Gazetemizin Yayın Yönetmeni Mehmet Ali Çelebi ile ‘Rojava: Ortadoğu Rönesansı’ adlı kitabını konuştuk:
Eğitim materyallerini her ulus artık gözaltı, işkence, yıllara varan hapis, yargısız infaz korkusu yaşamadan kendi dillerinde basıyor. Dersleri her ulusun çocukları kendi dillerinden alıyor. Edebiyat, tiyatro, sinemada üretimi her ulus baskın, yasak endişesi taşımadan kendi dilinde yapıyor. Bu Ortadoğu’nun rönesansıdır
Hüseyin Kalkan
Gazetemizin Yayın Yönetmeni Mehmet Ali Çelebi, Ortadoğu’daki gelişmeleri yakında izleyen ve yorumlayan gazetecilerde biri. Çelebi, bu çalışmalarını bir kitapta topladı. Vesta Yayınları etiketiyle raflardaki yerine alan ‘Rojava: Ortadoğu Rönesansı’ adlı kitap, konu ile ilgili başvuru kaynaklarından biri olacak. Çelebi, kitabı ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

- Kitabın adından başlamak istiyorum. Rojava neden Ortadoğu’nun Rönesansı oluyor?
Baas barbarlığı ve ardından mezhepsel DAİŞ barbarlığının esir alıp köleleştirmeye çalıştığı coğrafyada Ortadoğu rönesansının kapıları açılarak bir nevi coğrafyaya özgürleşme formatı atılmıştır. Yeni bir milat başlamıştır. Rönesans yeniden uyanıştır, yeni doğuştur. Statükoya meydan okumadır. Karanlığa karşı aydınlığın, yeni şafakların kapısını açmaktır. Kuzey ve Doğu Suriye’deki dönüşüm, Mezopotamya’nın, Ortadoğu’nun rönesansının kapılarını açmıştır. Ağır bedeller sonucu Ortadoğu’da önemi ileride daha iyi anlaşılacak bir rönesans nehri doğmuştur. Halkların, dillerin, zengin tarihsel mirasın nehirlerinden özgürlük okyanusuna akış olmuştur. Bilgi taşıyıcısı Anka gibi, Simurg gibi halklar, diller, farklı yaşam arkeolojisinden birikimlerle Neolitiğin, tarımsal yaşama geçişin beşiği Mezopotamya coğrafyası ve hinterlandı küllerinden yeniden doğmuştur. Geleceği planlama, komünal üretimler gerçekleştirme, kurumsallaşma, kadının söz sahibi olduğu, tanrıça çokluğundan da anlaşıldığı gibi dinamik bir coğrafyadan, Bereketli Hilal’den söz ediyoruz. İpekyolu ve Baharat Yolu gibi ticaret yolları üzerinde olması şahların, padişahların, krallıkların, imparatorlukların hedefi yapmıştır. Örneğin 1453’te İstanbul Osmanlı’ya geçince batı yeni ticaret yolları aramış, pahalılaşan baharat vb. ucuz ulaşmak için Kastilya hükümdarının finansmanıyla Kristof Kolomb ve ardılları yeni ticaret yolları açılmıştır. Bu ticaret yollarının hakimiyet politikalarının sonucu Kızılderililerin, siyahların soykırımdan geçirilmesi, köleleştirilmesi gibi uygulamalar yaşanmıştı. Bugün de IMEC, Kalkınma Yolu, OBOR, Zengezur gibi ticaret yollarına hakim olmak isteyen güçler, ticaret yolları üstündeki Kürtleri, Filistinlileri, Ermenileri sindirmeye çalışmaktadır.
