Cengiz Çiçek ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın paradigmasını ve solun yaklaşımını konuştuk:
Özgürlük hareketi ve önderliği, her tarihsel kırılma anında geliştirdiği hamlelerle sosyalizm ve özgürlük mücadelesine yeni bir ivme kazandırdı; yeni devrimci mevziler yarattı, yerelden evrensele doğru sosyalizm bayrağını taşıdı. Unutulmamalıdır ki amaç, araçtan üstündür
Deniz Bakır
DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek ile söyleşimizin ikinci bölümünde Kürt Siyasi Hareketi’nin emek hareketiyle kurduğu ilişki konusunda yapılan eleştirilerden, sol- sosyalist hareketin çeşitli kesimlerinden gelen ‘tasfiyecilik’ değerlendirmelerine kadar bir dizi konuda yorumlarını istedik. Çiçek, Kürt hareketinin emek mücadelesi ile ilişkisini üç döneme ayırarak değerlendirirken, ‘tasfiyecilik’ eleştirilerinin ise sosyalist hareketin dar dogmatik yaklaşımlarıyla ilişkisini vurgulayarak Öcalan’ın ‘demokratik toplum çağrısını’ tasfiyeci dizaynı bozan bir hamle olarak niteliyor.
- Adıyla müsemma Kürdistan İşçi Partisi’nin yani PKK’nin değişim-dönüşüm süreçleri ele alınırken içinde sosyalist düşüncenin temel direklerinden biri olan emek ve emekçilerin örgütlenmesinin görece geride kaldığı yönünde eleştiriler var. Bu doğru mu? Ya da böyle anlaşılmasının nedeni ne olabilir?
Bu sorunun en sağlıklı cevabını, Sayın Öcalan’ın -güncel tartışmalara atfen- yaptığı reel PKK analizlerinde bulabiliriz. Ki Öcalan, reel sosyalizm kadar reel PKK kritiği yapıyor. Bu kritikler, Öcalan’da ve Özgürlük Hareketi’nde değişim, dönüşüm ve yenilenmenin kurucu niteliklerindendir. Zira bu çözümlemeler, Kürt Hareketi’nin ve sosyalizm mücadelesinin zayıf ve güçlü yanlarını ortaya çıkarma, boşluklarını tamamlama ve kendini devrimci bir güç olarak yeniden kurma gibi bir rol yüklenmektedir. Kendi zayıflıkları ve hatalarıyla yüzleşmek ve onları aşarak kendini tekrar tekrar kurma gücü, devrimci iddianın ve özgüvenin göstergesi olduğu kadar, amaca kilitlenmiş bir tarzın hayat bulması olarak da yorumlanmalıdır. Buradan hareketle sorunuzu Özgürlük Hareketi deneyimini üç döneme ayırarak çözümlemeye çalışabiliriz;
PKK, kuruluşundan 90’lı yılların ortasına kadar, adına ‘diriliş-varlık dönemi’ dediği yıllar boyunca yoksul ve köylü Kürt tabanına dayanarak mücadelesini geliştirdi. Bu döneme birinci dönem diyebiliriz. O dönemin Kuzey Kürdistan’ı, Türkiye’de kapitalist üretim ilişkilerinin en az girdiği bir bölge olarak öne çıkıyor. Geleneksel üretim ilişkilerinin olduğu ve bu yönüyle de kır nüfusu ve ona bağlı olarak aşiret gibi geleneksel ilişkilerin Kürt toplumunda hâkim olduğunu görüyoruz. Aslında bu geleneksel olarak tarif edilen ilişkiler, Kürt toplumunda topluluk ekonomisi ve ortaklaşmacı yaşam tarzı gibi kolektif-komünal değerleri görece daha fazla ayakta tutuyordu. Kürdistan İşçi Partisi sosyalist değerler ve görüş açısıyla Kürdistan köylerinde, kırlarında saklı kalan, kendisini bugünlere kadar bir düzeyde taşıyan doğal toplum değerlerinin buluşması, böylesine radikal halk hareketi yükselişini tetikleyen faktörlerden birisiydi. Birinci dönem bağlamında ele alındığında adına mücadele yürüttüğü halkın yoksullarına, emekçilerine dayanması itibariyle eleştirisi yapılan bir durumun söz konusu olmadığını söylemek mümkün.
