Amed Newroz alanından verilen mesajı DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar ile konuştuk:
Newroz’da ortaya çıkan bu görüntü hem kitlesel büyük güç olarak hem bu mesajların cereyan ettiği bir Newroz olması hasebiyle 27 Şubat’ın eseri… O nedenle 27 Şubat çağrısının değeri ve öneminin daha da iyi anlaşılması gerekiyor
Nezahat Doğan
Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrasında 2025 Newroz’u yüz binlerin katılımıyla Amed’in ardından İstanbul’da milyonu aşan katılım ve özgürlük şiarıyla görkemli ve coşkulu bir şekilde kutlandı. Ancak çözüm ve barış için demokratik toplum, demokratik siyaset vurgusu yapan Abdullah Öcalan’ın sesi ve mesajı 27 Şubat’tan bu yana halklara ulaşamıyor. İktidar kanadı barış için gerekli hukuki ve somut adımlar için bir girişimde bulunmazken, tam tersi baskıcı ve totaliter uygulamalarıyla ön plana çıkıyor. Rojava’ya, Kobanê’ye saldırılar devam ediyor. İmamoğlu tutuklanıyor ve CHP’ye operasyonlar gerçekleştiriyor. İktidar barış ve çözüm için gereken adımları neden atmıyor? CHP’ye yapılan operasyonun nedeni ve sonuçları neler? Bahçeli’nin Malazgirt açıklaması ne demek? Hukuk, gerçek işlevini tamamen yitirip devletin bir baskı ve cebir aracına dönüşürken iktidar bu uygulamalarla ne yapmak istiyor? Tüm bu başlıkları ve özellikle Amed Newroz alanından verilen mesajı DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar ile konuştuk.
- Öncelikle Amed’de 2025 Newroz’unu nasıl gördünüz?
2025 Newroz’unun Öcalan’ın tarihi çağrısından sonraki ilk Newroz olması başlı başına ona bir anlam kazandırdı. O çağrının içeriğinin Kürt toplumunun zihnine nasıl oturduğu konusunda belli soru işaretleri vardı. Dolayısıyla bu Newroz’un coşkulu ve çok yüksek katılımlı bir Newroz mu olacağı merak konusuydu.
- Nasıl oldu?
Amed’de sayısal olarak çok büyük, geçen yılki Newroz ile kıyasladığım zaman çok daha kalabalıktı. İstanbul’da da milyonlar vardı. İkinci olarak; 2013 Newroz’unda Amed’de değildim ve fotoğraflarını gördüm, ama o Newroz kadar mükemmel bir katılım olduğunu düşünüyorum. Diğer önemli bir unsur uluslararası medyanın ilgisinin bugüne kadar olandan çok fazla olmasıydı.
En çarpıcı yanlarından biri de Irak Kürdistan Bölgesi’nden gelen mesajlar ve katılımdı. Hem fiziki olarak önemli katılım oldu, hem de Mesud Barzani ve Neçirvan Barzani’den gelen mesajlar ve Mesut Barzani’nin Abdullah Öcalan’ın bir an önce serbest bırakılmasını ümit ettiğini ifade etmesi önemliydi.
PKK ile KDP arasında çok uzun yıllara yayılmış olan husumeti düşünür ve hatırlarsak 2025 Newroz’unda Mesut Barzani’den bu sözcüklerle bezenmiş, bu içerikte bir mesaj gelmesi yoruma bırakmayacak kadar anlam taşıyor.
- Bu mesaj Kürt ulusal birliğinin oluştuğunu mu gösteriyor?
Daha ihtiyatlı bir dil kullanırsak oluşmakta olduğunu gösteriyor ve bu mesajın Rojava’ya da Suriye’ye de yansımaması mümkün değil. Suriye Kürtleri açısından baktığınızda, sadece Türkiye Kürtleri ve Türkiye’deki Kürt siyasi hareketinin desteği değil, aynı zamanda Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’nin de arkaladığı bir konumunu ifade ediyor. Türkiye, Suriye, Irak’ı birlikte ele aldığımız zaman Kürt ulusal birliğinin zemininin döşendiği ve bütün bunların Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla mümkün olabildiğini anlamamız lazım. Aynı zamanda çağrının içeriğine baktığımız, o içeriği değerlendirdiğimizde, son iki üç haftadır parti içi dünyamızda, siyasi hareketinin bütün çeperinde, Kürt kamuoyunu oluşturan kanaat önderlerini kapsayan tüm alanda hafif bir burukluk duygusu da var bir yanıyla.