- Ortadoğu’daki rönesansın parametrelerini biraz daha açarsak…
Kuzey ve Doğu Suriye sistemi halkların özgürlük kalkanı olmuştur. Dünyanın birçok noktasındaki ezilenler için, özgürlük arayışındaki, anlam arayışındaki halklar içinde Rojava modeli ilham kaynağı olmuştur. Rojava sınırına uzak olan Dürziler, Arap Aleviler, HTŞ’nin uygulamalarını gördükten sonra daha çok Rojava’ya bakar olmuş, benzer modeller geliştirme gayretine girmiştir. Toplumsal Sözleşme’nin ruhuna ilgi artmıştır. Çünkü bütün halkları kapsayan, eşitlik temelli bir Toplumsal Sözleşme hakikati ortaya çıkmıştır. Demokratik Halklar Meclisi’nde bütün halklar inkarsız yer almıştır. Yani kendi kaderlerine dair kararları kendileri alıyor. Kadın Toplumsal Sözleşmesi hazırlama çalışmaları var. Kadın Toplumsal Sözleşmesi kabul edilirse dünyada bir ilk olacak. Eğitim materyallerini her ulus artık gözaltı, işkence, yıllara varan hapis, yargısız infaz korkusu yaşamadan kendi dillerinde basıyor. Dersleri her ulusun çocukları kendi dillerinden alıyor. Edebiyat, tiyatro, sinemada üretimi her ulus baskın, yasak, toplatma endişesi taşımadan kendi dilinde yapıyor. Kitap, tiyatro oyunları, film, belgesel sayısı her geçen yıl artıyor. Ekolojik bütünlüğü korumak temelli felsefe gelişiyor.
Hiçbir ulusun hiçbir ulusa üstünlüğünün olmadığı, üst kimlik kurnazlığının reddedildiği, tolerans üstenciliğinin olmadığı, eşit kimliklerin benimsendiği rönesans aydınlığı ortaya çıkmıştır. Rojava Üniversitesi’ndeki Jineoloji Fakültesi bir ilk. Avrupa üniversiteleri kardeşlik anlaşmaları imzalamıştır.
Ortadoğu’da ilk kez kadınlar tarafından ortak üretim ve paylaşımın olduğu JinWar köyü pratiğe geçmiştir. Komün Demokrasisi deneyimlenmiştir. Sadece Kürtlerin değil bütün halkların kutup yıldızı olarak ilgi gördüğünden üniterci iktidarların hedefi olmuştur.
8 Aralık 2024’te Baas rejimi düşünce Şam’ı ele geçiren HTŞ ne yapmıştır? İdlib’e halkın önünde kadın idamlarını yapanları yönetime almıştır. Taliban engizisyonu taklidiyle HTŞ engizisyonu hastanelerde kadın ve erkek doktor bölümlerini ayırmıştır. Kadına adeta ev hapsi dayatılmıştır. Kamu kurumlarında de facto uygulamayla yanında erkek olmadan gelen kadınların evrak vb işleri yapılmamaya başlanmıştır…
Arap Alevilerin, Dürzilerin, Süryani, Ermeni gibi Hristiyanların yaşam tarzını değiştirme, olmuyorsa yok etme anlayışını 6-10 Mart 2025 arasında Lazkiye, Tartus, Banyas, Hama, Halep, Şam’da göstermişlerdir. 28-30 Nisan’da Şam’da Dürzilere karşı katliamda göstermiştir. Kadını da yok sayan tek mezhep zihniyeti. Ahmed Şara dahi dış baskı ve insan hakları örgütlerinin raporları yayınlanınca vahşet ve tecavüzler olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.
- Kitapta uygulamadaki Toplumsal Sözleşme üzerinde önemle duruyorsun. Toplumsal Sözleşme’nin önemi nedir?