90’ların ilk yarısından 2000’lerin ilk on yılına kadar, dramatik bir biçimde Kürt halkının Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya zorunlu olarak göç ettiğine şahitlik ediyoruz. Bu dönemi ikinci dönem olarak nitelendirebiliriz. Bu yoğun göç, Kürt Hareketi’nin dayandığı tabanın önemli bir bölümünü Avrupa ve Türkiye kapitalizminin içine yerleştirdi. Bu yıllar için Türkiye kentlerinde inşaat, tekstil, altyapı ve hizmet alanları başta olmak üzere en kitlesel Kürt işçi sınıfı gerçekliğinden bahsedebiliriz. Bu dönem için -KESK gibi sendikal mücadele alanlarını bir tarafa bırakacak olursak ki, özgün incelenmesi gerekmektedir- Kürt Hareketi’nin işçi örgütlenmesinin neredeyse olmadığı söylenebilir. Bunda Kürt Hareketi’nin ikinci dönemde “Kürdistan Sömürgedir” tezine göre örgütsel form ve anlayışla faaliyet yürütmesinin payı büyük. Sömürgecilik karşıtı mücadele yürütüyorsanız göç eden kitlenizle ilişkiniz doğal olarak diaspora ilişkisi oluyor. Nedir diaspora? Sömürge altında olan ülkeden uzak olan, ondan koparılandır. Ülke özgürleştirildiğinde, sömürgeciler kovulduğunda zorunlu olarak göç edenler de ülkelerine geri döneceklerdir. O nedenle sürgündeki her faaliyet, ülkede süregiden mücadele ve onun ihtiyaçlarına göre şekillenecektir. Yani sürgünde olan, ülkeden uzakta olan her faaliyet bu yönüyle geçicidir, kalıcı değildir. Dolayısıyla dayandığınız diaspora kitlesinin ezici çoğunluğu işçi de olsa, emek-sermaye çelişkisine göre değil sömürgeci-sömürge çelişkisi üzerinden örgütleniyorsunuz. Bu döneme sömürge teziyle uyumlu bir dönem diyebiliriz.
Bu ikinci dönem, aynı zamanda Kürt Hareketi’nin Türkiye devrimci hareketleriyle politik ittifaklar kurduğu bir dönemdir. Kürdistan ve Türkiye emekçilerini, birlikte çalıştıkları yerlerde ya da bir arada yaşadıkları yoksul mahallelerde politik ittifak arayışlarına paralel olarak birleşik emek mücadelesini yeterli düzeyde kuramamak, bir yetersizlik gibi ele alınabilir. Buralarda devrimci politikanın gerektirdiği örgütlenme kapasitelerinin yeterli düzeyde geliştirilemediğini söyleyebiliriz. Ezen ve ezilen ulus emekçileri arasında emek sömürüsü ve mülksüzleşme düzeyinde ortaya çıkan bu eşitlik, politik gereksinimlerin yerine getirilememesi sonucu, yerini, etnik kimliklerin öne çıktığı eşitsiz, dışlayıcı, ayrıcalıklı ilişkilere bıraktı. Bu eksiklik, sömürgeciliğin beslendiği ekonomik sömürü mekanizmasına karşı etkili bir mücadele yoluyla da güçten düşürme olanaklarından mahrum bırakması boyutuyla incelenmeye değerdir.
