Türkiye, dünyada aylık gıda enflasyonunun en yüksek olduğu ülke konumunu koruyor. Sofralar boşalırken ekonomi yönetimi tabloyu pembeleştirmeye devam ediyor
Türkiye’de yaşayan milyonlar, her yeni ayda pazarda ve markette değişen fiyat etiketleriyle mücadele ederken, ekonomi yönetimi hâlâ “istikrar” söylemiyle programını savunuyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in başında olduğu ekonomi yönetimi 23’üncü ayını geride bırakırken, TÜİK’in dahi gizleyemediği veriler Türkiye’nin dünyada gıda enflasyonunun zirvesinde olduğunu ortaya koyuyor.
FAO ve OECD’nin yayımladığı güncel verilere göre Türkiye’de gıda fiyatları son bir yılda yüzde 36,09 arttı. Bu oran, dünya ortalamasının tam 4,75 katı. Aylık bazda artış ise yüzde 9,21 gibi çarpıcı bir seviyeye ulaştı. Bu, pek çok ülkenin yıllık toplam enflasyonunu geride bırakıyor.
Sorun sistemsel
Türkiye’de açıklanan aylık gıda enflasyonu, OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında aradaki fark adeta uçurum. Japonya’da yıllık gıda enflasyonu yüzde 8,8, Norveç’te 7,5, Kosta Rika’da 6,8. Meksika’da yıllık oran yüzde 3,2, Finlandiya’da ise yalnızca yüzde 1,6. Türkiye’nin sadece bir ayda yaşadığı artış, bu ülkelerin bir yılda yaşadığı toplam artıştan fazla.
Bu tablo, enflasyonun dışsal değil sistemsel bir sorun olduğunu gösteriyor. Türkiye’de gıda fiyatları sadece kur artışlarıyla ya da küresel krizlerle değil, doğrudan uygulanan politikalarla belirleniyor.
Enflasyon düşüyor masalı
Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek göreve geldikten 23 ay sonra enflasyon yüzde 39,59 olarak açıklandı. Aynı 23 aylık dönemde gıda enflasyonu yüzde 52,52’den sadece yüzde 36,09’a çekilebildi. Gıdanın hanelerdeki harcama payı düşünüldüğünde, toplam enflasyondaki sözde iyileşmenin halkın yaşadığı gerçeklikle ilgisi kalmıyor. Yani tablo net: Enflasyon düşüyor söylemi, sofrası boşalan milyonlara söylenmiş bir masaldan ibaret.
Gıda ayrıcalığa dönüşüyor
Gıda fiyatlarındaki artış, üretici maliyetlerinden çok daha hızlı seyrediyor. Tarladan çıkan ürünün market rafına kadar katlandığı bu düzende, aracı şirketlerin ve zincir marketlerin kâr oranları dikkat çekiyor. Bu zincir, üreticiyi ucuza mahkûm ederken tüketiciyi pahalıya mecbur bırakıyor.
Üretim maliyetlerinin çoğu döviz kuruna bağlı girdilerden oluşsa da, esas sorun yapısal. Tarımsal üretimde planlama yok, çiftçiye destek yok, tarımda ithalata bağımlılık ise sürekli artıyor. Bu da sadece çiftçiyi değil, tüketiciyi de ithalatın fiyatlarına esir ediyor.
Bu tablo, en çok da sabit gelirli milyonları etkiliyor. Asgari ücretin dörtte biriyle sadece bir haftalık temel gıda alışverişi yapılabiliyor. Sağlıklı beslenme neredeyse imkânsız hale geldi. Et, süt, yumurta gibi temel protein kaynakları geniş kesimler için ulaşılamaz hale gelirken, çocukların gelişimi ve genel sağlık durumu ciddi biçimde tehdit altında.
TÜİK verilerine göre enflasyon düşüyor olsa da, mutfaktaki gerçeklik bunun tam tersini söylüyor. Raflarda artan fiyatlar, açlığın istisna değil kalıcı hale geldiğini gösteriyor. Gıdaya erişim hakkı, artık yalnızca alım gücü olanların sahip olduğu bir ayrıcalığa dönüşüyor.
Krizden beslenen sistem
Ekonomi yönetiminin yapısal sorunlara dokunmadan sürdürdüğü politikalar, gıda krizini derinleştiriyor. Üretici desteklenmiyor, tüketici korunmuyor. Ama zincir marketlerin, büyük tarım şirketlerinin ve ithalatçılarının kârları büyümeye devam ediyor.
Krizlerin faturasının hep emekçilere kesildiği bu düzende, gıda krizi sadece mutfaktaki sorun değil, aynı zamanda bir sınıf meselesi. Bir kesim sofradaki ekmeği küçültürken, bir diğer kesim büyüyen kârlarla daha da zenginleşiyor.
EKONOMİ SERVİSİ