Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki “taç giyme töreni”nde çok anlamlı tablolar ortaya çıktı. En ön safta bakanlar sıralanmıyordu dikkat çekici bir şekilde. En ön safta sıralananlar, kampanyasına ve yemin törenine yüklü bağışta bulunmuş olan Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg, Sundar Pichai ve Bernard Arnault gibi yükselen “teknolojik-endüstriyel kompleks” sahibi milyarderlerdi.
Öyle ki, Forbes’a göre Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg’in toplam servetleri yaklaşık 900 milyar dolar civarında. Türkiye’nin Gayrisafi Yurt İçi Hasılası bir trilyon doları biraz aşıyor. Buna göre kurarsak kafamızda, Trump’ın arkasına trilyonlarca dolar sermayenin, sıradağlar gibi dizildiğini söyleyebiliriz.
Artık burjuvazinin temsilcilerini puro içen, gözleri kanlı, göbekli ve hain gülüşlü olarak tasvir etmek kolay değil. Bu yeni manzaraya rağmen Elon Musk erkeklik şovlarıyla yetinmedi, büyük bir iştahla Nazi selamını çaktı. O bön yüz ifadesiyle, hiç şart değilken bile bunu seremoniye eklemesi manidar.
Musk’ın şahsında görüldüğü üzere bunlar sadece işini iyi yapan, incelikli elitler değil. Aynı zamanda faşistler.
Ben bir röportajda bu CEO’lardan yola çıkılarak kapitalizmin temize çekildiğini söylemeye çalışmıştım. Sonuçta sermeye adı geçen şahıslar üzerinden birikiyor ve merkezileşiyordu. Bu ilerleyiş geri kalan bütün nüfusun yoksullaşması anlamına geliyordu ve adaletsizlik üretiyordu. Yani işin doğrusu, ben bu CEO’lar serisini alabildiğine kötüledim. Benle röportajı yapan değerli sinemacı üstat, buna karşılık başından geçen bir olayı anlattı. Amazon’dan satın aldığı bir kitap kendisine yanlışlıkla iki kere gönderilmiş. Kitabın birini iade etmek istediğinde, firma büyük bir alicenaplık göstererek “buna gerek yok kitap sizde kalabilir” yanıtını vermiş.
Ben bu art arda gelişe çok şaşırdım ama dünyada ve ülkemizde kapitalizme tuhaf bir saygı var. Üstün gelenlere duyulan bir saygı gibi. Onun karşısında süklüm püklüm kalmak gibi. O neylerse güzel eyler gibi. Kendi dönemindeki teknolojinin düzeyinden bakacak olursak, Alman Nazizmi de gayet iyiydi ve çok becerikliydiler. Ne olacak? Becerikli, kurnaz ve kar etme uyanıklığını gösterenler; geri kalan topluma üstünlük kursun diyemeyiz. Fakat ne acıdır ki böyle bir sosyal Darvinizmi savunanlar var işte.
Aydınların bir kısmı gayet doğal bir biçimde kendisinin “elit insan” kategorisinde yer aldığını düşünüyor ve buna bağlı olarak kendisini “iktisadi elitlere” yakın görüyor. Onlara göre, kültürlü ve eğitimli elitler nasıl diğer sade vatandaşa yol gösteriyorsa, iktisadi elitler de topluma üstünlük kurabilir elbette. Ya nasıl olacak, Allah muhafaza, ayaklar baş mı olsun?
Bu Türkiye’deki modernleşme serüveninin en başından beri, aydınların dönüp dönüp takıldığı bir tuzaktır. Bu zihniyetin izdüşümlerine sahip sol içinde bile, örneğin sosyalizm sömürülenlerin ve ezilenlerin değil, bazı seçkinlerin yapacağı bir iştir. Sömürülenler ve ezilenler kendi tarihsel çıkarını bilemez.
Oysa ki 15-16 Haziran’ları, Bahar Eylemleri’ni yaratanlar sömürülen işçi sınıfıdır. Kimliğinin ve dilinin en büyük zulüm koşullarında mücadelesini verenler, ezilen Kürt halkının kendisidir. Tek inanç dayatmasına karşı, kendi bildiği yoldan yürümeye devam eden Alevi halkıdır. Kadın cinayetlerini durdurmak için yorulmak bilmez bir mücadele verenler, kadınların ta kendisidir. O kadar ayrımcılığa, o kadar nefrete, o kadar zorbalığa rağmen gökkuşağı bayrağını taşıyan yine LGBTİQ+’lardır. Binlerce kez önleri kesilmiş olsa da YÖK’ü reddeden, özerk-demokratik üniversite diyenler öğrenci gençliktir. Kendi toprağını, deresini, ormanını var gücüyle savunanlar Karadeniz köylüsüdür.
Bu saydıklarım seçkinler mi? Görüldüğü gibi hayır.
Sömürülenler ve ezilenler “vakteriştiğinde” haksızlıklara karşı itirazını ortaya koyar ve “Gayrık yeter!” derler.
Ben yine bu CEO’lardan “bütün kötülüklerin anası bunlar” şeklinde bahsederken, bir arkadaşım benle ilgili çok değerli bir psikolojik saptama yaparak “sen aslında kendin CEO olamadığın için onları kıskanıyorsun” demişti. Bendeki servet düşmanlığı gibi, servet kıskançlığı. Acaba sosyalist olmasaydım Şam’a vali olur muydum? Hiç zannetmiyorum.
Gelgelelim devrimciler yaptıkları ahlaki tercihlerin bedelini birçok kez hayatlarıyla öderler. Birçok kez vazgeçtikleri, bir makam ya da mevki değil ama elbette ki ondan daha değerli olarak, kendi canlarıdır. Ölmeyi, işkence görmeyi, cezaevinde yatmayı göze alabilmiş insanların; etik tercihlerinden şüphe duymak mümkün olmasa gerek. Etik tercih her şeye rağmen varsa, vardır.
Dikkat edilirse iletişimde olduğum insanların dahi epey bir kısmı kapitalizme karşı şerbetli değil. Olan biten her şeyi bir doğallık, bir doğanın kanunu gibi karşılıyorlar. Eğer bir laf edecek olursak da en azından kıskanç oluyoruz. Yüz milyar dolarlarına yüz milyar dolarlar katan zenginlerin, bu kadar kötü koşullarda yaşayan yoksulları kıskandırmadığı bir dünya daha güzel, iyi ve erdemli değil mi?