Londra
Bazı seçimler vardır ki iktidar partisi değişse bile fazla bir şey değişmez, bazen de öyle olur ki ülkenin dümeni bambaşka bir yöne kırılır. Muhafazakar Parti’nin Margaret Thatcher liderliğinde iktidara geldiği 4 Mayıs 1979 böyle bir “kopuş” seçimiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında İşçi Partisi iktidarları tarafından temelleri atılan sosyal devlet politikalarından radikal bir kopuş, neo-liberalizm dönemi başladı.
Bu yaklaşımın temel felsefesi Thatcher’in meşhur “Toplum diye bir şey yoktur, tek tek erkekler ve kadınlar ve aileler vardır” sözleriyle özetlenebilir. Yani artık devletten medet umulmayacak, herkes kendi başının çaresine bakacak, bakamayanlara da “senin hatan” denilecekti ve dendi de.
1997-2010 arasındaki Tony Blair ile başlayan İşçi Partisi hükümetleri de bu anlayışın bir tür uzantısı oldular. Sosyal yardımlar kısıldı, kamu hizmetleri art arda özelleştirildi. Grevler ezildi, sendikalar güçsüzleştirilerek altta kalanların sesi kısılmış oldu.
Thatcher’in ilk seçim zaferinden kırk yıl sonra Britanya 12 Aralık’ta, bu kez ülkeyi başka bir yöne götürme potansiyeli taşıyan bir seçime gidiyor.
Seçimin aynı zamanda son üç yıldır Britanya gündeminin ana konusu olan AB’den ayrılış- Brexit- sürecinin de kaderini belirleyecek olması hatta bu konu halledilemediği için yapılıyor olması bunun sebeplerinden biri, ama en önemlisi değil.
Yerleşik düzenin medya, siyaset ve ekonomi hatta İşçi Partisi içindeki bütün temsilcilerinin koro halinde ülkeyi yönetemeyecek kadar radikal, hatta “tehlikeli” ilan ettikleri Jeremy Corbyn’i 4 yıl önce parti liderliğine taşıyan sol taban kabarışı, bugün İşçi Partisi’ni, yeni bir sayfa açmaya ciddi bir aday hale getirmiş bulunuyor.
İşçi Partisi’nin seçilirse izleyeceği politika vaatlerini sıraladığı manifestosu bu hafta sonunda kesinleşecek. Ama içinde örneğin demiryolu ulaşımı, su, elektrik ve posta gibi temel hizmetlerin yeniden kamulaştırılması, ulusal sağlık hizmetleri ve eğitime ek yatırımlar, gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermeye yönelik olarak büyük şirketlerin hisselerinin belli bir yüzdesinin çalışanlarına dağıtılması, iklim kriziyle mücadele için yeşil sanayi yatırımları, yetişkinlere ücretsiz eğitim öğretim imkanları, özel okulların devlet bünyesine alınması gibi heyecan verici halkçı politikalar olacağını şimdiden biliyoruz.
Göçmenlerin tutulduğu gözaltı merkezlerinin kapatılması, bazı sosyal yardımlardan yararlanmalarının önündeki engellerin kaldırılması gibi popülist olmayan hatta göçmen karşıtlığının güçlü olduğu işçi bölgelerinde oy kaybettirebilecek politikaların da manifestoya girmesi bekleniyor.
Corbyn’i, Brexit referandumunun yapıldığı 2016’ten bu yana, bu konuda net bir tutum almamakla suçlayanlar çok oldu. Bu ona oy kaybettirebilecek başlıklar arasında sayılıyor. Fakat aslında bu tutum sayesinde İşçi Partisi bugün Brexit konusunda tutumu farklı olan hiç bir kesimi dışlamamış, tabanını bölmemiş olarak seçime gidiyor, kampanyasını AB’den ayrılmak-ayrılmamak değil sol programına odaklı olarak yürütebiliyor.
Seçimden zaferle çıkarsa AB ile, siyasi birlik dışındaki ilişkileri geniş ölçüde koruyan yeni bir anlaşma müzakere etmeyi, sonra bunu halk oyuna sunmayı, oylamada “AB’den çıkmamak” seçeneğinin de bulunmasını öngörüyor.
İşçi Partisi Corbyn ile sola meylederken, Boris Johnson liderliğindeki Muhafakazar Parti’nin kendi geleneksel konumundan iyice sağa kaymasıyla, bu seçim karşımıza birbirine taban tabana zıt iki iktidar alternatifi koymuş oluyor.
Kampanyasını ağırlıkla AB’den hızlı ayrılış eksenine oturtarak kendi liberal kanadını partiden uzaklaştıran Johnson’un seçimden zaferle çıkması durumunda Britanya’nın hızla ve dar gelirli emekçi kesimler açısından çok sarsıntılı bir süreçle AB’den ayrılışı, ABD ile ekonomik ve politik ilişkilerin sıkılaşması, çok uluslu şirketlere vergi muafiyetleri, ulusal sağlık hizmetleri gibi “satılamayan” bir kaç kamu hizmetinin de parça parça özelleştirilmesinin devamı, çalışanların haklarının şirketlerin kazançlarının lehine hızla erimesi kaçınılmaz gibi görünüyor.
Buna karşılık anketler bu aşamada iktidardaki Muhafazakar Parti’nin oyları gerilese de hala önde olduğuna işaret ediyor. Ama seçime henüz 4 hafta var ve bu arada sonucu etkileyebilecek bir çok faktör devreye girebilir.
En önemli faktörlerden biri muhtemel seçim ittifakları.
Yelpazenin sağında AB ve göçmen karşıtlığı odaklı Brexit Partisi ile Muhafazakar Parti arasında kapsamlı ve daha net, solda ise İşçi Partisi ile Liberal Demokratlar, Yeşiller, İskoçya ve Galler Ulusal Partileri arasında daha sınırlı bazı ittifaklar olacağı belli oldu ama hafta sonuna kadar daha net bir tablo ortaya çıkacak.
Diğer yandan, İşçi Partisi’nin, manifestosunu ne kadar iyi anlatabileceği kadar, sosyal medya üzerinden seçmenlerine yaptığı kampanyaya aktif olarak katılma çağrılarının ne boyutta bir karşılık bulacağını da izlemek ilginç olacak. Sokaklar umulduğu gibi binlerce hatta on binlerce gönüllü ile dolarsa bu, seçimin havasını ve rüzgarların yönünü etkileyebilir.