Bitlis’in dağlarında yankılanan su sesleri, rüzgârla dans eden ağaçların fısıltısı, balın kokusu, ceviz ağacının gölgesi, yüzyıllardır burada yaşayanların hikâyesidir. Fakat bugün bu sesler, baraj motorlarının uğultusunda boğulmakta; derelerimize, ormanlarımıza ve köylerimize sessizce ölüm taşınmaktadır.
Bitlis, yalnızca taşın toprağın değil, suyun, ağacın ve canlıların ortak evidir. Bugün bu ev, sistematik bir şekilde parçalanıyor. Asimilasyon, zorunlu göç ve kalkınma maskesiyle sürdürülen ekolojik yıkım politikaları, kenti insansızlaştırmakla kalmıyor; doğasını da susturuyor. HES projeleriyle, orman kıyımlarıyla Bitlis adım adım boğuluyor.
Baykan 1 ve 2 HES projeleri, Botan Çayı kolu üzerine kurulmak istenen Hizan HES, Şahin Güzeldere-Ölek Deresi hattında planlanan barajlar… Her biri doğayı sadece teknik bir harita üzerinde değerlendiren anlayışın ürünüdür. Kürtçe isimleri gizlenmiş, yerelin hafızası silinmiş, vadilerin ruhu duyulmaz hale getirilmiş durumda.
Barajların kurulacağı bölgeler, endemik bitki çeşitliliğiyle, şelaleleriyle, su kaynaklarıyla eşsiz doğal alanlardır. O dereler sadece su taşımaz; yüzlerce canlının yaşam alanıdır, köylünün geçim kaynağıdır, arıcılığın, hayvancılığın, tarımın nabzıdır. Barajla birlikte bu yaşam damarları kesilecek; nehirle birlikte umut da akıp gidecektir.
Bitlis’te orman kıyımı artık sıradanlaşmış bir vakadır. Jandarma aracılığıyla Orman Müdürlüğü’ne bildirilen alanlar, “güvenlik” gerekçesiyle ihaleye açılmakta, adeta süpürgeyle temizlenircesine, bir dal dahi kalmadan yok edilmektedir. Kolludere, Simek, Sihe bölgelerinde kesim hâlâ sürüyor. Üstelik kesilen odunlar, Bitlis halkının değil, 18 ilin yakacak ihtiyacını karşılamaktadır. Bu, açıkça kaynak sömürüsüdür. Yoksul bir ilin doğası, başka illerin sobasında kül olmaktadır.
Bu ağaçlar sadece odun değil; aynı zamanda Bitlis’in doğasıdır, nefesidir. Bitlis halkı gölgesini bile kaybederken, emeği başka yerlere peşkeş çekiliyor. Bu kıyım ne ekonomik akla, ne ahlaka, ne de hukuka sığar.
Bugün onaylanma aşamasında olan ya da ÇED raporlarıyla önü açılan birçok HES projesi var. Ancak bu raporlar yalnızca teknik verilerle sınırlı. Hiçbiri, orada su içen bir ceylanı, arıcının kovansız kalışını, köylünün topraksız kalışını anlatmıyor.
Şahin Güzeldere, Ilıcak, Aşağıbalcılar, Çeltikli köylerini kapsayan proje, yalnızca evleri değil, bir kültürü sular altında bırakacak. Sulak alanların yok olması, akarsu rejiminin değişmesi demek; iklimin bozulması, toprak veriminin düşmesi, geri dönüşü olmayan kayıplar demek.
Bugün bu projelere onay veren, ihaleye giren, bu inşaatlarda çalışan herkes bilmelidir ki: Bu projeler yalnızca doğayı değil, insanı da yıkıma sürüklüyor. Bu bir kalkınma değil, çöküştür. Suyun yolunu betonla kesmek, doğaya yapılan en büyük ihanettir.
Vicdan sahibi hiçbir yurttaşın bu projelerde yer almaması gerekir. Teknik değil etik bir duruştur bu. Her sözleşmenin altında yalnızca imza değil, binlerce canlının vebali olacaktır.
Bugün Bitlis’in vadilerini, ağaçlarını, sularını savunmak; çocuklarımızın nefes hakkını, arının balını, köylünün emeğini savunmaktır. Bu sadece çevrecilerin, ekolojistlerin ya da aktivistlerin meselesi değil; her vicdan sahibi insanın meselesidir.
Bitlis yerel halkı başta olmak üzere, herkesin bu sessiz felakete dur demesi gerekiyor. Çünkü yarın geç olabilir. O dereler kuruduğunda, o ormanlar yok olduğunda, sadece bir doğa kaybı değil; bir halkın, bir kültürün ve bir tarihin de yitimi olacaktır.
Sessizliğimiz bir çığlığa dönüşmeden, gelin başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim…
Bitlis’in o eşsiz güzelliklerini, serin sularını, yemyeşil doğasını, göğe uzanan ağaçlarını gözümüzün önüne getirelim.
Sahip olduklarımızın kıymetini bilelim.
Bu güzellikler için mücadele edelim.
Çünkü bir gün, “vah vah!” diyerek dizlerimize vursak da, bu derenin, bu toprağın, bu doğanın güzellikleri bir daha asla geri gelmeyecek…