Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necip Mahfuz’un ünlü romanı “Cebelavi Sokağı’nın Çocukları”, sokağın başındaki malikanenin kurucu babası Cebelavi’nin oğullarından İdrisi malikanesinden kovma hikayesini de anlatır. Ukrayna devlet başkanı Voladimir Zelenskiy’nin Beyaz Saray’dan azarlanarak kovulması, Mahfuz’un dünya üzerindeki milyonlarca okuru tarafından bu ilahi trajedinin son tezahürü olarak izlenmiş olsa gerekir.
İdris, bu aşağılamayı asla hazmedemez ve hem kardeşi Adham’ı hem de onun neslini kurucu babaya karşı isyana teşvik etmeyi sürdürür. Necip Mahfuz ise, bu ölümsüz romanı nedeniyle Nobel ödülü yanında bir de ölüm fetvası “kazanacak” ve Kahire’deki evinin önünde uğradığı bir suikast girişiminde ağır yaralanacaktı. Adeta İdris’in gazabına uğramıştı.
Türkiye gündemi tarihsel bir barış çağrısının yankılarıyla sarsılmaktayken dünyanın “merkezinde”, Beyaz Saray’da eşi benzeri görülmemiş bir hadise vuku buldu. ABD devlet başkanı, dünya kamuoyunun gözleri önünde Ukrayna devlet başkanını Oval Ofis’ten azarlayarak kovaladı. Başkan Trump, naklen yayında olduğunun bilinciyle gazetecilere, “Bu harika bir televizyon olacak” demeyi de ihmal etmedi.
Washington’dan kovulan Zelenski, soluğu Londra’da aldı. ABD ve Rusya arasında Trump’ın inisiyatifiyle başlayan müzakerelerden kendi gibi dışlanmış Avrupa liderlerinin Ukrayna konulu zirve toplantısına katılıyor. ABD’den alamadığı ateşkes sonrası güvenlik garantisini buradan elde etmeyi umuyor. Ama “geri ödeme” bedeli olarak Ukrayna’nın değerli mineralleri söz konusu olduğundan, ABD’nin bu işin peşini bırakması hayal gibi görünüyor. Bu restleşme, yakın zamanda Zelenski’nin diz çöküp merhamet dilenişi ya da Ukrayna’da “barışçı” bir iktidar değişimiyle sonuçlanırsa kimse şaşırmayacak.
Gerçek şu ki Avrupa siyasi liderlerinin “incinmiş” Ukrayna başkanına gösterdikleri şefkatin fiili karşılığı oldukça sınırlı. Trump’ın vurguladığı gibi, ABD olmadan kimsenin Rusya karşısında “sert bir adam” olması mümkün değil ve bu durum Avrupa için de geçerli. Kabaca, 1944 Normandiya çıkarmasından beri Avrupa kıtası ABD’nin koruma şemsiyesi altında bulunuyor ve 20 Ocak 2025 günü belki de tarihe bu şemsiyenin kapandığı gün olarak geçecek. O gün, Donald Trump yemin ederek ikinci kez ABD başkanı olmuştu.
Trump iktidarı, ekonomide olduğu kadar uluslararası siyasette de küreselcilikten ulusalcılığa geçiş hamleleri yapıyor. Avrupa ülkelerine kendi ordularını güçlendirme çağrısında bulunurken NATO’dan çıkma ihtimalini de gündeme getiriyor. Soğuk savaş bittiğine ve “Demir Perde-Hür Dünya” ikilemi ortadan kalktığına göre ABD’nin doğrudan çıkarları dışında savunma harcamalarına girmesi de israf olarak görülüyor.
Oysa Avrupalı liderlerin çoğuna göre Rusya, küresel demokrasinin anayurdu Avrupa için hiç bitmeyecek bir tehdit. Almanya başta olmak üzere bütün kıta, 1945 sonrasında sanayinin, ekonomik kalkınma ve refahın da merkezi olmayı bu algı sayesinde başarmıştı. Savunma ihalesi “Hür Dünya” lideri ABD’nin omuzlarına yıkılınca bütün kaynaklar sanayi ve refaha yönelebilmişti. İşte Trump yönetimi, bu devrin sona erdiğini ilan etmiş bulunuyor.
Bu durum, bazı gözlemcilere göre Avrupa kıtasını İkinci Dünya Savaşı öncesine geri döndürüyor. O dönemde ABD için henüz bir “süper güç” algısı mevcut değildi ve Avrupa konsepti kendini hem merkezden (Nazi Almanyası ve faşist İtalya) hem de doğudan (Rusya) ciddi tehdit altında hissediyordu. 1945’te iliklenen ilk düğmeyle bu tehditlerin önü alındı. Trump o ilk düğmenin yanlış iliklenmiş olduğunu iddia etmiyor ama artık anakronikleştiğini ve çözülmesi gerektiğini savunuyor.
İdrisin Cebelavi malikanesinden kovuluşu, insan türünün bütün tarihini belirlediğine inanılan bir trajediydi. Zelenski’nin Beyaz Saray’dan kovuluşu da şahsi ya da sınırlı siyasi bir hadise olmanın ötesinde Avrupa’nın hatta bütün insanlığın bundan sonraki hayatını belirleyecek trajedinin ilk sahnesi olabilir.
Not: Trump’ın gelişinin Ortadoğu’yu da Birinci Dünya Savaşı ya da Sykes-Picot anlaşması öncesine döndürdüğü düşünülüyor. O bağlamda, anakronikleşme kadar ilk düğmenin yanlış iliklenmiş olması da söz konusu. İmralı’dan başlayan yeni barış hamlesi, o yanlış iliklenmiş düğmenin çözülüp doğru ilmeği atma yönünde, Ortadoğu’nun bütünü açısından kökten bir hamleye dönüşme potansiyeli taşıyor. Dünya değişiyor; Ortadoğu ve Türkiye coğrafyası da öyle.