Kayyımlar eliyle kadınlara yaşamda daha çok alan açan kurumlarımız kapatılmakta ya da işlevsiz bırakılmaktadır. Kadın daire başkanlıkları, kadın müdürlükleri kapatılıyor kadınların görev alanlarına erkekler atanıyor. Kadın emeği pazarları, dayanışma merkezleri, ana dilde eğitim veren kreşler, kooperatifler, çamaşırhaneler gibi birçok alan çalışamaz duruma getiriliyor. Kazanımlarımızın en görünür olduğu yerler tamamen yok ediliyor
Deniz Öztekin
Dünyada ağırlıklı olarak sağ, gerici, faşist ve popülist parti ve liderlerin iktidarda olduğu bu dönemde devletler arasındaki iktidar kavgaları derinleşirken, Ortadoğu’da da savaş tırmandırılıyor. Kapitalist sistem, bir çıkmazın içinde ve dünyayı bir cehenneme çeviriyor. Sistemini sürdürmek için her gün yeni pervasızlıklara imza atıyor. Geldiği aşamada çoklu krizlerini aşmak, sermayeye daha fazla kâr katmak için halklar arasında çatışmaları ve ırkçılığı kışkırtarak yeni alanlar açıyor. Derinleşen toplu krizlerle birlikte özellikle artan yoksullukla beraber, emekçiler, kadınlar, halklar için daha zorlu bir dönem içindeyiz.
Şiddettin arttığı ve faşizmin zirve yaptığı bir dünyada toplumsal cinsiyetçi kültür ve gerici geleneksel değer yargıları tarafından kadınlar sürekli özel psikolojik saldırılara maruz kalıyor. Dünyanın her yerinde çok ciddi bir kadın kırım politikası var. Ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir dille vahşileşen yöntemlerle kadın cinayetleri her geçen gün daha da katmerleşerek devam ediyor. Her gün kadın cinayetlerinin yaşandığı ülkemizde de kadınlara yönelik vahşi saldırılara tanıklık ediyoruz. Evde, iş yerinde, sokakta, mahallede bu kadar kadının katlediliyor olması erkek egemen sistemin kadınlara yönelik bir savaş içinde olduğunu gösteriyor.
Siyasal iktidar ülkemizi, siyasi, sosyal ve ekonomik olarak büyük bir kırılmanın eşiğine getirmiş bulunuyor. Her sabah mevcut hükümetin yeni saldırıları ile uyanıyoruz. Yaşam alanlarımız ve kamusal alanlarımız, kayyımlar aracılığı ile gasp ediliyor. İrademiz yok sayılıyor. Kadın ve emek düşmanı politikaları hayata geçirenler, başta Kürt halkı olmak üzere, sandıktan çıkan seçmenin iradesini yok sayıyor. Defalarca uygulamalarına ve irademizi teslim alamamalarına rağmen kayyım politikasında diretiyorlar. Öyle ki kayyım politikası bir rejim haline dönüştü. Siyasi iktidar yaklaşık on yıldır aralıksız olarak sürdürdüğü kayyım darbesiyle bizi, halkın iradesini ve seçilmişleri teslim alamayacağını öğrenmiş olmalıydı.
Kadınlar olarak daha önceki kayyım darbelerinden de biliyoruz ki, belediyelerimizi gasp eden darbeciler ilk olarak emekçi arkadaşlarımızı ve kadın kazanımlarını hedef alıyorlar. Kadın ve kültür alanındaki çalışmalarımız durduruluyor. Toplu sözleşmelerimiz askıya alınıyor.
Kayımlar eliyle kadınlara yaşamda daha çok alan açan kurumlarımız kapatılmakta ya da işlevsiz bırakılmaktadır. Kadın daire başkanlıkları, kadın müdürlükleri kapatılıyor kadınların görev alanlarına erkekler atanıyor. Kadın emeği pazarları, dayanışma merkezleri, ana dilde eğitim veren kreşler, kooperatifler, çamaşırhaneler gibi birçok alan çalışamaz duruma getiriliyor. Kazanımlarımızın en görünür olduğu yerler tamamen yok ediliyor.
8 Mart, 25 Kasım, regl izni, HPV aşısı, kreşler gibi kazanımlarımız yok sayılıyor ve hiçbiri uygulanmıyor. Buna ek olarak kadın odaklı, sosyal ve kent politikalarını güçlendiren yerel yönetimleri ele geçirerek, kadın belediyeciliğine, kadınların anadillerinde konuşabildikleri ve kendilerini ifade edebildikleri alanlara, kadına yönelik şiddetle mücadele birimlerine, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı belediye bütçelemesine, kadın istihdam ve meslek edindirme alanlarına zarar vermeye devam ediliyor. Kadın emeği üzerindeki sömürü, kadın kimliğimiz ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik saldırılar artarak devam ediyor. Örneğin; TÜMBEL-SEN’in Batman Belediyesi ile yaptığı, emekçiler ve kadınların kazanımları açısından örnek teşkil eden TİS kayyımın gelmesiyle birlikte askıya alındı.
Esenyurt Belediyesi, kent uzlaşısı ile yerel seçimlerde tüm katmanların bir arada ittifak halinde olması ile kazanılmış bir belediyedir. Bu katmanlar yok sayılarak ve ittifaka darbe vurulmuş, kayyım atanmasıyla ile Türkiye’nin en büyük ilçesinde halkın iradesini yok sayarken asıl olarak burada yaşayan tüm farklılıkların hep birlikte yarattıkları demokrasi umuduna darbe yapılmıştır.
