Bergama’dan Kaz Dağları’na, Cerattepe’den Sivas Divriği Mursal köyüne, Fatsa’dan Murgul’a, dostlara, aklını sermayeye iktidarın yalanlarına kaptırmayan, yaşam için tüm canlılar adına mücadele eden, yaşam alanlarını koruyan, madene direnen güzel insanlara, kadınlara, erkeklere, gençlere merhaba.
Ekoloji mücadelesini bu coğrafyanın her köşesinden öğrete öğrete çoğaltanlara, yaşam için direnenlere, yılmayanlara, buluşanlara, çoğalanlara, nicelerine merhaba.
Yüreği kocaman olmalı bu yoldaşların, aklı tertemiz, yaşam alanlarına saldıranlara kanmayacak kadar politik duruşları net olmalı, Bergama’dan ekolojinin sınıfsal bir mücadele alanı olduğunu öğretecek kadar saldırının nedenlerini çözerek sürece karşı koyarbildikleri için, ekonomi politiği bu denli iyi bildikleri için öğretileri o denli güçlüdür bu dostların.
Yüreği kocaman olanların karşısında erir faşizm ufalır, bunu bilirler, bunu öğretirler hepimize…
Zamanı mekanı boyutsuzlaştırarak, kollarını zamanın içinden geçirip tüm coğrafyayı sarmalayarak öğretirler ekoloji mücadelesinin siyasetin temeli olması gerektiğini.
Erbaa’da fasulye toplarken HES şirketlerinin yöresinden gitmesinin gerekçesini iki üç kelimeyle analiz ederken – suyu tutsak eylerlerse fasulye olmaz ki burada, ben ne yaparım o zaman, bu kadar çok parayı ne yapacaklar- diye sorarken ve son sözlerini söylerken öğretirler ekolojinin politik bir mücadele alanı olduğunu, öğretilerinde sonuç nettir: – buradan gitmeliler-.
Kütahya Dulkadir köyündeki mücadelede direnen kadının sözleri yakınmayı içerir bir taraftan – biz ne yer ne içeriz ki bu maden yapılırsa- ve söz gene aynı şekilde sonlanır- buraya gelmemeliler-
İşçi sınıfı ile halkın direnişini birleştirirken Murgul’da maden işletmesinde işi durdururken, işleyen madende en azından üretim yöntemini belirlerler birlikte, büyümesin işletme isterler, öncesinde durduramadıkları ölüm üretimi için -Siyanür istemiyoruz- diye belirlerler mücadele hatlarını.
Gözaltına alınıp işkence görseler de Hasankeyf’i vermemek için direnen gençlerin, Taksim’de yıllardır faili meçhul olan yakınlarını beklemekten/aramaktan vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri’nin direngenliğinde öğreniriz yaşam mücadelesinden vazgeçilmemeyi…
ODTÜ’yü, geçmişini, kimliğini ağaçlarıyla yok edenlere karşı gençlerin direnişinde Gezi’nin ruhunu buluveririz ansızın.
Öğretimiz güçlendikçe sorumluluğumuz da artar biliriz. Biliriz ki yoldaşlarımızın öğretileri, deneyimleri hepimize ekoloji siyasetini önümüze koymakta. Ekoloji günübirlik yapılamayacak kadar siyasi bir mücadeledir, bilmeliyiz. Yaşam alanlarını korumak 12000 yıllık belleği, Homeros’un mitolojisine harmanlamak demektir. Sermaye/iktidar, STK’sı ile egemen yapının içinden gelen günübirlik siyasetçileri ile mücadeleyi kırmaya, ehlileştirmeye hazırdır, buna hazır olmalıyız. Meydanı boşaltın parka çekilin dendiğinde, Gezi direnişi kırılmıştır deneyimlemişizdir, maden sahasının önünde değil kent merkezinde beklemeliyiz diye binlerce insanı kent merkezine indirdiklerinde Cerrattepe mücadelesi kaybedilmiştir, şirket madene rahatlıkla girebilmiştir, yaşamışızdır.
Kaz Dağları sanatçılara evsahipliği yapacak bu hafta sonu, çadırlar kent merkezine indirilecekmiş ardından. Final çadırların sökülmesi olmamalı. Homeros’un ülkesinde, on binlerce yıllık belleğin dinamitlenerek yok edileceği Hasankeyf direnişi bu hafta sonu yalnız kalmamalı. Birinde çadır sökücüler, diğerinde şirketi koruyan güvenlik güçleri kazanmamalı.
Yayla yollarını sermeyeye evirenlere karşı Rabia ananın sözleri ile devletin zulmü, devletin kolluk kuvvetlerinin saldırısına karşı korku birkaç kelime ile çoktan yıkıldı; – Devlet kimdir, Devlet benim-
Hepimiz; yılları, yaşamı var ederek; önümüzdeki haftayı bu hafta sonundan başlayarak ya İda Dağları’nda, ya Hasankeyf’in belleğinin içinde olmalı, kaybolmalıyız.
Bu yaşam, bu davet bizim. Bu davet hepimizin, ekoloji siyasetini yaşam siyaseti eyleyenlerin. Bu davet ekolojinin.