Katar-Sani yönetimi, AKP yönetimi, Şara yönetiminden oluşan üçgen bazı ülkelerin de desteğiyle Şam’da tezgah kurup yelkenli gemilere rüzgar satacakları algısına kapılmışlardır. 21. yüzyılın sosyolojisini, toplumsal ve teknolojik dönüşümlerin açtığı hakikatleri görmeyerek. İran’da, Suudi Arabistan’da, Irak’ın egemen ırkçı katmanlarında da aynı zihniyet kalıbı söz konusudur. Buna karşılık halkların birlikte yazdığı Toplumsal Sözleşme tarihsel cevap olmuştur. Toplumsal Sözleşme, hizmetlerin, projelerin, yatırımların, eğitimin, sanatın, siyasetin tek merkezden yürütülmemesinin formudur. Yerelin dikkate alınması, herkesin belediye başkanını, kaymakamını, valisini, eğitim müdürünü, sağlık müdürünü, üniversite rektörünü, dekanını kendisinin seçmesidir. Yerelin dilinin, inancının, kültürel mirasının dikkate alınması, yaşatılmasıdır. Asimilasyona karşı, kolluk ve yargı sopasına karşı halklara Anayasal güvencedir. Seçilmiş belediye başkanlarının merkezden görevden alınıp kayyum atanmasına karşı güvencedir. Merkezden rektör kayyumlar atamamaktır. Herkesin dilini geliştirmesini güvenceye almaktır. Merkeziyetçi dayatmalar karşı özgürlük penceresidir. Türkiye Cumhuriyeti nasıl kuruldu? Osmanlı diye merkezi bir yönetim yok muydu İstanbul’da. Padişah, sadrazam, bakanlar kurulu yok muydu? Ankara, merkezi sistemi dinleseydi, itiraz etmeseydi, padişah ve halifeye meydan okunmasaydı yeni bir devlet inşa edilebilir miydi? Türkiye diye bir devlet ortaya çıkabilir miydi? Peki şimdi bu hakikat dururken neden Suriye halklarına merkeziyetçiliği dayatıyorsun, neden illa ‘statükoya biat et’ diye söylenirken askeri harekatlarla Kürtlerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Êzidîlerin, Çerkeslerin, Alevi ve Sünni Arapların bir kısmının birlikte kurduğu sistemi, meclisleri tehdit ediyorsun. İsrail, Suriye’nin su kaynaklarının, turizminin olduğu ve hava kontrol imkanı sunan Golan, Hermon Dağı, Kuneytra, Süveyda çevresini ele geçirirken bir taş savurabildin mi? Peki binlerce yıldır o coğrafyanın otokton halklarından olan Kürtleri niye tehdit ediyorsun, neden konjonktürel fırsatlar buldukça kimi ülkelere kapitülasyonlar verip kara-hava operasyonları yapıyorsun? Toplumsal Sözleşme’nin Ortadoğu ülkelerinin anayasalarının çok ilerisinde olduğu görülür. İleri bir Anayasa. Ancak eksikleri yok değil. Geliştirilmesi gerekir. Neticede statik olamaz hiçbir şey. Aksayan yanlar tespit edildikçe, yeni parametreler üzerinden, değişen yaşam koşulları üzerinden yeniden formüle edilecektir.
Ve şu husus da önemli. HTŞ gibi yapılar, Sünni Araplar nasıl ki kendilerine Şam’ı yönetmeyi hak olarak görüyor. Binlerce yıldır Mezopotamya’da, Suriye’de yaşayan Kürtler, Aleviler, Asuri-Süryaniler, Êzidîler, Ermeniler, diğer Hıristiyanların da Şam’ı yönetme hakkı var. Kürtler de, Süryaniler de, Dürziler de yönetebilir Şam’ı. Orada yaşayan her halk bu hakkı kendisinde görmeli, ayrım yapan, asimilasyon hedefleyen, kadını köleleştirmek isteyen zalimlerin tekeline bırakmamalıdır. Sadece Sünni Araplar hak olarak göremez, Kürtler de, Süryaniler de, Dürziler de, Ermeniler de yönetebilir Şam’ı. Suriye isminin kökeninin de neden binlerce yıldır bu topraklarda kök salmış Süryanilerden, Syria’dan geldiği düşünülmeli.
- İsrail ve Türkiye Suriye’de çekişiyor. İki ülkenin çatışma ihtimali var mı?
