Ulusal Su Kurulu’nun aldığı kararlar açıklandı. Kararlar arasında, “Fırat ve Dicle Havzası iklim değişikliğinin su kaynaklarına etkisinin tespit edilmesi” ifadesi dikkat çekerken, öte yandan Suriye’ye elektrik satma hazırlığı yapılıyor
Yusuf Gürsucu
Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, aldığı kararla kurulan Ulusal Su Kurulu, yaptığı üçüncü toplantısında alınan kararlar arasında, Su Kanunu Taslağı ve Taşkın Kanunu Taslağı’nın TBMM’ye sunulması için sürecin başlatılması, Fırat ve Dicle Havzası iklim değişikliğinin su kaynaklarına etkisinin tespit edilmesi, Ulusal Su Planı Taslağının nihai hale getirilmesi gibi kararlar yer aldı. Toplantıda alınan karalarda öne çıkan konu Fırat Dicle havzasıydı. Fırat ve Dicle Havzasının alanı yaklaşık olarak 17 milyon 779 bin 202 hektar. Havzanın Türkiye yüzölçümüne oranı ise yüzde 22,69. Türkiye’de toplam ortalama yıllık su akış miktarının yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan havzada Dicle ve Fırat nehirlerinin yıllık toplam akış miktarı ise yaklaşık 55 milyar m3 tür. Türkiye’nin yıllık su tüketimi ise 54 milyar metreküp olması ise farklı senaryoları gündeme getirmektedir.
Tarıma gerek yok
Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü (Stockholm International Water Institute SIWI) düzenlediği bir seminerde dikkat çeken saptamalar yapılmış ve şöyle denilmişti: “İyi bir su politikası.., kalkınma fırsatları ile sınır aşan suları işletme ve elektrik üretme arasında sıkı bağlantılar kurulmalıdır. Başarılı ülkeler suyu tarımda heba etmek yerine daha kaliteli ve değerli şeylerde kullanıyorlar” ifadeleri bugün Türkiye’nin su politikalarının da bir özeti gibidir. Tüm su varlığı barajlara hapsedilip, enerjiye bağlanırken, diğer yandan sular bir ihraç kalemi ve bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin ortaya koyduğu tarım politikaları ise Stockholm su enstitüsünün görüşüyle örtüşmektedir.
Sular sınır aşmaz
Fırat ve Dicle havzası, Türkiye coğrafyasının tamamında tüm üretim süreçleri (sanayi, tarım vd.) ile tüm içme ve kullanma su ihtiyacını tek başına karşılayabilecek kapasiteye sahip. Ancak Fırat ve Dicle havzası sadece Türkiye sınırları içinden oluşmamaktadır. Fırat ve Dicle havzasının hayat verdiği Irak ve Suriye coğrafyası da, bu havzanın bileşenleri içinde yer almaktadır. ‘Sınır Aşan Sular’ yaklaşımında ulus devletler için çizilen sınırlar kastedilirken, suların sınır falan aşmadığından söz edilmemektedir. Su ve yaşam birbirinden ayrılamaz birer parçadır ve milyarlarca yıldır daha insanlar ortada yokken o sular vadilerde, havzalarda özgürce akarak geçtiği her yere hayat vermiştir.
Su satma planları
Irak ve Suriye halkları suyla terbiye edilmeye çalışılırken, Irak’la ‘kalkınma yolu’ projesi kapsamında yapılan görüşmede Irak’ın anlaşmadaki ön koşulu Fırat ve Dicle nehirlerinden daha fazla su akışı için teminat verilmesi oldu. Süleyman Demirel’in GAP projesini başlattığı yıllarda hayalini süsleyen su ihracatı, Turgut Özal’ın 1986 yılında ortaya attığı barış suyu projesi ile hayata geçirilmek istendi. Bu proje ile Türkiye’den doğan İran ve Irak topraklarından beslenen Dicle nehri ile Türkiye’den doğan Fırat nehri sularını boru hatlarıyla, bir kolu Suudi Arabistan’a diğer bir kolu ise Dubai’ye kadar götürmeyi planlamışlardı.
Kıbrıs’la başlandı…
Bugün Katar ve BAE’nin yanı sıra Suudi Arabistan’ın da Türkiye’den su talebi bulunmaktadır. Türkiye’de GAP projesi kapsamında inşa edilen barajlar, kurulduğu günden bu yana sermaye çıkarlarına bağlanırken, Kürt halkı susuzluğa mahkum edildi. Halk yeraltı sularını kullanmaya zorlanarak DEDAŞ’ın sömürüsü altına itildi. Daha önce Kıbrıs’a döşenen su boru hattının İsrail’e uzatılacağı yönünde dönemin Devlet Bakanı Tuğrul Türkeş’in vurguları ise İsrail’in de su talebi olduğunu gösteriyordu. 1960’lara kadar sınır aşan nehirler olarak nitelenen Fırat ve Dicle sularıyla ilgili Irak ve Suriye ile 4 adet anlaşma yapılmış ve hiçbir sorun yaşanmadan 1960 yılına gelinmişti.
Irak ve Suriye ile su krizleri
1960’tan sonra Keban Barajı’nın yapım sürecinde Irak ve Suriye tarafından talep edilen su, Keban Barajı’nın dolum programının Türkiye tarafından tek taraflı uygulanması sonucu karşılanmazken, bu ülkelerle bu bağlamda görüşmelerde bir sonuç alınamamış ve sorunlar yaşanmaya başlamıştı. 80’li yıllarda Irak’la sınır aşan sularla ilgili bir teknik komite oluşturulmuş Suriye bu komiteye 83 yılında katılmıştı. Sonrasında yapılan toplantılarda geçici anlaşmalar dışında soruna kalıcı çözüm hiçbir zaman üretilmedi. Türkiye1990 yılında Atatürk Barajı’nda su tutmak amacıyla Fırat nehrinin suyunu bir aylığına aldığı tek taraflı kararla keserek su dolum sürecini başlatmıştı. Bu nedenle o yıllarda ırak ve Suriye ile ciddi krizler yaşanmış ve bugüne kadar sürdürülen görüşmelerde bu sorunu ortadan kaldıracak bir gelişme yaşanmadı.