- Nasıl bir burukluğu kastediyorsunuz?
Bu mücadelenin karşılığında Kürtler ne elde etmiş oluyor? Bu içeriğe bakılınca ben kendi payıma konunun bu olmadığını, Öcalan’ın açıklamasını tarihi kılacak olanın bu içerik olduğunu söylüyordum. Çünkü Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı tarihte ilk kez bir Kürt isyanının ezilmeden, liderleri imha edilmeden Kürtlerin kendi iradesiyle bitirilmiş olmasını ifade ediyor. Bu bir tarihi değer ve anlam olarak muazzam bir şeydir. Yani Kürtler diyor ki; biz başlattık ama şimdi şartlar değişti, yeneni ve yenileni olan bir durum yok ortada, biz yenilmedik ve biz bitirdik bunu. Çünkü şartlar değişti, bu yönteme, bu yola, bu formata gerek kalmadı. Çağrının en önemli yanı bu.
- Abdullah Öcalan da PKK’nin oluşumunu ortaya koyarken bunu varlık nedeni üzerinden tarif etmiyor mu zaten?
Elbette. PKK Kürt sorununun sonuçlarından biri. Kürt Sorunu PKK nedeniyle, PKK yüzünden çıkmadı. PKK, Kürt sorununun çözümündeki şiddet boyutunu ifade ediyordu, Kürt isyanıydı. PKK şayet Abdullah Öcalan’ın çağrısına uyularak feshedilirse Kürt sorunu, Kürt halkı, Kürt talepleri, Kürt siyasi temsilinin gereği ortadan kalkmıyor. Bu, mücadelenin format değiştirmesi ve hatta biraz daha da zorlaşması anlamına geliyor. Ama aynı zamanda bütün Kürt camiasında ve bütün uluslararası camiada, hatta bölge zemininde yeni bir iklimi ifade ediyor. Newroz’da ortaya çıkan bu görüntü hem kitlesel büyük güç olarak hem bu mesajların cereyan ettiği bir Newroz olması hasebiyle 27 Şubat’ın eseri… O nedenle 27 Şubat çağrısının değeri ve önemin daha da iyi anlaşılması gerekiyor.
- Barış ve demokrasi dediğimiz yerde 27 Şubat’tan bugüne baktığımızda ne görüyorsunuz?
Şimdi çok olumlu sinyaller görmüyorum açıkçası.
- Olumsuz olan nedir?
Şimdi sorunun daha önceki bölümüyle başlayalım. Toplum buna hazır mı? Newroz’daki kalabalıklar ve o kalabalığın ortaya koyduğu coşku, toplumun barışa ne kadar büyük bir coşkuyla istekli olduğunun yansımasıdır. Toplum çok haklı olarak barış istiyor çünkü Kürt toplumu kadar acı çekmiş, çile çekmiş, bedel ödemiş pek az halk var bu dünyada. Onların barış istemesi, her şeye rağmen umut barındırması, her vesileyle ve vesilelerinin en anlamlısı olan Newroz’da bunu ortaya koyması çok anlaşılabilir bir şey. Ama bu iş iki taraflı, yani bir de devlet tarafı var. O halde bir anlamda üstü kapalı bir sözleşme olacak demektir. Şimdi PKK’nin kendini feshetmesi ve silahı bırakması noktasında Öcalan, “Örgütün kurucusu benim, silahlı mücadeleyi ben başlattım, örgüt 20. yüzyılın şartlarında, o dönemindeki etkiler altında kuruldu, şimdi ise bambaşka bir döneme geldik, o şartlar ortadan kalktı, yeni bir yüzyıldayız, varmak istediğimiz amaçlara, o dönemdeki yol ve yöntemlerle varmamızın bir gereği yok, gereği olmadığına göre de bu araçları bırakabiliriz,” diyor. “Taşıyıcısı olarak o anlamdaki örgütün de gereği yoktur. Bu işin kurucusu olarak, başlatıcısı olarak talimat veriyorum, kongre toplayın,” diyor. Bunun olabilmesi için bir de demokratik toplum diye bütün bunları konsolide edecek bir yapıyı ifade ediyor. PKK de buna hemen tamam dedi. Bu iklime ulaşmak için ateşkes ilan etti. Ama diğer tarafın atması gereken adımlar atılmadı.