Türkiye bir nevi İsrail ile komşu oldu. Ekim 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan sonra Hafız Esad, Golan için 1974’te İsrail ile Kuvvetlerin Ayrışması Anlaşması yapmıştı. Suriye-İsrail anlaşmasına göre tampon bölgede Hermon Dağı’nın Suriye tarafına İsrail geçmeyecekti, BM Barış Gücü olacaktı. İsrail; Hizbullah, İran Devrim Muhafızları, Hamas ve Baas ordusunun Suriye’den çıkarılması, Esad’ın düşmesi için HTŞ’nin önünü açmıştı. Ancak, HTŞ Şam’ı alınca, Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da namaz kılma çağrılarını içeren videolar yayınlanınca İsrail telaşlandı. İran’ın yerini Türkiye’nin alacağı algısı da İsrail’i strateji değişikliğine yöneltti. İsrail, Golan’da, Kuneytra’da yeni yerler aldı. Kayak merkezi de olan Hermon Dağı’nın Suriye tarafını da ele geçirdi. Bu stratejik Hermon Dağı üzerinden İran-Suriye-Lübnan silah-lojistik hattını kontrol edebilecek, dağ üzerinden radarlarla Şam hava sahasını da kontrol edebilecekti. AKP de HTŞ adına diplomasi çalışması yaparken, yaptırımların kaldırılması için ülkelerle görüşürken, Hama, Humus’ta ağır silah sistemleri için, hava savunma sistemleri için üs kurmaya çalıştı. Rusya Akdeniz kıyısındaki Lazkiye ve Tartus’tan çıkarsa buralarda da donanma üssü kurmak istiyordu. Böylece Doğu Akdeniz’de sismik doğalgaz arama gemilerini daha rahat çalıştıracak, Doğu Akdeniz’de doğalgaz nakil hatlarında söz sahibi olacak, Kıbrıs krizlerinde eli güçlenecekti. İsrail ise İran’ın yerini Türkiye’nin almasını istemiyordu. Bu nedenle TSK’nin üs kurmaya çalıştığı Hama ve Humus-Palmira’daki üsleri, Lazkiye hattını bombalayınca savaş senaryoları gündeme geldi. Ancak, Türkiye de İran gibi bir strateji benimseyecektir İsrail’e karşı. İran; ABD ve İsrail ile söylem krizi tırmandırıyor, ancak savaş eşiğinde duruyor. Savaş eşiğine gelince karşısındakinin bileğini öpüp geri çekiliyor. Türkiye de İsrail’e karşı sert dil kullanırken İsrail ile savaşı göze alamayacak. Tersine HTŞ’yi İsrail ile uzlaşmaya teşvik edecek. Çünkü İsrail ile savaşın Suriye, Irak, İran ve Türkiye’deki Kürtleri de etkileyeceğinden, harekete geçecek yeni fayların sistemi altüst edeceğinden, artçı şokların çözülme yaratacağından korkuyor. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin yeni çözüm sürecinde ısrarlı olmasının, Kürtleri kafatası ırkçılığıyla reddeden tabanını ‘kardeşlik’e ikna etmesinin başat sebeplerinden biri de bu. Yine ordu Kürt meselesi ve operasyon bahanesiyle elini tetikte tuttukça siyaseti de hep yönetmek istemekte, darbe mekanizmasını diri tutmakta. Bu gibi faktörler, bu minvalde rota arayışları Suriye ve Türkiye’deki Kürt meselesine yaklaşımları, Türkiye-İsrail ilişkilerini belirledi, belirleyecek.