Kürt Hareketi’nin Türkiyelileşme stratejisini başat kıldığı son yirmi yıla üçüncü dönem diyebiliriz. Bu dönem Türkiye metropollerine ve başta Avrupa olmak üzere birçok kıtaya yayılan Kürtlerin, göç ettiği kentlerin yerleşikleri olarak kültürel, sosyal, siyasal, sınıfsal bağlamda niteliksel bir dönüşüme de işaret ediyor. Kürt halkındaki bu niteliksel değişim ve göç ettiği yerlerin halklarıyla ulaştığı etkileşim düzeyi, Öcalan’ın Demokratik Ulus paradigmasının da en sağlam sosyolojik, ekonomik, politik temellerinden birisi oluyor. Bu üçüncü dönemde işçi-emekçi alanındaki örgütlenmelerin, paradigmaya bağlı olarak belirlenen stratejik hedefler bağlamında yeterli düzeyde gelişmemesi, mevcut olanların da donuklaşması, görece geride kalmak olarak nitelendirilemez. Olsa olsa PKK liderlerinden Cemil Bayık’ın son dönem röportajlarından birisinde söylediği üzere “resmi olarak kabul edilen paradigmaya pratikte girememek” olarak tariflenebilir. Bu son dönem tablosu bile tek başına Öcalan’ın değişim-dönüşüm çabalarının stratejik önemini, değerini gösteriyor.
- “Demokratik Toplum Çağrısı”na dair yapılan değerlendirmelerde, ilginç biçimde Kürt milliyetçiliği ile bir kısım geleneksel devrimci sosyalist çevrelerin yaklaşımları bazı ortaklıklar taşıyor. Ton ve gerekçeler farklı olsa da çağrı, “tasfiyecilik” parantezine sıkıştırılıyor: “Silahlı mücadelenin tasfiyesi”, “Kürt davasının tasfiyesi” vb. bu ortaklık sizce nereden kaynaklanıyor? Gerçekten bir tasfiye mi söz konusu, yoksa bu paradigma değişiminde yeni bir aşama ve hamle mi? Sosyalistlerin perspektifinden bu çağrı nasıl görülüyor, nasıl görülmeli?
Elbette Kürt hareketleri ve Türkiye sosyalist hareketleri içinde dostça yaklaşanların kaygılarını ve kimi eleştirilerini anlayan bir yerden diyalog halinde olmak gerekiyor. Ancak kimi “sol eleştirilerin” ve Kürt ulusalcılığı, milliyetçiliği adına Kürt Hareketi’ne yönelik saldırıların özünde kapitalist uygarlığın zihin çeperlerine hapsolmuş karakter ortaklığı olduğu su götürmez bir gerçek. Ezilen halkların makus talihini, direnişi yenilgiye zimmetleyen bir kısım sol’un ve Kürtlük dünyasını başta iç içe yaşadığı halklar olmak üzere diğer halklarla sürekli gergin, çatışmacı tutan ve içe kapanmacı Kürt sağının Özgürlük Hareketine dayattıkları özünde bir ve ortaktır: ebedi yenilgi ve halklar arası kan davası!
