem mahallelilerdi hem de mahallenin iyiliğini istiyor gibi görünüyorlardı. Mahalledeki gençleri koruduklarını, himayelerine aldıklarını söylüyorlardı. Çeteyle birlikte hareket etmeye başladıktan bir süre sonra bana silah ve para da verdiler. Artık istediklerimi alıyordum, dışarıdan mahalleye gelenleri kovuyorduk. Hatta bazı akşamlar mahallenin bazı yerlerinde devriye bile atıyorduk; hırsızlık gibi olaylar olmasın diye. Arap Emrah, uyuşturucu satanları bulup dövüyordu, kovuyordu. Ancak bunca olaya rağmen uzun süre neden tutuklanmadığını hiç anlamamıştım.”
Bir süre sonra, Arap Emrah çetesi ile devrimciler arasında yaşanan çatışmalara tanıklık eden genç, ardından Arap Emrah’ın devrimcilerin yerlerini polise ihbar ettiğini ve onların yakalanmasına yardımcı olduğunu gördüğünü, bunun üzerine çeteyle ilişkisini kesme kararı aldığını belirtiyor. Ancak bu süreçte; dışarıdan uyuşturucuya ve fuhuşa karşı olduğunu söyleyen çetenin, aslında daha büyük çetelerin tetikçiliğini yaptığını, para aldıktan sonra uyuşturucu satışına da ses çıkarmadığını fark ettiğini dile getiriyor.
Arap Emrah çetesi, uzun bir süre Gazi Mahallesi’nde devrimcilerin tüm müdahalelerine rağmen varlık göstermişti. Sonrasında devrimcilere yönelik baskılar artmış, mahallede neredeyse çalışamaz hale getirilmelerinin ardından devlet, ilk iş olarak Arap Emrah ve onun türevleri olan çeteleri tasfiye etmişti. Bunun yerine, daha kullanışlı gördüğü yeni çetelerin büyümesine yol verdi.
Bu değişime birebir tanıklık eden ve bir dönem Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi içerisinde mücadele eden Karker, o süreci şöyle anlatıyor:
“Arap Emrah ismi, Gazi Mahallesi ile neredeyse simgeleşmişti ve halk bu çetenin yaptıklarından rahatsızdı. Bu çetenin büyümesi, aslında devletin hiçbir şekilde işine yaramayacak; onun yerine zor yoluyla bastırdıkları devrimcilerin yeniden güçlenmesine alan açacaktı. Bunun yerine, zaten mahalleye soktukları yasadışı bahis işinden dolayı büyümelerine izin verdikleri kişilerin önünü açmayı daha mantıklı gördüler. Çünkü bunlar yeniydi ve neredeyse hepsi mahallenin çocuklarıydı. Hem para kazanıyorlar hem de uyuşturucu gibi işlere bulaşmamış görünüyorlardı. Özellikle Kürt gençlerini daha rahat yanlarına çekebilirlerdi. Öyle de oldu. Bugün adını tüm kamuoyunun duyduğu Daltonlar ve Casperler gibi çeteler o dönem ortaya çıkmaya başladı. Bu çeteler ilk başta kimseden haraç almaz, hatta yoksullara yardım eder, borçlarını öderdi. Halkın yanında görünen, polise karşı mesafeli duruyormuş izlenimi veren bu çeteler, mahallelere tamamen yerleşince gerçek yüzlerini de göstermiş oldu. İşte bugün Gazi, Okmeydanı ve 1 Mayıs Mahallesi gibi yerlerde uyuşturucu ve fuhuş gibi yozlaşmaların temelleri de böyle sağlamlaştırıldı.”
Çetelerin varlığı yeni bir durum değil; olmayacak da. Özel savaş, çeteler üzerinden halkları bir yandan baskı altına alırken, diğer yandan da kendine bağlamayı hedefliyor. Seçeneksiz bırakılan halklara kendilerini bir seçenek olarak sunup, onları tamamen devrimcilerden uzaklaştırmayı amaçlıyor.
Okmeydanı’nda bir dönem çeteler içerisinde yer alan E.S., devletin planlarına dair şunları söylüyor:
“Çetelerin tamamı aslında polisle iş birliği yapıyor. Bu iş birliği, sadece para alışverişiyle açıklanamayacak bir durum. Çeteler mahallelerde korku estirirken, zaten devrimciler üzerinde oluşan baskılar nedeniyle çalışmaların olmaması, polisin tek kurtarıcı olarak görülmesine de yol açıyor. Çetelerden şikayet etmek için polise başvuranlara açık bir biçimde ajanlık teklif ediliyor; ajanlığı kabul edenlere ise çeteler hiçbir şey yapmıyor. Mahalleye gelen yabancıların ve devrimcilerin polise bildirilmesini sağlamak için çeteler bir baskı aracı olarak kullanılıyor.”
Bir yandan kentsel dönüşüm adıyla yıkılan ya da yıkılacak olan mahalleler, diğer yandan yıkılana kadar dahi olsa ajanlaştırılmak istenen mahalle sakinleri… İşte ‘yeni nesil çeteler’ olarak adlandırılan yapıların asıl görevi ve çıkış amacı bundan ibaret. Çeteleri yalnızca adli vaka olarak ele almak, özel savaşın gerçek boyutlarını görememek anlamına gelir.
Kaynak: ANF









