Bolivya’da, ABD destekli ‘beyaz’ sermaye çevreleri ile polis ve askerler tarafında faşist bir darbe yaşandı. Darbenin niçin yaşandığını anlamak için 2006’da seçimle iktidara gelen Evo Morales’i iktidara taşıyan koşullara ve kazanımlara bakmak gerekiyor. Bolivya’da 2005 öncesi iktidarda olan sermaye iktidarı ülkeyi sermayenin arka bahçesi haline getirmişti. Halkın işsizlikle ve yoksullukla yaşama tutunmaya çalıştığı 90’lı yılların sonuna doğru IMF’nin önerisiyle Cochabamba’da tüm su varlığı bir şirkete satılmıştı. İnsanlar içeceği ve tarım üretimi yapacağı suya erişemez hale gelmişti.
Özellikle yoksul yerlilerin yaşadığı güney bölgesinde (Zona Sur) halk suya erişim için kuyular açarak kendi su şebekesini inşa eder. Cochabamba’da ise halk susuzluğa çözüm bulmak için evlerinin çatılarına tenekelerden kanallar yapıp yağan yağmur sularını evlerinin altına-çevresine yaptıkları depolarda toplarlar. Suların kontrolünü satın alan şirket yağmur sularının da kendisine ait olduğunu ve halkın suları depolamasına önlem alınmasını iktidardan ister. Ardından güvenlik güçleri halkın su depolarını ve çatılara yaptıkları teneke kanalları yıkmaya başlar. Bu süreçle birlikte Cochabamba’da başlayan su mücadelesi, Evo Morales’i ve partisi MAS’ı (Sosyalizme Doğru Hareket) iktidara taşıyan en önemli etkenlerden birisi olmuştur.
Cochabamba direnişi, 2003 yılında ‘Kara Ekim’ olarak adlandırılan hükümetin doğalgaz politikalarına karşı girişilen eylem ve 2005 yılında Aymara ve Quechua yerlilerinin başlattığı özerklik hareketi MAS’ın her geçen gün büyümesini sağlamıştır. 2005 yılı Aralık ayında yapılan seçimlerle ise Bolivya’nın tarihinde bir ilk yaşanır ve yerli kökenli ilk devlet başkanı Evo Morales, yüzde 54’lük oy oranı ile iktidara gelir. Yeni Anayasa hazırlanır, yüzde 63’lük bir oy oranıyla kabul edilir ve on yıllardır ülkenin sahip olamadığı ekonomik, sosyal ve kültürel haklar kullanılmaya başlar. Yeni Anayasa ile sermaye yanlılarına açıkça meydan okunurken, nüfusun çoğunluğunu oluşturan yerlilerin hakları metinde 130 kez yer alarak Anayasa’ya girer. Tüm bu olumlu gelişmelere karşın gerçekleştirilen darbeyi engelleyebilecek mekanizmalardan yoksun olunması dikkat çekicidir. Yerli halka yönelik saldırılar darbeyle birlikte başladı. Ancak saldırılara karşı halk direnişlerinin başlaması Bolivya’nın öyle kolay teslim olmayacağını gösteriyor.
Bolivya’nın bazı madenler açısından zengin olduğu ve bu madenler içinde litium madenin özel yer tuttuğu biliniyor. Litium madeninin dünyanın yüzde 50 rezervi Bolivya’da yerli halkların yaşadığı dağlık bölgelerde bulunuyor. ABD’li şirketlerin bu madenle uzun süredir ilgilendiği ve madenleri ele geçirmek istedikleri bilinenler arasında. Bolivya’nın litium madenleriyle ilgili Çin’le anlaşma yaptığı ve bu anlaşmanın darbe sürecini hızlandırdığı söyleniyor. Kapitalizmin küresel iklim krizine çözüm arayışları sermaye için yeni birikim alanları gerektiriyor. Bu alanların başında ise motorlu araçların petrolle değil elektrikle çalıştırılması başta geliyor. Büyük bir birikim alanında milyarlarca elektrikli motor üretilmesi ve eski motorların sökülüp hurdaya gönderilme sürecini işletmek istiyorlar.
Elektrikli araç üretimleri her geçen gün artarken bu alanda çok büyük bir rekabet de ortaya çıkmış durumda. Elektrikli motorlar için olmazsa olmaz olan şey ise pil. Elektrikli araçlarda litium madeninden elde edilen litium pilleri kullanılmakta. Litium pazarının 2020 yılıyla birlikte yüzde 81 oranında artarak, 347 bin ton litium karbonat eşdeğeri (LCE) oranında büyüyeceği ve önümüzdeki yıllarda Liion pil tabanlı elektrikli taşıtların birincil talep olacağı öngörülmekte. Su mücadelesi ile iktidara oturan Morales’e yönelik darbenin gerçekleştirilmesinde en önemli nedenin bu olduğu belirtiliyor. Maden sahalarının Morales iktidarını destekleyen yerli halkların yaşadığı bölgelerde olması darbe sürecinin bitmediğini ve önümüzdeki süreçte ciddi bir saldırının yerlilere yönelik başlatılacağını gösteriyor.
Kapitalizmin dünyada yaşamı sonlandırmaya kadar varacak olan aşırı üretim zorunluluğuna yanıt vermek artık ertelenemez noktada. Türkiye coğrafyasının yüzde 60’ı maden sahası olarak çoktan işaretlendi. Binlerce maden bunlara eklenecek ve yine binlerce yeni lisanslarla yaşam alt üst edilecek. Bu durum aynı anda dünyanın tamamında yaşanıyor. Kapitalizm dizginlerinden boşanmış durumda her yana saldırılar düzenlerken, aslında can çekiştiğini gösteriyor. Kapitalizmin saldırıları tüm dünyayı kapsarken dünya halklarının dayanışması önündeki sınırlar da önemini yitiriyor ve kapitalizme karşı topyekun direnmek ve kazanmak tek seçenek olarak karşımıza çıkıyor.