Abdullah Öcalan olmasaydı süreç olmazdı diyen DEM Parti’li Cengiz Çandar, Abdullah Öcalan’la komisyonun yüz yüze gelmesi gerektiğini ve Türkiye’nin Suriye Kürtlerini tanımasının ‘kaçınılmaz’ olduğunu belirtti
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ardından Meclis’te Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. Komisyon bugüne kadar pek çok kesimi dinlerken, Kürt sorununda baş müzakereci olarak kabul edilen Abdullah Öcalan’ı henüz dinlemedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Amed Milletvekili Cengiz Çandar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın rolü ve devlet ile iktidarın yaklaşımının yanı sıra çözüm yollarına ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Mehmet Aslan’a konuştu.
‘Süreç Öcalan sayesinde oldu’
Abdullah Öcalan’ın bu süreçteki rolüne değinen Cengiz Çandar, “Bu sürece start veren, bu süreci bir yıl öncesinde harekete geçiren, önünü açmış olan hatta lokomotif olarak süreci taşımış olan Devlet Bahçeli’nin kendisi; dikkat ederseniz 1 yıla yakın süredir Abdullah Öcalan’dan kurucu önder sıfatıyla söz ediyor. Sürecin lokomotifi ve hatta bir anlamda güvencesi konumuna yerleşmiş olan ve iktidar ortağı aynı zamanda. Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan’dan kurucu önder diye söz ediyorsa bu ne demek? Abdullah Öcalan’ın çok merkezi bir konumda bulunduğu ve bir başrol oyuncusu olduğu anlamına geliyor. Süreç itibariyle baş aktör oldu. Sürecin en başlarında birtakım iktidar mensuplarıyla, o çevreden insanlarla yaptığım özel görüşmelerde, Abdullah Öcalan’dan başka hiç kimse Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı çağrının karşılığını aldırtamaz demiştim. Bu kanaatim, 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum çağrısına, PKK’nin, 12. ve fesih kongresi ile ve en önemlisi 11 Temmuz’daki silah yakma töreniyle verdiği cevapla doğrulandı. Abdullah Öcalan’ın dışında hiç kimse bunları yaptıramazdı. Abdullah Öcalan olmasaydı süreç olmazdı. Süreç Abdullah Öcalan sayesinde oldu ve bugünlere geldi” diye konuştu.
Devlet Bahçeli’nin dili
Devlet Bahçeli’nin dil değiştirdiğini belirten Cengiz Çandar, “Devlet Bahçeli 22 Ekim günü o ünlü çağrısını yaptığı zaman kullandığı sıfatı da yaklaşık bir yıldır kullanıyor. Kullanmadığı gibi, inat ve ısrarla Öcalan için ‘kurucu önder’ sıfatını kullanıyor. Bu devletin bir bölümünün dili. Öyle diyeyim. Bunu devletin resmi dili haline geldiğini, devletin bütün yapılarının dili haline geldiğini söylemek abartma olur. Ama Devlet Bahçeli’yi de devlet bünyesinin içinde anlamak gerekiyor; çok önemli bir aktör. Onun dili böyle. Önemli bir noktada duruyor. Abdullah Öcalan için az önce ifade ettiğim göndermeler bir anlamda Devlet Bahçeli için de geçerli. Devlet Bahçeli’yi denklemin dışına çekseydiniz bugünkü süreç olamazdı. Tıpkı 2013-2015 döneminde olduğu gibi, Oslo döneminde olduğu gibi, 2006-2011 arasında olduğu gibi. Oslo gizli bir süreçti. Ama açığa çıktığı anda o günkü Devlet Bahçeli’nin bunun karşısına dikileceği belliydi. Oysa şimdi, Devlet Bahçeli iyi bir diyalog partneri. Ama bütün devlet, Bahçeli gibi mi konuşuyor; öyle mi düşünüyor? Daha o noktada değiliz. Öyle olsak sürecin daha ileri bir noktasında olurduk” diye belirtti.
