Hapishanelerde binlerce politik tutsağın tahliyesi ile hasta tutsakların tedavi ve tahliye hakları engelleniyor. İHD MYK üyesi Nuray Çevirmen, infaz yakma ve hasta tutsaklara yönelik keyfi uygulamaların işkenceye dönüştüğünü kaydediyor
Duygu Kıt
Cezaevlerinde 2021 yılında kurulan İdare ve Gözlem Kurulları’nın kararları ile binlerce politik tutsağın tahliyesi ertelenmeye devam ediyor. DEM Parti Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun geçtiğimiz sene Adalet Bakanlığı’ndan aldığı bilgilere göre kurul bugüne kadar 8 bin 521 hükümlünün infazını erteledi. Hasta tutsakların durumu ise daha ağır bir tabloda seyrediyor. Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan veriye göre 2024 yılının ilk 11 ayında 709 mahpus hapishanelerde yaşamını yitirdi. Fakat bakanlık tutsakların ölüm gerekçelerini açıklamadı. Gazetemize konuşan İnsan Hakları Derneği (İHD) MYK üyesi Nuray Çevirmen, İdare ve Gözlem Kurulları’nın paralel mahkeme gibi hareket ettiğini belirtirken, bunun ikili bir cezaya dönüştüğünü kaydetti.
‘İnfaz işkenceye dönüştü’
Nuray Çevirmen, İdare ve Gözlem Kurulları’nın özellikle politik mahpuslar açısından hapsetme ve sonrasında da tahliye etmeme üzerine kurulmuş bir sistem olduğunu belirtti. Çevirmen, “İdare ve Gözlem Kurulları hapis cezası verilmiş, verilen cezasını yatmış olan bir mahpusa yetkisi olmayan paralel bir mahkeme gibi muamele ediyor” derken, şöyle devam ediyor:
“İlgili kurul, tahliyeleri yaklaşan mahpusları belli periyotlarla değerlendirmeye alıyor. Değerlendirmeye alıyor derken tahliyelerini engellemenin yollarını bularak koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik haklarını engelliyor. Koşullu salıverilme haklarını engellediği süreli hapis cezası alanların bihakkın tahliyesine kadar hapishanede tutuyor. 30 yıllık mahpusların da tahliyesini yıllarca uzatabiliyor. Soyut ve subjektif gerekçelerle mahpusların iyi hal puanlarını düşürüyor. Pişmanlık dayatıyor. Kişiyi fikrini açıklamaya zorluyor, politik sorular soruyor ve pişman olup olmadığını belirtmesini istiyor.”
Hasta tutsaklara idam
Hasta ve ileri yaşta olan mahpusların tahliyesi için yapılan düzenlemelerin ise iktidarın tahliye etmek istedikleri için uyguladığı bir politika olmaktan öteye geçmediğini belirten Çevirmen, “İdam cezası olmayan bu ülkede mahpuslara yavaşlatılmış ölüm dayatılıyor” dedi. Çevirmen, hasta tutsaklara yönelik ayrımcılığa dair şu bilgileri verdi:
“Pandemi döneminde yapılan düzenleme, Cumhurbaşkanlığı Af yetkisine dair düzenlemeler belli bir amacı hedefledi, tahliye edilmek istenenler serbest bırakıldı ve gerisi içeride tutulmaya devam edildi. Bu tutum anayasal olarak tanınmış bir hak olan eşitlik ilkesini ortadan kaldırdı ve yaşam hakkı ihlallerine neden oldu. Çoğu hasta mahpusun da sağlıkları bir daha geri dönülemeyecek derecede bozuldu ve ağır sağlık hakkı ihlalleri meydana geldi. Özellikle TMK kapsamında hapishanelerde tutulan ve muhalif kesimde olan hasta mahpuslar serbest bırakılmadı. Bunun en can yakan örneklerinden biri de Metris R Tipi Hapishanesi’nde tutulan Abdulkadir Kuday’dır. Durumu ağırlaşmasına rağmen bırakılmayıp hapishanede vefat etti ve adeta bu insanlık suçu seyredildi.”
Yaşam hakkı ihlali
Çevirmen, hapishanelerde bulunan hasta tutsakların tedavi haklarına erişmekte yaşadıkları engellere ilişkin de bilgiler paylaştı. Hasta tutsakların acil ve kapsamlı tedaviden mahrum bırakılarak yaşam hakkıyla oynandığını belirten Çevirmen, şunları aktardı:
“Hapishanelerde ağır kanser hastaları var, kemoterapiye gitmek için verilmiş olan randevular aksatılıyor. Hastane sevkleri geciktiriliyor ya da iptal ediliyor. Mahpuslar, zaten uzun periyotlara yayılmış olan randevularına gününde götürülmediğinde tekrar süreç baştan başlatılmış oluyor, böylece tedavi olanağı, erken tanı ya da teşhis imkanı da ortadan kalkıyor. Dış güvenlikten sorumlu olan jandarma, sevki kendine göre iptal ediyor. Bazı hapishanelerde akşam mahpusa sevkinin olduğu söyleniyor ve sabah sevk iptal ediliyor. Sürekli olarak tekrarlanan bu durum mahpusun da psikolojisini bozuyor. İlaçlara erişimde problemler var ve neredeyse tüm hapishanelerde diş tedavisi ortadan kalkmış vaziyette. Sağlık hakkının önündeki en büyük engellerden bir tanesi de insanlık onurunu hiçe sayan ağız içi aramalar. Bunu kabul etmeyen mahpusların sevkleri iptal ediliyor ve iptalin yanı sıra ‘aramaya karşı geldiği’ gerekçesi ile disiplin soruşturmaları açılıyor. Kelepçeli muayene dayatması ile mahpuslar ne tedavi olabiliyorlar ne de muayeneleri gerektiği gibi yapılıyor. Tekli ring araçlarında yalnızca bir sandalyenin sığabileceği ebatlara göre hücre şeklinde bölmeli araçlarda mahpuslar saatlerce kelepçeli halde tutuluyor ve bu sevk biçimi işkenceden farksız.”
Hapsetme rejimi kurulmuş
Yüksek sayıda hapishane ve mahpusun olduğu yerlerde sağlık hakkının ihlalinin kaçınılmaz olacağının altını çizen Çevirmen “Toplumun tepesinde Demokles’in kılıcı gibi duran bu zor aygıtına karşı birleşik olarak mücadele etmek gerekiyor” vurgusu yaptı. Çevirmen son olarak verileri paylaşarak şunları ifade etti:
“Adalet Bakanlığı’nın 7 Nisan 2024 tarihli istatistiklerine göre 395 hapishanede 403.060 mahpus bulunuyor. Bu rakam korkunç bir rakam ve bu ülkede hapishane rejiminin mevcut olduğunun somut bir göstergesidir. Kaldı ki bağımsız kurumların denetiminden de azade olan bu mekanlarda kapalı devre içerisinde yaşatılan tüm ihlallerin failleri cezasızlıkla korunuyor. Toplumun öncelikle bu hapsetme rejimini sorgulaması lazım. Bugün bir vatandaşın hapishaneye girmesi için bir suç işlemesi gerekmiyor. Muhalif bir kimliğinizin olması yetiyor. Kişilere göre suç icat ediliyor. Bağımsız bir yargının olmadığı o kadar aşikâr ki bunu söylemek bile gereksiz kalıyor. Belediye başkanları, siyasetçiler, öğrenciler, sivil toplum örgütlerinde çalışanlar, avukatlar, sendikacılar, öğrenciler, akademisyenler, gazeteciler cezaevinde.”