Suriye’ye elektrik satma hazırlığı
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar basına yaptığı açıklamada, Suriye’nin yaklaşık yüzde 60’ının karanlıkta olduğunu ve Türkiye’nin Suriye’yi tekrar elektriğe kavuşturmak için harekete geçtiğini ifade etti. Kısa bir süre içinde Türkiye’den bir heyetin Suriye’ye gideceğini ve eksikleri yerinde tespit edeceğini belirten Bakan Bayraktar, “Gelişmelere göre bu heyete ve bu ziyarete ben başkanlık edebilirim. Çok hızlı bir şekilde Suriye’de elektriğin olmadığı yerleri elektrikle buluşturmalıyız. Burada öncelikle ithalatla bunu yapacağız. Orta vadeli planlarla da biz elektrik kurulu gücünü, oradaki üretim kapasitesini artırmakla alakalı planlama içerisindeyiz. Güçlü bir özel sektörümüz var. Onların dinamizmi, devlet kurumlarımızın tecrübesi ve varlığıyla bu uzun dönemde Suriye’nin enerji altyapısının inşasında birlikte çalışacağız” dedi.
Arz fazlası elektriği satmak
Dünya üzerinde yaşanan savaşların tamam enerji ve su hakimiyeti üzerinden yaşanmakta. Türkiye’nin yılllardır Suriye’ye yönelik uyguladığı politikalarda aynı eksende gelişti. Bunun bariz örneği Bakanın ifade ettiği gibi işgal edilmiş bölgelere 210 MW gücünde kapasiteyle enerji taşınarak satılmasıydı. Bakanın henüz Suriye’nin nereye gideceği belli olmadığı dönemde destek adına atılan adım yine bakanın söz ettiği “güçlü bir özel sektörümüz” sözünde kendini bulmaktadır. Türkiye’de 115 bin MW’ı aşan bir elektrik üretim kapasitesine karşın bu kapasite Türkiye’de tüketilememektedir. Ancak 30-35 bin MW kapasitenin kullanıldığı Türkiye’de enerji şirketlerine her ay ‘üretmedikleri elektriğin’ bedeli ödenirken bu tutar her ay milyarları bulmaktadır.
Avrupa pazarına girilemedi
Türkiye’de ortaya çıkan enerji kapasitesindeki fazlalığın nedeni üretilen elektriğin başta Avrupa olmak üzere çevre ülkelere satma amacıydı. Avrupa’da 2009 yılında kurulan ve 35 ülkeden 42 elektrik üretici şirketin üyesi olduğu ENTSO-E’ye Türkiye’de üye olmak için başvurmuştu. Bu başvuru sonrası Türkiye’de karşılığı olmayan 115 bin MW’ı aşan elektrik üretim kapasitesine ulaşılmasının itici gücü ENTSO-E üyeliğinden beklentileriydi. Türkiye ile ENTSO-E arasında enterkonnekte sistem oluşturulmuş 2010 yılında deneme çalışmaları başlatılmıştı. Ardından 14 Nisan 2015 tarihinde imzalanan “Uzun Dönem Anlaşma” sonrası 2016’da Türkiye ile AB arasında “Gözlemci Üyelik Anlaşması” imzalandı. 2015 yılında imzalan anlaşma ise 2021 yılında revize edildi. Ancak, Türkiye’nin AB ile ortaklık görüşmelerinin kesilmiş olması nedeniyle halen ‘gözlemci üyelik’ statüsünde bir değişiklik olmadığı gibi, elektrik ticareti de başlamış değildir.
Pazar hedefinde Lübnan da var
Bakan Bayraktar halihazırda Suriye’nin Kuzeyine elektrik tedariki yaptıklarını ifade ederek “Kuzeye akaryakıt, LPG yani tüp gaz dediğimiz LNG’yi özellikle İdlib’den başlayarak Afrin, bizim Barış Pınarı, Zeytin Dalı kapsamında kalan bölgelerin tamamında şu anda enerji faaliyetlerimiz var. Yaklaşık 210 megavatlık kapasitede elektriği uzun zamandır veriyoruz. Üç iletim noktası, dört de dağıtım noktasında olmak üzere o bölgelere elektrik sağlıyoruz. Şu anda onların kapasitesini artırmakla alakalı bir çalışma içerisindeyiz.” dedi. Bayraktar, Türkiye’nin Suriye üzerinden Lübnan’a da elektrik ulaştırabileceğini de ifade etti.
Irak’a elektrik satışı sürmekte
Bu sıkışmışlık içinde Irak’a Şirnex’te kurulan kömürlü termik santrallerden elektrik satışı yapılırken Suriye’ye savaş öncesi bu amaçla görüşmeler yapıldı. Ancak DAİŞ’in saldırıları sonrası bu anlaşma yapılamazken, Türkiye ise bölgede kendi hakimiyetini kurarak bu alanlara elektrik satmaya başladı. Türkiye’nin bütün planları bölgeye su ve elektrik satmak ve yine İsrail dahil Katar ve diğer Arap ülkelerinin petrol ve doğal gazının Türkiye üzerinden taşınması planlarından oluşmakta. Tüm bu süreç emperyalist kapitalist sistemin dünya üzerinde kurduğu sömürü düzeninden rol kapmak üzerine yaşanırken, bölge halkları ve doğal yaşam yerle bir edilmektedir.