“13 Aralık sabahı ya Boris Johnson liderliğinde bir Muhafazakar hükümete ya da İşçi Partisi’ne diğer muhalefet partilerinin desteğiyle koalisyon kurma imkanı sunan bir parlamentoya uyanacağız.”
Britanya seçimlerinin en muhtemel iki sonucunu kamuoyu araştırma şirketi DataPraxis’in kurucusu ve veri gazetecisi Paul Hilder bu şekilde saptıyor. İşçi Partisi’nin tek başına iktidara gelmesi ihtimali ise pek yok.
Son kamuoyu yoklamalarına göre Johnson liderliğindeki Muhafazakarların çoğunluğu alması hala en yüksek ihtimal olarak görünüyor, ama aynı zamanda İşçi Partisi’nin sokak sokak sürdürdüğü kampanyanın, oyların yakın olduğu bölgelerde arayı kapatabileceği de görülüyor. Kimsenin çoğunluğu alamadığı bir parlamento oluşması durumunda, sol kanatta daha çok parti olduğundan Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin koalisyon seçenekleri Muhafazakarlardan daha fazla olacak.
Aslında ülke çapında toplam 47 milyon seçmen ve 650 seçim bölgesi var ama Paul Hilder’in hesaplarına göre seçimin sonucunu, oyların birbirine çok yakın olduğu 65 bölgede, sadece 150 bin civarında bir oyun nereye kayacağı bile belirleyebilir. Seçim sisteminin bu özelliği 2017 seçimlerinde Muhafazakarların mutlak zaferini öngören tüm kamuoyu araştırma şirketlerini yanıltmış, sandalyelerini epey artıracağı öngörülen Muhafazakarlar, tersine ellerindeki parlamento çoğunluğunu da kaybetmişti.
Anketlerin başka kör noktaları da var. İşçi Partisi’nin çağrısıyla kaydını yaptıran en az 3 milyon yeni seçmen, her gün soğukta ellerinde broşürler kapı kapı gezerek ülke tarihinin en katılımcı kampanyasına imza atan on binlerce sıradan ve bir kısmı parti üyesi bile olmayan gönüllü, Jeremy Corbyn’in gittiği her yerde toplanan kalabalıklar, anketlerin ölçemeyeceği ve ivmesi seçim yaklaşırken artan bir başka faktöre işaret ediyor.
İşçi Partisi kampanyasını izleyen Guardian muhabiri Aditya Chakrabortty bu faktörü “kalabalıklar” diye tanımlıyor ve Fransız tarihçi George Rudé’nin “Tarihte belki de kalabalıklar kadar etkileri tamamen gözardı edilmiş başka bir olgu yok” sözlerini hatırlatıyor. Gerçekten de Corbyn’in kimse ihtimal bile vermezken parti liderliğine yükselişi, partinin sağ kanadına karşı yerini koruyabilmesi ve 2017 seçimlerindeki sürpriz oy artışının arkasında hep bu aniden kabaran “kalabalıkları” görüyoruz. Bu kabarışlar zaman içinde kendi metodunu ve örgütlenmesini de yarattı ve güçlendirdi. İşçi Partisi örgütlenmesinden bağımsız bir yapısı, üyeliği ve işleyişi olan ama Jeremy Corbyn’i destekleyen etkili taban hareketi Momentum bu süreçte oluştu.
Anketlerin çok umut vermemesine karşın belki de kampanyanın bu enerjik havası sol yelpazedeki Mirror,
Guardian, Independent, Novara Media gibi sol tabanda farklı kesimlere hitabeden gazete ve internet sitelerine de seçime son ana kadar asılma kararlılığı olarak yansıyor.
Bu konuda en etkili olabilecek yayınlardan biri bu hafta Mirror gazetesinde yer aldı. Gazete Muhafazakarları düşürmek için tüm muhalif seçmenleri taktik oy kullanmaya, kritik bölgelerde en güçlü muhalif adayı desteklemeye çağırıyor. Liste halinde seçmene bütün kritik bölgeler hakkında bilgi sunuyor. Taktik oy kullanma önerilerinin seçmende ne kadar karşılık bulacağı da seçim sonuçlarını oynatabilecek bir başka faktör.
Buna karşılık Milliyetçi sağ, merkez sağ ve liberalizm yelpazesindeki farklı sınıfsal kesimlere hitabeden Telegraph, Sun, Times ve Financial Times gazeteleri ise seçimi şimdiden Muhafazakarların hanesine yazmış görünüyor.
Yarın yapılacak seçimin sonucunu belirleyecek kritik siyasi soru ise şu: Jeremy Corbyn liderliğinin ortaya koyduğu sol vizyon, emekçi kesimlerin görüş mesafesini kısmen kapatan Brexit bulutunu dağıtabilecek ve geleneksel tabanını arkasında toplayabilecek mi?
Büyük kentlerdeki genç, dinamik, göçmen kökenli, eğitimli, değişime açık emekçiler arasında özellikle güçlü olan Corbyn çizgisine destek, sönümlenen küçük sanayi kasabalarında düşük ücretle çalışan ya da işsiz, orta yaşlı, beyaz ve sıkıntılarının sorumlusunun yabancı işçiler olduğunu düşünen geleneksel parti tabanı arasında Brexit’e atfettikleri önem nedeniyle daha zayıf görünüyor. Bu bölünmüşlük aşılabilecek mi?
Sosyal ve ekonomik adaletsizliklere karşı, temel kamu hizmetlerini koruyup geliştiren, yeni ufuk ve imkanlar açan bir projeye doğru mu açılacağız, yoksa yoksullaşan işçiyi başka işçilere düşman eden, dış dünyaya kapatan, gerçeklerle bağını koparmış, zengini daha zengin fakiri daha fakir hale getiren bir sağ popülizm karanlığı mı galebe çalacak?
Britanya’da son kırk yılın en kritik seçimi önümüze geleceğimizi tamamen farklı şekillendirecek iki ihtimal koydu. Şu an net olarak söyleyebileceğimiz tek şey var. Sonuç ne olursa olsun bu süreçte Brexit tartışmasını bir kenara bırakırsak, ekonomi ve sosyal politikaya dair bütün tartışmaları İşçi Partisi’nin sol projesi kazandı. 2009 mali krizinden on yıl sonra neo-liberalizm ve kemer sıkma politikaları artık Muhafazakarlar tarafından bile savunulamıyor. En büyük ödül olan iktidarın yerini tutmaz elbet ama bu önemli bir kazanım. Hava döndü ve sandıktan Muhafazakar bir hükümet bile çıksa hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.