Birlik Kürtlerin elini güçlendirdi
Mehmet Ali Çelebi’nin kitabının yayınlanmasından bir gün sonra Qamişlo’da 26 Nisan’da Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı düzenlendi. Çelebi, konferansa dair şu belirlemelerde bulunuyor: “Suriye’de Kürtler Üçüncü Yolu takip ediyordu. Demokratik Birlik Partisi, Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) içindeki 16 siyasi parti 26 Ekim 2011’de Hewlêr’de toplanıp Meclîsa Gel a Rojavayê Kurdistanê yani MGRK’yi oluşumunu ilan etmişti. Sonrası MGRK, ile ENKS 11 Temmuz 2012’de Hewler Anlaşması imzalayıp Desteya Bilind a Kurdi, yani Kürt Yüksek Konseyi kararı almıştı. Temmz sonunda da 5+5 ile oluşum ilan edilmişti. 8 Eylül 2013’te Qamişlo’da toplanan MGRK ile ENKS partileri 9 maddelik geçici yönetim yol haritası belgesi imzalanmıştı. Ancak havada kaldı ve birliktelik sağlanamadı. Desteya Bilind a Kurdi oluşumu işlerlik kazanmadı. Yürütülemedi. Sonrası da bazı mutabakatlar olmuştu. Yine yürümedi ve ENKS, Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniye’de SMO ile birlikte hareket etti, nüfusun büyük kısmını göç etmek durumunda bırakıldı. Yıllar boyu konferans düzenlenmesi tartışıldı. En son 26 Nisan 2025’te Qamişlo’da Rojavayê Kürdistan Birlik ve Ortak Tutum Konferansı düzenlendi 400 delegenin katılımıyla. Federe Kürdistan’dan KDP, YNK ve ENKS’nin katılması, KNK, DEM Parti, Demokratik Bölgeler Partisi delegelerinin, kadın hareketlerinin, sivil toplum örgütlerinin, farklı din ve inanç gruplarının katılması yeni Suriye için ve Kürt Ulusal Kongresi için yeni bir aşamaydı. Eğer KDP ve ENKS; Süleymaniye ve Hewlêr gibi ikili yapı ve ikili peşmerge yapısını Kuzey ve Doğu Suriye’ye de enjekte etmekten vazgeçerse, Şengal, Qamişlo, Rimelan, Semalka Sınır Kapısı’nın ENKS’ye bağlı Roj Peşmergeleri’ne bırakma kararından vazgeçerse ilerleme kaydedilebilir. 1916-1923 döneminde Kürtlerin birlik olamayıp Sykes-Picot Anlaşması ve Lozan Anlaşması ile bölündükleri gibi, farklı ülkelere ve mandat rejimlerine terk edildikleri gibi bir durumun 21. yüzyılda da biçim değiştirerek tekrarlanması istenmiyorsa Kürtlerin Ulusal Kongre toplamaları elzem. Nesiller adına, Kobanê, Şengal’deki gibi bedeller adına, yüzyıl adına tarihsel sorumluluk. Bir kapı açıldı ancak hala soru işaretleri var. Sadece şu örnek bile çok şeyi anlatıyor. Federe Kürdistan’da parlamento seçimlerinin Kasım 2022’de yapılması gerekiyordu. KDP yaptırmadı, seçimsiz yönetmeye devam etti. Seçimler uluslararası baskıyla, Irak Yüksek Mahkemesi’nin devreye girmesiyle ancak 20 Ekim 2024’te yapılabildi. Kürtler birlik olamayınca bu dönemde Irak merkezi yönetimi birçok kazanımı Hewlêr’in elinde aldı. Bu seçimlerin üstünden de yaklaşık 8 ay geçerken KDP, YNK, Goran, Yeni Nesil yine anlaşıp hükümet kuramadı. Kasım 2025 Irak Parlamento seçimlerine de bölünmüş halde gidiyor Kürt partiler yani. Irak cumhurbaşkanını, başbakanını ve kabineyi belirlemede ağırlıklarının azalması anlamına geliyor bu. Yine KDP, Türkiye’nin talebiyle Irak Başbakanı Mustafa Kazımi hükümetiyle 9 Ekim 2020’de Bağdat’ta imzaladığı Şengal Anlaşması’ndan vazgeçecek mi? Çünkü, DAİŞ’ten ağır bedellerle kurtulan Êzidîlerin, Şengal’i yeniden inşa etmesinden, halkın kendi kendisini yönetmesinden rahatsız olmuş bu kez Irak ordusunun işgal etmesi için sık sık çağrılar yapıyordu.”