‘AKP kanadı çabuk değil’
Sürecin yarattığı değişime değinen Cengiz Çandar şu ifadeleri kullandı: “Bahçeli 22 Ekim’de bir çağrı yaptı. Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, bu çağrıyı duyduğunda “Doğru mu duyuyorum” diye gidip yüzünü yıkadığını söyledi. Bizler geçen yıl bu sıralarda Abdullah Öcalan hakkında hiçbir şey işitmiyorduk. Hiçbir bilgiye sahip değildik. Ailesi ve avukatları da dahil olmak üzere 5 yıldır süren çok koyu bir tecrit durumu vardı. Nefes alıyor mu veriyor mu bilmiyorduk hiçbirimiz. Şimdi DEM Partili İmralı heyeti gidip geliyor; hiç değilse 8 kere falan görüştü. Avukatlar gidip geliyor, aile görüşüyor. Abdullah Öcalan’ın telekonferansı yayınlandı. 27 Şubat çağrısı onun fotoğrafıyla birlikte yapıldı. Şunu söylemek istiyorum: Demek ki devlet, Abdullah Öcalan’ın etkisinin ve rolünün farkında. Ama hâlâ devletin bir bölümünde tutukluk görebiliyorum. Yeterince süratli ve çabuk davranılmadığı ve tutukluk yapıldığı kanaatindeyim. İktidarın AKP kanadını kastediyorum.”
‘İç politik hesaplar süreci etkiliyor’
AKP’nin esas iktidar olduğunu belirten Cengiz Çandar, “Devlet Bahçeli’nin genel başkanı olduğu MHP, iktidar ortağı. Ama iktidarın kendisi AKP. Bir de Türkiye’de yapılan anayasa değişiklikleri ile işte onların ‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ adını verdiği, herkesin ‘tek adam yönetimi’ olarak gördüğü, pek de demokratik olmayan; uygulamaları itibariyle otoriter, otokratik bir yapı var. Onu temsil eden de Tayyip Erdoğan. Şimdi böyle bir sistemde devletin önemli bir bölümü, iktidarı temsilen AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın elinde. İktidarının devamı için ya da sağlamlaşması için iç politika hesapları yaptığı noktada, sürecin hızı, etkisi ve dili de ondan etkileniyor. Yoksa devletin Öcalan’ın gücü, rolü, önemi konusunda bir sıkıntısı yok” diye konuştu.
Erdoğan’ın değişen tavrı
Cengiz Çandar, siyasetçiler olarak umutlu olmak zorundayız diyerek yaşananlara değindi: “AKP buna ilişkin umut veriyor mu derseniz, ikircikli bir görüntü var. Biraz önce dediğim Devlet Bahçeli kadar açık davranmayan, ısrarlı davranmayan bir AKP profili görüyoruz. Bir yandan da o umudun AKP üzerinden de devam edebileceğine dair ipuçlarını veren birtakım emareler görüyoruz. Örneğin, Meclis’in açılış gününde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Ekim 2025’te yaptığı açılış konuşmasına bakın. Geçen yıl bizim adımız geçmiyordu. Bu yıl geldi ve ilk iş olarak Tülay Hatimoğulları’ndan özür dilemeye ve el sıkışmaya geldi. Tayyip Erdoğan gibi bir insan akşam DEM Parti Eş Genel Başkanı’ndan özür dilemeye geliyor. Bunun anlamı ve önemi üzerinde düşünmek gerekiyor. Üzerinde onca lüzumsuz spekülasyon yapılan o fotoğraf karesi, Tayyip Erdoğan’ın DEM Parti Eş Genel Başkanı’ndan özür dileme anıydı aslında. On beş gün önce bu jestleri yapmış olan Tayyip Erdoğan’a baktığınız zaman o zaman AKP’nin de ve bizzat Tayyip Erdoğan’ın da bu sürecin devamından yana olduğu hükmüne varabiliyorsunuz.”