‘Tasfiyecilik’ konusu ise sosyalist hareket açısından kuşkusuz tartışmaya değer bir konu. Tasfiyecilik konusunun oldukça dar ve biçimsel bir temelde ele alındığını, konunun hem Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihsel evrimi hem de sosyalist hareketin tarihsel deneyimlerinden yer yer kopuk ve dar kavranışının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Belirli bir mücadele biçimini mutlaklaştıran, hatta devrimciliğin tek ölçüsü haline getiren yaklaşımın, Marksist anlayışla gerilimli olduğunu belirtmek gerekir. Marksist bakış açısına göre kullanılacak mücadele araç ve biçimlerini ilkesel olarak doğru ya da yanlış hale getiren şey, onun ezilen kitleleri özneleştirip özneleştirmediğidir. Politik, örgütsel ve ideolojik olarak kendi özgün talep ve mücadelelerini bir iradeye dönüştürüp dönüştürmediğidir. Lenin, ‘Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı’ adlı kitabında bu yaklaşıma dair şunları belirtiyor: “Ama onlar [‘sol’ komünistler], devrimci olarak görevimizin bütün bu savaşım biçimlerini benimsemek olduğunu, bunlardaki değişmeleri, bir biçimin yerine ötekini koyabilmek gerektiğini anlamak istemiyorlar. Onlar, Marksizmin tarihsel koşullara bağlı olarak değişen çeşitli biçimlerin tahlili ve öğrenilmesini gerektiren bir rehber değil de bir dogmalar toplamı olduğunu sanıyorlar. Onlar, tıpkı basit bir asker gibi, tek bir yolu, doğrudan hedefe varan yolu tanıyorlar, başka bir şey bilmek istemiyorlar: ‘Biz, doğrudan hedefe yürümek istiyoruz. Ne anlaşma ne uzlaşma ne parlamento ne seçim ne sendikalar. Hiçbiriyle ilgilenmiyoruz!’ Bu, saf bir çocukluktur; politikada hiçbir anlamı olmayan, sadece proletarya davasına zarar veren dar görüşlülüktür.” Alıntıdan hareketle Kürt sorunu ve Kürt Halk Hareketi açısından kimi sosyalist çevreler, araç, yol ve yöntemde sabitlenerek, tek’in sınırlarında diyalektikten kopuyorlar diyebiliriz. Doğrudan böyle demeseler de bir olanı, neredeyse devrimciliğin tek ölçüsü ve mutlak tahtına oturtarak bunu yapıyorlar.
- Sosyalist harekette hâkim hale gelen ve araç amaç diyalektiğini bozan dogmatik bir yaklaşım olduğunu söylüyorsunuz anladığım kadarıyla. Bu hep mi böyleydi yoksa bir bozulma sonucu mu ortaya çıktı sizce. Sosyalist hareketin bu dogmatik yaklaşımın dışına çıkan deneyimleri yok mu?
Örneğin Bulgar devrimi deneyimi, bu anlamda öğreticidir. Benzer anlayış, Bulgaristan’da da ‘devrimciliğin mutlak ölçüsü’ olarak kabul ettiği mutlaklaştırılmış bir silahlı mücadele anlayışıyla Bulgar Komünist Hareketi’ni tasfiyenin eşiğine kadar taşımış, Komünist hareketi kitlelerden uzaklaştıran bir örgüt ve siyaset çizgisini hâkim hale getirmişti. Dimitrov öncülüğündeki Komünistler ise illegal partiyi kapatmış, silahlı mücadeleyi sonlandırmış ve kitle partisi, birleşik cephe ve kitle örgütlenmelerinde yaygın örgütlenme yoluyla ilerleyerek bir başka dönemde işgale karşı savaşıma öncülük edecek ve devrimi zafere taşıyacak partizan ordusunun unsurlarını bu temelde ortaya çıkarmıştı.
Bu ‘tek yol’ kritiğini, Kürdistan Özgürlük Devrimi deneyimi bağlamında da yapabiliriz. 91 yılında reel-devletçi sosyalizm, kapitalizm karşısında havlu atıp çökerken, büyük gerilla hareketleri ve sosyalist partiler, çözülüp düzen içileşme yoluna girerken Kürdistan’daki Özgürlük Hareketi hem bir gerilla gücü hem de bir halk serhildanı örneği olarak öne çıktı. Yanısıra ’sosyalizmde ısrar insanlıkta ısrardır’ sloganını geliştirerek yenilen ulus devletçi reel sosyalist anlayışın yerine yeni bir sosyalizm anlayışının taşlarını döşemeye çalıştı. Bu dönemde bir kısım dar sosyalist anlayışlar, akıntıya karşı durmak içgüdüsüyle Hareketin bayrağına orak çekiç yerine özgürlük meşalesini koymasını, örgütsel modelindeki kimi değişiklikleri ya da kadın özgürlük ideolojisini sosyalizm mücadelesinin temel sütunlarından biri haline getirmesini, sosyalizmden uzaklaşma ve tasfiyecilik olarak tarif etmeye meylediyordu. Ama Özgürlük Hareketi, sosyalizm ısrarını yenilenerek sürdürdü ve tasfiyeci kuşatmayı aştı.