- Üç hafta geçti ve gerekli güvenlik koşulları oluşturulmadı. Hukuki süreç işletilmedi. Tecrit kaldırılmadı ve İmralı kapıları açılmadı. Bugün geldiğimiz yerde hem Murat Karayılan’ın hem Duran Kalkan’ın açıklamalarında da ortaya konulan ilerletilmemiş bir adımsızlık hali var. İç siyasette de yürüyen başka dengesizlikler görülüyor. Eş zamanlı ilerlemeyen bu durumu nereye oturtuyorsunuz?
Benim de anlatmak istediğim bu. Bu süreç Devlet Bahçeli açıklamasıyla harekete geçti. 22 Ekim’de Devlet Bahçeli “Abdullah Öcalan Meclis’e gelsin. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne parti grubunda silahların bırakıldığı ve PKK’nin lağvedildiğini söylesin. O zaman umut hakkı yürürlüğe sokulur,” dedi. 22 Ekim’den itibaren geçen sürede, dört yıl sonra İmralı heyetlerinin gidiş gelişleri başladı. Heyet partilerle görüştü, herkesle konuştu. Hatta hapishanelere gidildi. Selahattin Demirtaş ve diğer tutuklularla temaslar kuruldu. Birçok şey yapıldı ve 27 Şubat’a geldik. 27 Şubat’ta Öcalan Devlet Bahçeli’nin talebini bir şekilde karşıladı ama Devlet Bahçeli’nin o talebi noktalı virgülle devam etmişti. Umut Hakkı’nın düşünülmesi meselesiyle…
- Peki ne oldu ondan sonra? Yani umut hakkından kasıt neydi?
En azından İmralı’daki şartlarının kolaylaşması, dış dünyayla iletişim kanallarının açılması gibi en basitinden yapılması gereken, atılması gereken adımlar var. Aradan üç hafta geçti, şimdi oradan ses seda yok. Üstelik Milli Savunma Bakanlığı iki de bir “Ne Ateşkesi? Terörle mücadelemiz devam etmektedir,” diye açıklama yapıyor. Bu dilin mevcut iklime hiçbir faydası yok. İkincisi. gidiyorsunuz Kobani’ye saldırı yapıyorsunuz. Çocuklar ölüyor orada. Niye yapıyorsunuz? Üçüncüsü, Adalet Bakanı daha birkaç gün önce kalktı umut hakkı bizim mevzuatımızda bulunmamaktadır, dedi. Dalga mı geçiyorsun sen? Ne biçim adalet bakanısın? Bu gelişmelere baktığımız zaman 27 Şubat’tan Newroz tarihine geçen süre içinde bizi, Türkiye’de barış arzusunu besleyen insanları heveslendirecek sinyaller devlet yönünden gelmedi henüz.
- Son olarak Devlet Bahçeli’nin kongre ile ilgili olarak Malazgirt demesi ve 4 Mayıs tarihini vermesi ne anlama geliyor?
Ben bunu hiç anlamadım. Hadi hayra yoralım. Nasıl ki Öcalan’ın DEM parti grubuna gelip Meclis çatısı altında konuşması olmadı ve söz konusu değilse de Öcalan o isteneni yerine getirdiyse, Bahçeli’nin bu ifadesini de “Mayıs ayı itibari ile PKK kongresini yapabilir. Biz buna hazırlanabiliriz, biz bunu kabulleniriz, devlet olarak bunu kolaylaştırırız,” gibi bir metafor olarak anlayabiliriz. Çünkü aklım almıyor Malazgirt’i. Murat Karayılan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Sabri Ok filan hep beraber otobüsle gelip kongre bittikten sonra nereye gidiyorlar?
Ve diyor ki; “DEM Parti Malazgirt Belediye Başkanı bir girişimde bulunsun.” Adam şu anda girişimde bulunsa terör örgütüyle iltisaktan içeri girer. Baksanıza İmamoğlu’na yöneltilen suçlamanın, Şişli belediye başkanı Resul Emrah Şahan’ın tutuklanmasının zemini kent uzlaşması… Kent uzlaşması kim? Biz, biziz.
- Kent Uzlaşısı hedefte. İmamoğlu’nun tutuklanmasını, CHP’ye yapılan bu operasyonu, neredeyse OHAL ilanını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kötü sinyallerden bir kastım da bunlar. Yani 27 Şubat’tan bugün Newroz tarihine kadar geçen süre içinde 27 Şubat’ta ortaya konmuş olan pozisyonu sonuca götürecek, netice aldıracak, ona yardımcı olacak devlet yönünden atılması gereken hiçbir adım atılmadığı gibi Adalet Bakanı’nın demeci, Milli Savunma Bakanı’nın sözleri, Kobani’ye yapılan saldırılar gibi kötü sinyaller de geliyordu. Bunun şu anda PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesi hedefine gidecek yolu anlamlı kılacak iklimin oluşmasına ne faydası var? Tam tersi onu zehirleyen bir şey bu.