Komisyon ve hukuki düzenlemeler
Silah bırakmadan sonra Meclis Komisyon’un hukuki düzenlemeler için hala gerektiği yere gelemediğini belirten Cengiz Çandar, “Komisyonun daha hızlı hareket etmesi ve bu yasal düzenlemeleri yapması gerekiyor. Komisyon, Kürt sorunu çözmek için değil, Kürt sorununun çözümüne giden yolları açmak için kuruldu. Komisyonun kuruluş sebebi, 11 Temmuz sonrası ortaya çıkan durumun yasal düzenlemelerini yapmaktı. Nedir o? Başta bir geri dönüş yasası taslağı hazırlamak. Gerillanın ve örgüt nedeniyle hapiste ve sürgünde bulunan binlerce kişinin, Türkiye’de toplumsal ve siyasi hayata katılmasını mümkün kılacak hukuki altyapının hazırlanması. Binlerce kişi hapishanelerde ve diasporada, Avrupa’da ve sürgünde örgütle ilgili iddialar nedeniyle. Şimdi örgüt yok ortada. ‘Silahlı mücadeleyi de bıraktım’ diyor. O zaman bu kadar insanın topluma entegre olması gerekiyor ve rol alması gerekiyor ülkenin siyasetinde. Kürt-Türk kardeşliğinin gerçekten ete kemiğe bürünmesi, bunun ikliminin düzenlenmesi. Bunun hayalini kurmak bile muazzam. Binlerce kişi Türkiye’ye bu gelişmelerden sonra gelecek, siyasi hayata katılacak. Tarihimizde olmamış bir şey. Böylece ülkede büyük bir iç barış ortamı sağlanacak. Umarım çok yakında başlarlar” diye belirtti.
CHP’nin komisyona katılması çok değerli
CHP’nin sürece katılmasını değerlendiren Cengiz Çandar, “CHP’nin komisyona katılması çok değerli. Ana muhalefet partisi ve iktidar adayı. Böyle bir parti komisyonda olmadan komisyon olamazdı. Bütün baskılara rağmen, özellikle sizin ifade ettiğiniz kendi iç çevrelerinden gelen baskılara rağmen, yayın organlarının Kürt meselesine yönelik son derece olumsuz tavrına, İyi Parti’den de bile öteye geçen olumsuz tavrına ve bombardımanına rağmen, Özgür Özel DEM Parti’yi sakınmayı sürdürdü. Her türlü polemiğin önünde dikilmekte ve komisyonda Cumhuriyet Halk Partisi’nin varlığını korumakta gösterdiği direnç, irade ve tutarlılık bakımından kutlanması gerekiyor. CHP çevreleri niye süreç karşıtı gibi algılanacak konuşmalar yapıyor? CHP’nin genel başkanı böyle yapmıyor. CHP’nin komisyon üyeleri böyle yapmıyor. CHP dediğiniz zaman çok parçalı bir yapıdan söz etmiş oluyorsunuz.
Kürt sorununun çözümünü isteyen bir kesim de var
Gerçekleri olduğu gibi görmemiz lazım. CHP Cumhuriyet’in kurucu partisi. Kürt meselesi de Cumhuriyet’in kuruluşuyla ortaya çıktı. Yani Kürt meselesine ilişkin işlenmiş bütün günahlar, eski CHP’nin ürünü. CHP Kürt meselesine ilişkin günahlardan bağışık bir parti değil ve dolayısıyla CHP’nin içinde çok kuvvetli ama çok kuvvetli ulusalcı bir cereyan var. Sadece CHP mi? Türkiye Komünist Partisi, Sol Parti… Bunların hepsi sürece karşı; hepsinden belirgin bir anti-Kürt tavır var. CHP’de tuhaf olan, CHP’li bilinen yayın organlarının sürece karşı, anti-Kürt, ulusalcı unsurların kontrolünde olması. Sözcü, Cumhuriyet, belli ölçülerde Nefes; Halk TV de belli farklılıklar olmakla birlikte onların kontrolünde. Özgür Özel’in durduğu yer ile CHP’li bilinen yayın organlarının içinde yer alanlar ve CHP ortamını etkileyenler aynı değiller. Ve çok kuvvetli bir ulusalcı cereyan var CHP’nin içinde. Ama sürece yakın duran, sürecin devamını isteyen, sonuca ulaşmasını ve Kürt sorununun çözümünü isteyen ciddi bir kesim de var” diye konuştu.
Medyanın zehirli dili
Medyanın diline değinen Cengiz Çandar, “Medya şimdiye kadarkiyle çok hayırlı bir rol oynamadı. Eğer bir süreç varsa; eğer bu süreç bir şekilde silahların bırakılmasından hareketle daha kalıcı bir barışa evirilecekse medyanın dilinin de bu yeni duruma uygun olması lazım. Türkiye’de ana akım özgür medyadan, bağımsız bir medyadan söz etmek çok zor. Özgür medya mensupları, bağımsız düşünen, ahlaki düşünen medya mensupları, gazeteciler yok mu? Elbette var. Ama ana akım medya dilini düzeltmemiş, barış dilini benimsememiş kişilerin ağır bastığı bir durumda ana muhalefet medyası da ana muhalefet genel merkezinin tam tersi pozisyonda olanların kontrolünde. Televizyonları, gazeteleri az önce söyledik. Hepsi birlikte sürece karşı zehirli bir dil kullanıp havayı kirletiyorlar ve bu büyük bir sorun. Öyle olunca bir de zehirli medya diliyle karşılaşıldığında iktidar kanadı sürecin yönü ve hızı konusunda tereddüt etmeye başlıyor” dedi.