Benzer bir şey daha büyük ölçekte 1999-2000 döneminde yaşandı. Öcalan, yeni tarihsel koşullarda Kürdistan’ın özgürlüğü konusunu, bağımsız devlet (ulus-devlet) parantezine sıkıştıran yaklaşımı, teorik olarak sorunlu görerek, bölge ve dünya gerçekliğini kavrama gücü göstermediğini ileri sürdü. O dönem de Kürtlerin Kendi Kader Tayin Hakkını ayrı bir ulus-devlete sabitleyenler, bu yaklaşımın Kürdistan’ın ve Kürt halkının özgürlüğü konusunu, politik sahanın dışına atarak belirsiz bir geleceğe ertelediğini göremediler. Sayın Öcalan ise ‘Demokratik Ulus’, ‘Demokratik Konfederalizm’ gibi başlıklar üzerinden gerçekleştirdiği paradigmasal değişikliklerle Kürt halkının ve Kürdistan ülkesinin özgürlüğü konusunu, politik saha içinde tutmakla kalmadı; klasik dar milliyetçilik parantezinin dışına çıkarak Kürdistan devrimini, tüm bir Ortadoğu’yu içine alan bir devrimci sürecin sürükleyici ve dönüştürücü dinamiğine kavuşturdu. Eski tip ulusal kurtuluş hareketleri, tüm direnişçi özelliklerine rağmen ya kapitalist moderniteye eklemlendiler ya da kapalı devre direnişçilikteki inatları yüzünden tasfiye olurken, Kürdistan devrimci dinamiği, artık bölgesel bağlamı aşan uluslararası bir devrimci karakter kazanma yoluna girdi. Böylesi kritik dönemlerde ilkel milliyetçi ulusal kurtuluşçulukla ulus devletçi sosyalizmi savunanlar ise “tasfiyeciliğe karşıyız” adı altında katılaşarak, tasfiyeci çemberin içine sıkışıp kaldılar.
Bugün de benzer bir kırılma anındayız. Kürt Özgürlük Hareketi, Ortadoğu’da devletlerin ve örgütlerin tasfiyeci dizaynını hedefleyen bir planı, pozisyonunu değiştirerek aşmaya ve devrimci yürüyüşünü yeni biçim ve olanaklarla sürdürmeye dönük bir hamle sürecine girdi. Dengelerin köklü biçimde değiştiği mevcut durumda, eski biçimde yürümekte ısrar etmek, sabitlenmek, tasfiyeci çember içinde kalmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Öcalan ve Hareketi açısından mevcut süreç, yeniden ve daha büyük mücadeleler için girişilen bir reorganizasyon, daha öz bir ifadeyle tasfiyeciliğin tasfiyesidir. Bu dönüşüm süreci birçok risk barındırmaktadır. Ancak başka çıkış yolu yoktur. Kendine özgü yanlar taşısa da Hamas, Lübnan Hizbullah’ı ve Suriye devletinin durumu ortadadır. Keza aynı nedenle Yemen’de Husiler ve İran da bu tasfiyeci dizayn çemberinin içinde sıkışmış durumdadır. Özgürlük hareketi ve önderliği, her tarihsel kırılma anında geliştirdiği hamlelerle sosyalizm ve özgürlük mücadelesine yeni bir ivme kazandırdı; yeni devrimci mevziler yarattı, yerelden evrensele doğru sosyalizm bayrağını taşıdı. Bu pratiğe dayanarak, değerlerine ve sosyalizme bağlığından aldığı özgüvenle, tasfiyeci çemberi aşabileceğine inanmakta ve riskleri göze almaktadır. Devrimci sosyalist ve Kürdistan yurtseveri olmanın gerektirdiği budur ve unutulmamalıdır ki amaç, araçtan üstündür.
BİTTİ