Mevcut iktidar eliyle daha da derinleştirilen toplumsal ilişkilerin dini referanslarla, gericilik temelinde yeniden dizayn edilmesi, laiklik karşıtı uygulamalar, ayrıştırıcı, nefret dili ekonomik krizin derinleşmesine paralel olarak toplumda görülen yoksullukla birlikte, yozlaşma ve çürüme gün be gün daha da artıyor.
Toplumsal barış saldırı altındadır. Kadın ile erkek arasındaki ilişki, adeta insani bir ilişki olmaktan çıkarılmıştır. Erkek egemen anlayış, kadını, erkek cinsi için bir kullanım nesnesi haline getirerek, bir tahakküm ilişkisine dönüşerek, kadın ile erkek arasında bir yarılmaya neden oluyor. Mevcut iktidarının, “Kadın erkek eşit değildir, fıtratta yoktur” sözü aslında bize tahakküm ve biat ilişkisini tanımlamaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçerek 6284 sayılı yasayı etkin kılmayarak, nafaka hakkına göz dikilerek, tüm Belediyelerde kreşler kapatılarak kadının yaşam hakkı elinden alınıyor. Kadın katilleri cezasız bırakılarak, iyi hal indirimleri ile ödüllendiriliyor.
Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı olarak geri çekilmesiyle gördük ki, erkek cinsini iyi bir biçimde kendine yedekledi. Bununla birlikte aile politikası dayatması ile birlikte nafaka hakkı, kürtaj, kadının nasıl doğuracağı, ne giyeceği, kiminle konuşacağı yönünde kadınların bedeni üzerinde sömürüsünü daha da arttırırken, erkek cinsini de insanlıktan daha da uzaklaştırdı. Yani toplum gerici temellerde saflaştırdı. Bu gerici saflaşma, sadece mücadele yürüten kadınların sorunu değildir. Bu sorun aynı zamanda emekçilerin, demokratların, sol sosyalist hareketlerin politik mücadele konusu edilmelidir.
Artan şiddetle birlikte, erkek egemenliği kadınlara, LGBT+’lara, çocuklara karşı da savaş açmış durumda. Narin’in öldürülme biçimi, Sıla bebeğin başına gelenler, Ayşe Nur ve İkbal’in vahşice katledilmeleri, Rojin Kabaiş’in ölümünü aydınlatmaya yeter bilgileri içermediği, Gülistan Doku’nun bulunamayışı bizlerin mücadele azmini, isyan ve öfkemizi diri tutuyor.
Kadınların ve çocukların istismar edildiği, İstanbul’da birçok bebeğin yeni doğan çetesi tarafından yoğun bakım ünitelerinde ölüme itilmeleri bir vahşet vahşettir. Hayatı bize zindan eden ataerkil şiddetin sebebi, erkek egemen kapitalist sistemdir. Kapitalist sistem erkek cinsine, canlarını almak dahil kadınlara istediklerini yapma hakkı veriyor. Sorun sadece zihniyet değil erkek egemen sistemidir. Eğitim ile küçük yaştan itibaren cinsiyetçiliği beyinlere kazıyorlar.
Kız çocukları sürekli baskı altında, kendilerini sürekli sınırlamak ve gizlemek zorunda kalırken, erkek çocukları “haydi aslanım” sözleri ile büyütülüyor. Diyanet kız çocukları ile evlenilebileceği yönünde fetvalar veriyor. Yani kadına yönelik şiddet, katliamlar, taciz ve tecavüzler erkeklerin bireysel tavrı değil her türlü devlet, medya olanağıyla insanlara çocukluktan itibaren zorla giydirilen ataerkil zihniyetin sonucudur.
Geçen yılı “emeklilerin yılı” olarak ilan ederek emeklilere sefaleti layık görenlerin, bu yılı da aile yılı olarak adlandırmaları, kadınları korkunç bir tablonun beklediğini gösteriyor. Bu anlamda asıl çözüm bu tarihsel ataerkil kapitalist sistemin değişimidir. Kadınlara dayatılan, reva görülen uygulamalara karşı kadınlar olarak hayatta kalmak, bilinçlenmek, örgütlenmek, kadın dayanışması ve yoldaşlığını büyütmek ve herkesin sık sık dillendirdiği “öz savunma yaşatır” düsturuna hayat kazandırmaktır. Öz savunma örgütlenmek demektir.
Yaşamın her alanında sendikada, partide, örgütte, sokakta, mahallede, evde ve iş yerlerinde örgütlü olmak zorundayız; ancak örgütlü olmak bizi yaşatır ve güçlendirir. Erkek egemenliği devlet ve sistem olarak bu kadar örgütlü iken, kadınlar bu şiddetin karşısında birey olarak kalamazlar. Öz savunma kadın dayanışması ve kadın yoldaşlaşmasıdır. Öz savunma bilinç ve düşünme yetisidir. Bilinç ve düşünce yetisi elinden alınan kadınlar ölümlerin anaforunda kendini kurtaramaz.
Sonuç olarak; adeta cins kırımına dönüşen bu yönelimlere karşı yaşamımızı, varlığımızı, haklarımızı savunmak için birleşik mücadeleyi büyütmeli, hiçbir kadını örgütsüz bırakmamalıyız. Bunun için kadınların aklına, sevgisine, emeğine, birlikteliğine ihtiyaç var. Demokrasiyi, eşitliği, toplumsal barışı ve yaşamı önceleyen bir mücadeleyi örmek hepimizin görev ve sorumluluğundadır.
———————
*Tüm Bel-Sen MYK üyesi