Anadolu coğrafyasında her taraflarından kendilerini kuşatan taşra ortamının kurak ve karanlık dehlizlerinde var olmaya çalışarak çocukluk ve gençliklerini yaşayan bir toplumsal zümre var.
Bu zümrenin o boğucu dehlizlerin içinde yaptıkları en ufak hayatiyet kıpırdanışlarında bile her taraflarından kendilerine batarak kanatan sivriliklerin (gerici toplumsal reflekslerin) akıttıkları kanla eğitilerek ezilip örselenmiş kişilikleri, aslında hep özendikleri ama hiç tanışmadıkları özgürlükle ilgili her şeye haset ve hınçla doluyor.
İşte, bu zümre şimdi iktidarda!
Hem içinde yetiştikleri koşullar tarafından ama hem de kendi elleriyle iyice örselenip hiçleştirilen bu toplumsal zümre tarafından boğulmaya çalışılıyoruz.
Şimdi iktidarda olan bu zümrenin ortaya saçılan çapulcu aç gözlülüğü, görgüsüzlüğü, yasasızlığı, kurnazlığı ve keyfiliği marifet sayan ahmaklığı ve özgürlük nefreti ülkemizdeki toplumsal ve siyasal yaşamı içine çeken bir karanlık delik, bir boşluk oluşturuyor.
Bolca “Beka!” söyleminin eşliğinde tam tersi yönde ilerlenerek bir zaman öncesine dek kutsal olması için çabalanan her şey çöpleştiriliyor; yargı ve Meclis hiçleştiriliyor, aslında tek tek saymayalım hepsinin içinde konumlandığı devlet çeteye indirgeniyor.
Devletin her birimi alınıp satılan bir “mal” oldu; en son atanan kayyumların gözlerinde sadece devletin halkı ezen soğuk bakışı yok, aynı zamanda o gözlerde “dünyalığını” yapabileceği bir makama nihayet oturabilmiş olmanın kurnaz ve sinsi sevinci de sırıtıyor.
Kaymakamlık, valilik, bakanlık…vd., hepsi artık sadece halka tepeden bakan mevkiler değil, aynı zamanda alınıp satılan şeyler, mallar, zenginlikler. Hepsinin bir “fiyatı” var, üstelik hepsi sadece şimdiki “fiyatı” üzerinden değil, aynı zamanda ilerde sağlayabileceği maddi imkanların miktarı üzerinden de “değer” kazanıyor.
Despotizmle işgal edilmiş olan sistem içi politik alanın içinde halkın mücadelesiyle açılmış gedikler üzerinden kısmen var olan kendine özgü “özerklik” kapasitesi hınçla budanıp, borsada alınıp mallar toplamına, aslında borsanın da içinde olduğu kapitalist ekonominin omurgası olan sermayenin somut-tarihsel hareketine doğrudan bağımlı bir “alt alana” indirgendi. Faşizmin karanlığına sürükleniyoruz.
Değerlerin değil, fiyatların zamanındayız. En yüce en dokunulmaz değerin bile artık bir fiyatı var! Sözgelimi, “hırsızlık yapmamak” ya da “kamu malını çalmamak” artık pek de önemli değil, hatta daha cüretli açık sözlülerce “ahmakça” veya “çocukça” bir hassasiyet olarak görülüyor; “hırsızlık” ise, “ne kadar olduğu” ve “değip değmeyeceği” üzerinden değerlendiriliyor!
Yeter ki kasalar dolsun!
İktidarın şimdiki ana gücü AKP’de yüzsüzlük çoktan aşılmış; O artık arsızlık zirvesine bayrağını dikip sımsıkı tutarken sırıtmayı marifet sananların partisi!
Enver Paşa’dan MHP’ye
Bir zamanların gariban taşralı gençler aşamasını çoktan geçip şimdi “parayla satın alınan sefa alemlerinin kralları” aşamasına sıçrayan MHP unsurları, Resneli Niyazi ile aynı zamanda padişaha karşı dağa çıkan Enver Paşa’nın ne de olsa taşıdığı “askeri kahraman” sıfatını taşıyabilirler mi? İmkansız!
Onlar her gün daha fazla çürümeyle daha derin dibe doğru yolculukla, sermayenin her köşeyi ince ince işlediği para ilişkilerinin içinde yer kapma “kahramanlığıyla” meşguller. İpleri ABD’nin elinde! Zaten başlardaki Jön Türk ilericiliği aşamasında bozguna uğradıktan sonra Enver’in de ipleri Almanya’nın eline geçmemiş miydi?
