Meşru olmayan seçimi kaybettikleri için değil. Öyle olsaydı Türkiye’yi ayağa kaldırırlardı. Fısıltıyla konuştukları “hayali seçmenleri”, müşahitsiz sandıklardaki “sıfıra karşı AKP ya da MHP oylarını” anlatır, “üçüncü defa aday olan” Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını “tanımıyoruz” derlerdi. Bununla da kalmaz, “Erdoğan istifa etmeli, tüm partiler bir ortak seçim hükümeti kurmalı, YSK tarafsızlaştırılmalı ve erken seçim yenilenmeli; bunlar olmadığı takdirde TBMM’yi boykot edeceğiz” derlerdi.
Neden diyemiyorlar? Sebep basit: AKP’nin iktidarına da Erdoğan’ın Başkanlığına da itiraz edemezler. Çünkü rejim şu anda onların yalnızca oylarını değil programlarını da çaldı. “Restorasyon” yapacaklardı, restorasyon başladı. Ordunun başından Akar, polisin başından Soylu, MİT’in başından Fidan gidecekti, gitti. Ekonomiyi “rasyonel zemine oturtacaklardı”, Mehmet Şimşek Hazine’nin, Hafize Gaye Erkan Merkez Bankası’nın başına geçti. Şimşek’e “İngiliz Mehmet” diyenler bunu yaptı. Amerika’ya kafa tutanlar Gaye Erkan’ı Amerikalardan “ithal” etti. Şu anda Millet İttifakı’nda Babacan’ın kaleme aldığı ve tüm programın lokomotifi olan “ekonomik krizle mücadele” programı iktidarın elinde ve uygulamaya kondu bile. Babacan TBMM dışında ama, onun AKP’deki iş ortağı Bakan.
Diktatörlüğün “çalabileceği” bir programla seçimi kazansan ne olacak, kaybetsen ne olacak. Eğer Altılı Masa seçimlere beş kalaya kadar bin bilmem kaç maddelik, bugün esası Şimşek ve Erkan tarafından uygulamaya konan bir program için kafa patlatmak yerine “savaş harcamalarına son vermek, polisin, jandarmanın, bekçinin, korucunun bütçesini minimuma indirmek, Diyanet denilen kara deliği kapatmak, bu amaçla diktatörü devirmek, böylece krizi aşmak ve parlamenter demokrasinin yolunu açmak için birleştik” diyebilseydi, Erdoğan bu “programatik yol haritasını” çalamazdı. Millet İttifakı da şimdi “uluslararası mali oligarşinin” Türkiye’ye dayattığı “IMF’siz IMF programına” karşı muhalefet etme imkanını elinde tutardı.
Ne var ki Altılı Masa’nın sınıfsal karakteri böyle bir “programatik yol haritası” yapmayı imkansız kılan bir yapıda.
Belli ki muhalefet hem Türkiye hem de dünya durumunu yanlış analiz etti. Batılı küresel güçlerin Erdoğan’ı değil, kendilerini destekleyeceğini tahmin etti. Oysa bu devletler, Kılıçdaroğlu’na ve onun içi anti-Amerikan ulusalcılarla dolu partisine de, MHP’nin türevi Akşener ve partisine de, Ortadoğu’da Türkiye’nin savaşa bulaşmasına “dahiyane teorileriyle” öncülük yapan Davutoğlu ve partisine de, hele bunların yamalı bohça ittifakına da güvenmiyorlardı. Babacan’a “güveniyorlardı”, o nedenle onun “ikizi” Şimşek’i Türk ekonomisinin başına geçirdiler.
Velhasıl muhalefet Erdoğan’ı, savaş ekonomisi izlediği için değil, “uluslararası kurallara uymayan, şeffaf ve öngörülebilir olmayan, rasyonel bir zemine dayanmayan ekonomik programı” nedeniyle devirmek istedi. Küresel güçler ve onlara “teslim olmaktan başka çarenin kalmadığını gören” devlet, Kılıçdaroğlu’nun elinde iğreti duran programı aldı, Erdoğan’ın koltuğunun altına sıkıştırdı, “haydi bakalım yarattığın enkazı temizle” deyiverdi.
Bunu derlerken, enkazın “demokrasi” ile kaldırılamayacağını, krizin yükünü polis ve ordu gücüyle emekçilerin, küçük ve orta ölçekli sermayenin sırtına yüklemek zorunluluğunu bildikleri için “istikrarsız bir koalisyon” yerine “tek adam rejimini” desteklemenin en akıllı seçenek olduğuna seçimden çok önce karar verdi. Bu karar gereğince rejimin savaş suçlarını, NATO içindeki “bozgunculuğunu”, Rusya’yla ortaklığını, uyuşturucu baronlarıyla ortaklığını, insan hakları ihlallerini, AİHM kararlarını çiğneyerek binlerce insanı zindanlarda işkenceden geçirmelerini, Öcalan’a karşı tecrit işkencesini, Demirtaş, Yüksekdağ, Kavala ve binlerce insanın hapiste tutulmasını dikkate bile almadı, Türkiye’ye karşı etkin yaptırımlardan kaçındı, Halk Bankası davasını sürüncemede bıraktı, NATO ve Avrupa Konseyi üyeliğini tartışmadı. Bu tutum, Batılı devletlerin Erdoğan rejimine verdiği desteklerdi.
Ne demişler? “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez”. Küreseller tepeden tırnağa suça bulaşmış bir rejimi içine düştüğü çaresizlikten yararlanarak kendi çıkarları için kullanma yolunu seçtiler.
Eh, “ey küreseller bizi seç” demişsen, seni değil de Erdoğan’ı seçtiklerinde yapacağın hiçbir şey kalmaz. Kalmadı da.
Seçmene de diyecek lafın kalmaz. Seçimi daha en baştan meşru saymışsın. “Adam seçilince” çekip mutfağına gitmişsin. Şimdi önüne bir kadeh rakı koyacaksın ve şu şarkıyı söyleyeceksin: “Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime.”
(Paranteze alayım da düşman duymasın: Seçim meşru değil diyen HDP neden muhalefetin tabanına “partilerinizi razı edin, seçim sonuçlarını birlikte tanımayalım, sine-i millete çekilelim, seçimleri yeniletelim” demedi de kendini dövmeye başladı?)