- Bu zehirleme ortaklaşmanın zeminini ve altyapısını tamamıyla yok etmiyor mu? Burada Devlet Bahçeli’nin kendi tarifiyle meselesi beka sorunu. Peki, Erdoğan’ın meselesi ne?
Erdoğan bundan önceki süreçlerde siyasi kayıp yaşadığı kanaatinde. İkincisi, Erdoğan elinde kalem kâğıt anketlere bakıyor, oy hesabı yapıyor ve bir numaralı önceliği kendi iktidarını devam ettirebilmek. Herhangi bir adımın ona faydası var mı yok mu hesaplamasıyla hareket ediyor. Bahçeli ya da MHP’nin iktidarlarını devam ettirmek gibi bir dertleri yok. Cumhur İttifakı’nın kazandıran aktörü olmaları, Meclis’te bulunmaları ve devlet sisteminin içinde belli mevzileri tutmaları onlar için yeterli.
- Bundan sonraki süreçte CHP Kürtlerle daha iç içe, daha ortaklaşan bir duruşu sergileyebilir mi? Ya da ne yapmalı?
Uluslararası benzer, yani çatışmalı çözüm girişimlerinde benzer örnekler yok. Onun için yaşayarak görebileceğiniz bir şey. Ama şunu söyleyeyim, Kürt sorununa ilişkin gelişmeler ancak demokratik bir ülkede gerçekleşir diye bir kural yok. Yani o Öcalan’ın da ifade ettiği demokratik toplum ve hukuki konumu işin ideal çözümü. Ancak CHP’yi devre dışı bırakan ve giderek otoriterlikten totaliterliğe yönelen AKP ağırlıklı bir iktidar, politikasını kolaylaştırmak için Kürtleri yedeğine almayı düşünür, o nedenle akla gelmedik şekilde Kürt haklarının önünü açabilir mi? Olabilir belki ama görmek lazım. Fakat şunu da söyleyeyim; Öcalan ile ilk İmralı heyeti görüşmesinde Öcalan’ın arkadaşlara çok vurguyla ve çok zaman ayırarak CHP’nin önemi hakkında konuşmaları var. Bu işin Meclis’te çözülmesi vurgusu var; Meclis’te hukuki altyapısının hazırlanması ve bir meşruiyet alanı konusunda. Dolayısıyla Öcalan’ın en azından mecliste olmazsa olmaz diye baktığı bir konumu var CHP’nin. Hükümet ya da iktidar kanadı bu sorunu çözmekte kararlıysa bundan daha iyi bir CHP’yi zor bulunurdu. 2013 -2015 CHP’si bu değildi. Oslo sürecinin CHP’si hiç değildi. Fakat CHP’yi kendi iktidarının alternatifi olarak görerek, yani biz bunlara açılırsak bunları palazlandırırız, iktidarı kaptırır diye bir sürü hesap ve oyun var. O bakımdan teyakkuzda olmak durumundayız hepimiz.
- Topluma düşen sorumluluklar nedir bu süreçte?
Diyarbakır’daki gibi ayakta olsun.
- Cengiz Çandar’ın derdi nedir?
Devlet Bahçeli’den sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en yaşlı üyesiyim ve aramızda da Ay farkı var, doğum yılımız aynı. Yani hayatımın sonbaharının sonlarındayım diyeyim. Bu kadar yaşamış bir adamın son çeyrek yüzyılı, hatta daha fazlası Kürt sorununa çözüm girişimleriyle geçti ve onun tek kelimeye sığdırılamayacak ifadesi barış. Ama ben içeriksiz sloganlardan, klişelerden hoşlanmam. Nasıl bir barış? Kürtlerin Kürt olarak haklarını elde etmiş olacağı, kendi ülkemi, Türkiye’yi güçlü kılacak ve iki halkın da hak ettiği, herkesin bugünlerde ağzına pelesenk olan kardeşliği gerçekten anlamlı kılacak barış… Ama Kürtlerin hakkını alması kaydıyla bir barış. Yoksa barış filan olmaz. Bunu görmek istiyorum. Görür müyüm, görmez miyim bilmiyorum ama buna son 30 yıldır, 40 yıldır bu mücadeleyi vermeye alıştık. O alışkanlıkla devam edeceğiz. Görsek de görmesek de…