Dünyada entelektüeller toplumsal gelişme içinde ortaya çıkmış, sınıf mücadelesi ile gelişmiştir. Neredeyse her ülkede farklı bir entelektüel gelenek ortaya çıkmıştır. Almanca felsefe dili olarak nitelenmiş, Fransızca edebiyat ve İngilizcenin ticaret dili olduğu söylenegelmiştir. Marksist felsefenin ortaya çıkması ile birlikte literatüre işçi sınıfı aydını da eklenmiştir. Yazımızın konusu Batıda entelektüelin tarihi gelişimi değil, derdimiz memlekete gelmek ve Türk aydınının Kürdistan, Kürtçe ve Kürtler ile derdini anlamak, üstüne bir çift söz etmek.
Dünyada toplumsal gelişme içinde ortaya çıkmıştır entelektüel dedik, Osmanlı’da ise iktidarın yani Saray’ın pratik ve teknik bir ihtiyacı sonuç ortaya çıkmıştır. Saray’ın diplomatik yazışmalar ve görüşmeler için dil bilen insana olan ihtiyacı Türk aydınına analık etmiştir. Bu fark ona karakterini vermiştir.
Entelektüel kalite
‘Türk aydını çeviri odasında doğmuştur’ lafını ben bir darbımesel sanırdım. Meğerse kelimenin gerçek anlamıyla, Türk aydını çeviri odasında doğmuş. Osmanlı döneminde batı ile ticari ve siyası ilişkiler geliştikçe, giderek çeviriye daha çok ihtiyaç olunmuş. Başlangıçta çeviri ihtiyacını batı dillerini bilen Rumlar gideriyormuş. Yunan bağımsızlık savaşı başlayınca çeviri işi yapan Rumların örgütü lağvedilmiş. (Burada çalışan insanlar devlet işlerinin yanı sıra başka işler de yapmaya başlamışlar. Kitap çevirisi, kitap uyarlaması gibi. Murat Belge’nin aktardığına göre “Moilere uyarlamalarıyla ünlü, tiyatro düşkünü Ahmet Vefik Paşa da oradan yetişmişti.” (Murat Belge, Step ve Bozkır s.52) ) Palyatif tedbirlerle sorun çözülemeyince Saray’da bir çeviri odası oluşturulmuş. Burada çalışan diplomatik görüşmeleri yürütmenin yanı sıra batıda ne olup bittiğini bilimsel ve sanatsal gelişmeler de izlemişlerdir. İlk çeviri odası 1821 yılında oluşturulmuş. Murat Belge ünlü ‘vatan şairi’ Namık Kemal’in de çeviri odasında yetişenlerden olduğunu yazıyor. “Bu tercümanlar’, Osmanlı’nın ilk Batılaşmış ‘intelligentsia’sıdır diyebiliriz. Namık Kemal de onlardan olduğuna göre’” (Murat Belge, Step ve bozkır s.52 İletişim Yayınları)
Gelenekten güncele
Bunun Saray’da oluşturulduğunu akılımızda tutup devam edelim. Tabi ki saray için çalışırlarmış- çeviri yapar, görüşmelere aracı olurlarmış. Bir de Batı basın yayın dünyasını izler, gerekli gördükleri yazı ve kitapları yine padişah için çevirirlermiş. Bunların bazıları daha sonra padişaha muhalif olup Jön Türk olmuşlar, bazıları sadık kalmışlar. Konumuz açısından çok önemli bir ayrım değil. Çünkü muhalifler de sonuç olarak devleti alıp yönetmek için muhalif olmuşlardır.
Padişah için yapılan çeviriler her zaman birebir olmamıştır doğal olarak. Efendinin hoşuna gitmeyen ve gitmeyeceği tahmin edilen bölümler değiştirilerek çevrilmiştir. Bugün tanık olduğumuz sansür ve otosansür uygulamaları o günlerde ortaya çıkan bir alışkanlıktır. Yıllar içinde geleneğe dönüşmüştür. Osmanlı’nın son yıllarında ortaya çıkan edebiyat, sanat ve bilimsel kitaplar, olduğu kadarı ile bu grubun elinde çıkmıştır. Bazen batıda yayınlanan bazı kitaplar Türkçe uyarlanmış, bazen birebir çevrilip kendi isimleri ile yayınlamışlardır.
Gelenek haline geldi dedik ya, bu gelenek Cumhuriyet döneminde de sürdü. Kalem tutan her isim kendini devleti korumakla görevli saydı. Üst üste gelen çevirmenlerce yapılan sansürler işte böyle bir geleneğin devamıdır. Evliya Çelebi’nin 16. yüzyılda kendi doğallığı içinde kullandığı Kürdistan kelimesi günümüzün çevirmeleri ve aydınları tarafından sakıncalı görülmekte ve sansürlenmektedir. Bu gelenek içinde İslamcı kesim de vardır. Bunların en bilineni Gülen Cemaati’nin Said Nursi’nin Risale-i Nur’larda yaptıkları tahrifattır. Gülenciler Said Nursi’nin kitaplarını bastıklarında, Kürt ve Kürdistan’a ilişkin ne kadar ibare varsa çıkarmış ve öylece basmışlardır. Bunlar tespit edilip yayınlandığında herhangi bir açıklama yapma gereği duymadılar.
Bu yazının amacı Kürtler ve Kürdistan’a ilişkin ne kadar sansür yapıldı, onu tespit edip yazmak olmadığı için burada bitiriyorum. Sadece bir geleneğe, bir karaktere işaret etmek istedim ve nereden kaynaklandığını gösterdim. Bitirmeden şunu da söylemek gerek. Bu geleneğe meydan okuyan ve aydın kelimesini gerçekte hak eden birçok isim var. Onlar asla bu grubun içinde sayılmazlar ve tarih bunu böyle kayıt eder.