Pan Türkist -Pan İslamist hayaller, Alman emperyalizminin yayılma arzusunun perdesinden başka neydi?
İşte, şimdikiler de, ABD yayılmacılığının yerel askerleri!
Önemli farklılık ise, Enver padişaha karşı davranırken, MHP’liler padişahın/devletin adına davranıyorlar
Teğmenler
Teğmenlerin ihracı, zaten sahip olduğu iktidar asası elinden alınan Kemalizmin ülkede hala yaşayan kimi güç alanlarını da ezen bir gövde gösterisi oldu. O 5 teğmen, 1 albay, 1 yarbayın üzerinden hala yaşayanlara mesaj verilip “gözümüz kara, gözünüzün yaşına bakmayız” deniliyordu.
Tasfiye işleminin yürütücüsü AKP-Cemaat güç alanının tasfiye sürecindeki her ileri adımını önce “ama bu kadar da olmaz ki” şaşkınlığıyla protesto eden sonra da korudukları “mevzileri” uysalca teslim eden Kemalizmin sözümona “bekçileri” ise, hala kendilerini gösterebildikleri kimi medya alanlarında şarlatanlık yaptılar. Teğmenlerin henüz hala taşıdıkları “saflık” yanında binbir tilkinin iğfal ettiği bilinçlerinin yansıdığı gözlerinden akan sinsilikle ve içi boş sözlerle zavallıca atıp tuttular.
Kemalizme değil aslında sadece “omuzlarındaki apoletlere” bağımlı olan bu “general emeklilileri”, başta “büyük entelektüel” İ. Başbuğ olmak üzere, tarihsel Kemalizmin yerlerde sürünen aşamasını temsil ediyorlar.
Ölünün arkasından tepinenler
Aslında artık bildiğimiz CHP yok; O büyük ölçüde öldü, hala kalan kimi canlı hücreleri de içinde dört dönen “hançerli görevliler” tarafından yok edilmeye çalışıyor.
Geçmişteki CHP değil de şimdiki gerçek CHP bir zamanlar yaka paça kapıştığı ANAP/Özal okulundan İmamoğlu ve MHP/Türkeş okulundan Yavaş arasındaki liderlik yarışının sahnesi oldu. Ö.Özel ve Kılıçdaroğlu ise, CHP içinden tasfiyesini bizzat yürüttükleri Kemalizmin “bekçisi” maskesiyle hoplayıp zıplarken aslında “ne olur ne olmaz, belki de eski CHP’den bir şeyler kalmıştır” endişesiyle onları da yok etmek gerilimindeler.
Hedef, kılçıksız bir sermaye partisi olmak, tam yol ileri!
Kemalizmin CHP’den tasfiyesindeki her ileri hamle, Anıtkabir’de eskisinden daha gösterişli anmalar ve ziyaretlerle taçlandırılmıştı. Halen de öyle değil mi!
Hala kalan son artıklarının da tasfiyesi sürecinde her zamankinden daha fazla M.Kemal methiyesi yapılıyor. Kemalizmin yok oldukça hayaleti daha çok parlatılıyor, Kemalizm herkesin keyfince ayağında zıplattığı futbol topu ya da maskot düzeyine indirgeniyor.
TÜSİAD, yalnız İmamoğlu değil, elbette hiçbir “tutarlılık” endişesi taşımadan sadece sermaye birikiminin gerilimiyle dolu olarak manevralar yaparak, Yavaş’ın da, Özel-Kılıçdaroğlu ekseninin de arkasında!
Doğrusu iyi iş çıkarıyorlar!
Kemalizmin sermayenin güncel ihtiyaçlarına cevap veren yeni versiyonu sahneye sürülüyor!
Peki, Kemalizmin, 20’li 30’lu yılların koşullarında kurulmasına öncülük yaptığı sermaye cumhuriyetinin güncelliğine uyum sağlaması rasyonel değil mi? “Kurucu öncü” olarak sağladığı toplumsal itibar neden günümüzde kullanılmasın? Kemalizm M. Kemal kişisiyle sınırlı olmak zorunda mı?
Hala Kemalizmi halkçı-ilerici bir siyasal duruş sayanlar varsa, ki varlar ve oldukça geniş bir toplumsal güce sahipler; işte bu güçler kaderlerine katlanıp çile çekmekle ya da hiçbir dönüştürücü siyasal güç taşımayan bağnaz nutuklar atanlara ahmakça umut beslemekle mi yetinecekler; yoksa Gezi’de olduğu gibi halkçı-devrimci güçlerle ortaklaşarak demokratik bir yeni cumhuriyet için mücadeleye mi yönelecekler?