Türkiye’de siyaset, bir kez daha en keskin yerinden kanıyor: Kürt meselesi…
Özgür Özel’in CHP’nin 39. Olağan Kurultayı’nda sarf ettiği “Stockholm sendromu” ve “celladına âşık olma” cümleleri, yalnızca bir parti liderinin dil sürçmesi değildi; aynı zamanda Türkiye siyasetinin en eski ve en derin yarasına parmak basan, fakat yanlış yerinden basan bir hamleydi.
Çünkü yara, parmak basıldığında kapanmaz; aksine daha çok kanar.
Tahmin edileceği gibi Erdoğan’ın buna cevabı gecikmedi. AKP grup toplantısında, Özel’e “Aynaya baksın, celladı orada görecek” dedi. Bu söz, bir yanıyla tarihsel bir gerçeğe dikkat çekse de Erdoğan iktidarını aklamıyor.
Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn Kanunu, Ağrı, Dersim, Sabahattin Ali… Birçok gelişme ve katliam tarih defterinde yazılıdır. Erdoğan bu hakikati biliyor ve bunu siyasi bir hançer gibi kullanıyor.
Ancak, tek parti dönemi mirasının, özellikle Kürtlere, Alevilere ve Komünistlere yönelik uygulamalarının sağcı, milliyetçi ve İslamcı önemli bir kesim tarafından da sahiplenildiği ya da karşı bir duruş gösterilmediği, bu konuda bir yüzleşmeye gidilmediği de atlanmamalıdır.
AKP’nin 23 yıllık pratiği
Erdoğan tarihsel hakikati, kendi iktidarının 23 yıllık pratiğini perdelemek için bir kalkan gibi kullanıyor. Oysa cellatlık geçmişte kalmış değil. Özel’in karşı cevabı da ağırdı. Taybet Ana’nın yedi gün sokakta kalan cenazesi, beyaz bayraklı kadınların başına gelenler, Roboski, 10 Ekim… “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için dokuz yıldır Edirne Cezaevi’nde tutulan Selahattin Demirtaş, AİHM kararlarına rağmen hâlâ içeride olan Figen Yüksekdağ, kayyumlar… Liste uzar gider.
Bu karşılıklı suçlama teatisi, iki büyük siyasi akım arasında bir “günah çıkarma” ayini değil; aksine, günahı birbirinin üzerine atma ritüelidir. Ancak, “Günahsız olan ilk taşı atsın” dense, salon boş kalır! Ne CHP’nin tarihi ne AKP’nin 23 yıllık pratiği günahsızdır!
Biri devletin kurucu günahlarının mirasçısı, diğeri o günahları güncelleyen ve yenilerini ekleyen parti. İkisini de hakikatle yüzleşmeye ihtiyacı var.
Halk celladı iyi tanır
Kürt halkı ise bu tartışmanın nesnesi değil, öznesidir. Kimsenin ona kendi acısını hatırlatmasına, cellat tanıtmasına ihtiyacı yoktur. Halk celladını çok iyi tanır; çünkü celladın yüzü zamanla değişse de ‘devlet aklı’ değişmemiştir. Ayrıca Kürt halkı, acısını ‘Stockholm sendromu’na indirgeyecek kadar hafızasız, ‘celladına âşık’ olacak kadar teslimiyetçi değildir. O, yüzyıldır eşitlik, özgürlük ve kardeşlik talebiyle direnmektedir.
DEM Parti eş başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın tepkileri de tam bu yüzden ölçülü ve yapıcıydı. Onlar, Özel’in talihsiz sözlerine kızdılar ama süreci olumsuz etkilememek, muhalefeti parçalama hesaplarını da görerek sorumlu bir dil tercih ettiler. Çünkü biliyorlar ki, bu kavga Kürtlerin değil, yüzleşmeye ihtiyacı olanların, devleti yönetenlerin ve tarihsel günahları olanların kavgasıdır.
Ancak asıl mesele; 2025’in Türkiye’sinde, “çözüm süreci” yeniden konuşuluyorsa, bu iki ana akım aktörün birbirine tarih dersi verdiği bir tartışmaya değil, demokratik geleceğe doğru somut adımların atıldığı bir irade sınavına ihtiyaç var. TBMM Çözüm Komisyonu’nda belirlenen İmralı Heyeti’nin Öcalan ile görüşmesinden sonraki sürecin ilerlemesi için iki tarafın da sorumlukları var.
Tabloyu ve tarihi değiştirecek adımlar
Evet, Erdoğan, Özel’in partisini “cellat” olmakla itham ederken kendi iktidarının hukuksuzluklarını gizlemek istiyor. Ancak AİHM kararları uygulanmıyorsa, AYM kararları yok sayılıyorsa, kayyum rejimi devam ediyorsa, seçilmiş belediye başkanları göreve dönemiyorsa, siyasetçiler hala demir parmaklıkların ardındaysa, “terörsüz Türkiye” ya da “demokratik çözüm” lafları hâlâ tam olarak güven yaratıcı değildir. CHP’ye tarihsel hatırlatma yapan Erdoğan, önce iktidarının ürünü olan hukusuzluklarla dolu tabloyu değiştirecek adımlar atmalıdır.
Zira siyasetin görevi yara açmak değil, yara kapatmaktır. Anayasal eşit yurttaşlık, ana dilde eğitim ve kamu hizmeti, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, siyasi tutsakların serbest bırakılması, silah bırakanlar için yasal düzenleme, savaşın değil barışın dilinin hakim olması gibi sorunlar var. Bu talepler karşılanmadıkça, CHP’nin tarihsel günahlarını hatırlatmak ve “yeni süreç” ile övünmek güven yaratmak için yeterli olmayacak.
2025 biterken…
Türkiye ya bu kadim yarasını kapatacak cesareti gösterecek ya da “cellatlık mirası”nı yeni nesillere devretmeye devam edecektir. Ancak, yeni “çözüm” sürecinde TBMM Komisyonunun rapor aşamasına gelmesi ve Öcalan ile yapılan İmralı görüşmesi önemli bir aşamadır. İmralı tutanağının tam metni okunmadı, yeni kaygılar yok değildir; ancak sürecin sekteye uğramaması gerek. Zira yasal ve hukuki adımların bir an önce atılmasının önünde bir engel yoktur ve gerekçeler yaratılmadan bunlar yapılmalıdır.
Ana muhalefet ve iktidar bu tartışmayla Kürt halkının kanayan yarasına basıp duruyor. Oysa 2025 biterken doğru siyasetin görevi yara açmak değil, yara kapatmak olmalıdır.