Türkiye’nin Suriye politikası
“Türkiye’deki iktidarın Şam’daki geçici yönetime gösterdiği ilginin daha da ötesini, daha da şefkatli biçimini Suriye Kürtlerine karşı göstermesi gerekiyor” diyen Cengiz Çandar şu ifadeleri kullandı: “Çünkü Suriye Kürtleri bizim vatandaşlarımızın oradaki devamı. Aynı köyler bölünmüş. Aynı aileler bölünmüş. Yani Suriye Kürt’ü bizim Kürt’ümüzden farklı bir şey değil. Türkiye Kürt’ü ile Suriye Kürt’ü arasındaki bağlar, Türkiye Kürt’ü ile Irak Kürt’ü arasındaki bağlardan bile daha yakın. Dolasıyla Türkiye Suriye’ye baktığı zaman kendisini oradaki Kürtlerin temsilcisi gibi, sözcüsü gibi görmeli. Bir bakıma Suriye Kürtlerinin de devleti gibi davranmalı. O zaman çok daha kolay çözülür. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Meclis konuşmasında bu bakış açısına uygun ifadeler vardı. İsrail bölgede çok güçlendi. ‘Suriye Kürtleri İsrail’in etkisi altına girer, İsrail tarafından araçsallaştırılabilirler’ diye bir kaygı var. İsrail’e öyle bir alan bırakmayın, Kürtleri kucaklayın. Ortada üvey evlat gibi bırakır, onlara karşı saldırgan bir tutum alırsanız ya da Suriye’nin içinden onlara yönelik saldırıları adeta teşvik eder bir görüntü verirseniz, en istemediğiniz şey olabilir. Onları İsrail’e itmiş olursunuz. Buna meydan vermeyin. Siz kucaklayın. Biz kucaklayalım. Bu arada SDG ile Türkiye arasında ve daha önemlisi SDG ile geçici Şam yönetimi arasında bir diyalog var ve yol alıyor. Türkiye’deki dil de, iktidar dili anlamında, değişmeye başladığını fark edebiliyoruz. Bir dil değişikliği görülüyor. Şam yönetimi ile SDG arasında belli uzlaşmalara varılırsa bu Türkiye’de dili değiştirecek. Nasıl Irak Kürtlerine karşı zaman içinde tavır değiştiyse, Suriye Kürtleri için de değişmeli.”
‘Öcalan’la yüz yüze gelinmeli’
Komisyonun Abdullah Öcalan’la görüşmesine değinen Cengiz Çandar, “Abdullah Öcalan bu sürecin en önemli baş aktörü oldu”. PKK’nin feshini ve silah bırakmasını sağladı, bunu da anlattı. Örgütüne, Kürt kamuoyuna anlattı. DEM Parti’ye anlattı. DEM Parti kendi kamuoyuna anlattı ve anlatmaya devam ediyor. Kürt toplumu bunu biliyor. Fakat Abdullah Öcalan, kendisiyle doğrudan teması olmayan Türkiye’nin diğer siyasi oyuncuları—başta AKP, CHP, MHP—yüz yüze gelirse ve yaklaşımını ve gerekçelerini bizzat kendisinden dinlerlerse, bu sürecin toplumsallaştırılması açısından yarar sağlar. Hem de Öcalan ismi üzerinde on yıllardır yaratılmış şeytanlaştırma dağılır. Bu şeytanlaştırma dağılmadan kolay kolay yol alınmayacağı da görülebiliyor. Bu nedenle DEM Parti dışındaki diğer siyasi aktörlerin de Öcalan ile görüşmesi gerekiyor. Madem bu siyasi partiler komisyona isim verdiler, komisyonun süreçte rol ve yol almasını istediler; dolayısıyla Öcalan ile yüz yüze gelmeleri mantıklı ve faydalı olur” diye konuştu.
HABER MERKEZİ