Ülkeyi bir şirket gibi yönetmekle övünen, baktığı her yerden ya klasik sömürge dönemlerinde olduğu gibi kapitalist tekeller için hammadde yağmalamayı ya bir müteahhit ruhuyla yükselecek gökdelenlerle turizm cennetleri kurmayı hayal eden, tüm bunları kendinde hak gören Trump’lar diyarına dönüştü dünya. Bu Trumpların ortak özelliklerinden biri mutlak kontrol kurmak istedikleri halkları basit bir eşya gibi görmek ve gördükleri kadar basit olmadıklarını anladıkları anda her türlü zorbalığı çekinmeksizin devreye sokmak!
Düşünün ki soğuk savaş yılları dışında pek de kesintiye uğramamış ABD liberal demokrasisi Trump’ın elinde adeta oyuncağa dönüşmüş durumda. Kullandığı malzeme şimdilik esas olarak göçmenler! Onların varlığını bahane ederek ABD kurulu düzenini, eyalet sistemi ve federal yapısını hiçe sayan düzenlemeler, kararnameler birbirini izliyor. “O kadarını da yapamaz” diye bakılan pek çok şey, yasa-kural-alışılmış yerleşik değerleri tanımayan Trump tarafından ardı ardına yapılıyor. Neyse ki “o kadarını da yapamaz” denilen icraatları yaptığı anda karşısına dikilen bir demokratik tepki var. Yer yer militanlaşan bu tepkinin nefesi nereye kadar yeter, bilinmez.
Yasama-yürütme-yargı erklerinin görünüşte de olsa birbirinden ayrı olduğu ve birbirini denetlediği ABD gibi liberal demokrasinin simgesi bir ülkede göçmen avcılığıyla görevli, fakat esasında Trump gibilerde cisimleşen sermaye eğilimlerinin, yani mutlak tahakküm ve sömürünün sadık bekçiliği için semirtilen göçmen polisi (ICE) gibi bir teşkilat var. Antifa bir kararnameyle yasadışı ilan ediliyor, eyaletlerin yetkisi merkezi yetki kullanılarak bir anda gasp edilebiliyor vs.
ABD’de yaşanan bu gelişmelerin sadece Trump’un şahsiyetiyle ilgili olduğu ya da siyasal tercihleri olarak tanımlanamayacağı açık. Bu gidişat emperyalist kapitalizmin dünya düzeyinde yaşadığı katmanlı krizin yönetilme biçimi. Rıza üretme mekanizmaları giderek daralan bir sistemin tercihten öte mecburiyeti.
Buraya geldiğimizdeyse manzara mantıki sonuçlarıyla karşımıza çıkıyor. Sürekli restore edilmeye çalışılan, ancak ekonomik-siyasi-toplumsal olduğu kadar dünyanın ve bölgenin sayısız kriz dinamiklerinin de basıncıyla bir türlü istendiği gibi restore edilemeyen, rıza üretme mekanizmaları giderek daralan yeni rejim/devlet tipinin gelinen noktadaki hali ortada.
“Bu kadarı da olmaz” denilen her şeyin ardı ardına dizilen “olur”lar haline geldiği, olağanüstülüğün rutinleştiği mevcut koşullarda iktidar, “onunla yapamazsam bunu denerim” diyecek kadar keyfi bir yönetim biçimiyle yol almaya çalışıyor. Gözümüzün içine baka baka… İktidar olma halini riske atacak, zor ve baskıyla yürüttüğü kriz yönetim biçimine halel getirecek hiçbir şeye “tahammülüm yok” diyor. CHP’ye yönelik davalar silsilesiyle devam eden pratik bile neyle karşı karşıya olduğumuzun açık ifadesi değil mi?
Yargının iktidarın elinde gerçek bir sopaya dönüştüğünün alenen ilan edildiği bu koşullarda CHP’yi paralize etme, içerden çözme operasyonları için bir dava bitmeden şok edici başka bir dava açılıyor. Bu yöntemle neredeyse tümden ele geçirdiği medya eliyle manipüle ettiği azımsanmayacak bir kitleyi yargı eliyle yarattığı gündemlerle adeta şok terapisine çekiyor. Kurultay davasında iptal kararı çıkarılamayacağını anladığı anda bir “casus” davası açıveriyor. Gerçekliği olup olmaması, kanıtları-delilleri sunup sunamaması umurunda bile değil. Buluveriyor bir itirafçı ve hazırladığı senaryoya uygun ifadelerle en olmadık ithama aklınca hukuksal bir çerçeve kazandırmış oluyor. Bir süre bununla yürüteceği kampanya artık dikiş tutmaz hale geldiğinde muhtemelen o vasat “yaratıcılığıyla” başka senaryoları hızla devreye sokacağı güveniyle hareket ediyor.
O arada birkaç işi birlikte çözüyor. İyi kötü bir izleyici kitlesi olan muhalif TV’lerden TELE1’in kurucusu Merdan Yanardağ’ı da aynı absürt casusluk iddiasıyla gözaltına alıp akşamına kanala kayyım atayabiliyor. İstanbul Sulh Ceza Hakimliği kararıyla devredilen Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu buraya da diğer medya kuruluşlarında olduğu gibi Yeni Şafak yazarı İbrahim Paşalı’yı kayyım olarak atıyor. O da göreve başlar başlamaz ilk icraat olarak halka “penguen” izletmekle yetinmeyip YouTube’deki videoları kaldırıyor yani tarihsel bir hafızayı silerek esas derdin ne olduğunu açıkça ilan etmiş oluyor.
Gazetecilere ya da devrimci sosyalistlere ardı ardına verilen cezalar, Kürtçe halay çektikleri videoyu dijital medya hesaplarından paylaşan liselileri derste gözaltına alıp birini tutuklamalar, yeni yargı paketiyle LGBTİ+’ları bir kez daha hedef haline getirmeler, kapatılan hesaplar-web sayfaları…
Her açıdan dozu daha da yükselen bir baskı ve zorbalık siyasetiyle karşı karşıyayız. Kendi içinde yeni eşikler, sıçramalar yapan ve her sıçramada daha yükseği için hazırlığa girişen bir yönetim biçimi bu. Esneme beklemek, demokratikleşme adımları ummak kadar naif bir şeyin olmayacağı bir biçim. Her açıdan daha kötüsüne hazırlıklı olmayı ve bu hazırlığın da CHP’nin doldur boşalt mitingleriyle değil gerçek bir kitle seferberliği ve hareketiyle olacağını hatırlatıyor.









