2 Nisan boykotunu nasıl ele almalı? Neo-liberal Saray diktasına karşı başlayan sosyal uyanış hareketinin yeni bir uğrağı olarak beliren 19 Mart isyanının yarattığı özgün bir eylem mi? Onun sermaye karşıtı içeriğini de görerek saf bir iyimserlikle mi? Ya da sınırları, stratejisizliği, genel direniş içeriğinden yoksunluğu nedeniyle karamsar bir sinizmle mi? Veya eylemlerde zaman zaman beliren ırkçı, faşist, neo-ittihatçı söylemlere de bakarak, faşist bir konsolidasyon sürecinin korporatist adımları olarak mı?
Tüm bu soruları “aynı anda hepsi” ya da “hiçbiri” diye cevaplayabiliriz. Hakikatin sürekli oluş halinde ve aynı zamanda parçalı bir bütün oluşturması nedeniyle boykotun gerçek doğasının kavranması sanıldığından daha zordur. Şöyle ifade edelim. Kendiliğinden ortaya çıkan isyan türlü güçler tarafından çekiştirilir, ittirilir, yönlendirilmeye çalışılır. Yanılgılı bir bakış bu süreci tüm git gelleriyle ve içsel mücadeleleriyle kavramak yerine onun bir anına odaklanır ve o anda çektiği fotoğraftan yola çıkarak tüm süreci sadece bir yönüyle damgalar, mahkûm eder. Yazık ki bu yöntem halk hareketinin potansiyellerini de yok eder.
Boykota ve arkasındaki konsolidasyona bakınca çok daha zengin ve karmaşık bir içerik vardır oysa. Boykot, sermayenin en azından bir kesimini kısıtlı bir zaman dilimi için hedef alan bir halk eylemi olarak belirdi. Burada görmek isteyen hareketin o kadar da kapitalizm karşıtı olmadığını görebilir ve aslında yanlış bir tespit olmaz ama onu uçlaştırmak yanılgılı bir tespit olur. Ama diğer yandan görmek isteyen de bunca yıllık neoliberal dikta altında mücadele kapasitesi yok edilmiş yoksul milyonların el yordamıyla mücadele enstrümanları arayışında olduğunu da görebilir. Rüşeym halinde olup filizlenmeyi bekleyen bir anti-kapitalist öz, bilinç düzeyinde olmasa da az biraz derinlerde yüzeye çıkmaya çalışmaktadır.
Metaların dolaşımını kısıtlı da olsa durdurmaya yönelmiş bu ateşe su taşıyan karınca seferberliği elbette zaaflarla ve tehditlerle yüklüdür. Bu zaaf ve tehditlere geleceğiz ancak hareketin iktidar koalisyonu içerisinde yarattığı etkiye bakacak olursak boykotun son derece hassas bir konuyu kaşıdığını görebiliriz: Demos’u dağıtıp yerine atomize edilmiş bir toplum, tek tek homo economicus’lardan oluşan itaatkâr bir yığın yaratma projesi olan neoliberal diktatörlüğün sorgulanmaya başlaması.
Basit bir boykot hareketinin açığa çıkardığı basit sorular yerlerinde durmayabilir. İsyanın yarattığı enerjiyle birlikte düşünüldüğünde, boykottan yola çıkan ve arayış içerisinde olan bir öznenin alıcıları açıktır. Öznenin odağını birden emeğe, sermayeye, artı değere, sömürüye, ekolojik krize, patriyarkal tahakküme, ırka, ulusal tahakküme, sınıfa, cinsiyete çevirmesi olasıdır.
Böyle bir potansiyel CHP’nin kitle hareketini içerme, sınırlandırma ve pasifize etme politikalarının barikatlarını da yıkabilir. Milyonların arayış içerisinde olduğu bir özel durum söz konusudur ve genel grev genel direniş ile buluşmadığı için de sermayeyi hemen hemen hiç tehdit etmeyen tüketmeme eylemi yüklü olduğu başka potansiyeller nedeniyle panik yaratmıştır.
Bu açıdan boykotun kendisinin değil ama boykotçu öznenin potansiyeli tehdit yaratmıştır. Boykotçu hareketin tam da bu yüzden potansiyeli küçümsenmemelidir.
Öte yandan isyanın ve boykotun yarattığı iyimserlikle halkçı siyasal güçlerin zaaflarının üzerinden atlama eğilimi de aynı anda devrededir. Sanki her şey basit bir ajitasyonla halledilecek kadar basitmiş gibi, “genel grev, genel direniş”in boykota eşlik etmesi çağrısı yapılıyor. Bu çağrının yapılması haklı bir çağrıdır ancak bu koşullarda retorikten ileriye giden bir yönü yoktur.
Retoriktir, çünkü genel grev ve genel direniş çağrısı kitleler içerisinde örgütlü bir öncü gücü gerektirmektedir. Üstelik bu öncü güç toplumsal gerçekliğin talep ettiği gibi bir ittifak alanıdır. Basitçe yan yana gelişten ziyade somut durumun somut tahlili olarak bir güç ve eylem birliğini gerektiren bu çağrının gereklerinin yerine getirilmeden sürekli dillendirilmesi sözün etkisini düşürmektedir. Genel grev ve genel direniş çağrısı için bir olağanüstü durum gerekir, o durum vardır. Bugün bir darbe ile karşı karşıyayız. Ama o olağanüstü durumu yönetecek bir öncülüğe de ihtiyaç vardır. Bugün bu öncülüğü tek başına gerçekleştirebilecek hiçbir siyasi özne yoktur, bugünden yarına hemen olmayacaktır da. İttifak mı, çokça lafı edilse de kendisini gören var mı?
Boykot tek başına bir şeyi çözmez. O, halk hareketine demokratik bir içerik kazandırmaya doğru yola çıkıştır, ama kendiliğinden ilerleyip öylesi bir içeriği kazanamaz; yalnız bırakılmayıp başka hamlelerle zenginleştirilmeli, demokratik güçler tarafından çevrelenip eğitilmeli, bilinçli dokunuşlarla daha yüksek zeminlere doğru yönlendirilmelidir. Siyasal öncülüğünün kurulmadığı koşullarda tam karşısında oluşan faşist bir konsolidasyona ivme veren bir hareket olarak da tarihteki yerini pekâlâ alabilir. Nereye doğru evrileceğini ve ne olacağını halkçı siyasal öznelerin tutumu belirleyecek.