Cihan Bilgin’in gazeteciliğe attığı ilk adıma tanık olan ve yolu birçok kez kesişen gazeteci Aziz Oruç anlattı:
Orada yeni bir şey filizleniyordu. Cihan filizin büyümesini izliyordu adeta. Biraz Cihan’ın arayışı da böyle bir şeydi. Bu alt üst oluş, insan olarak, gazeteci olarak seni içine çekiyordu. Ben de birkaç haber yaptım, Qamişlo’da. Haber seni içine çekiyor, bırakmıyordu. Cihan da haberi bırakmıyordu…
Hüseyin Kalkan
Aziz Oruç, Cihan Bilgin’in gazeteciliğe başladığı güne tanık bir arkadaşı. Onu Gündem ve Azadiya Welat’ın dağıtımını yaparken tanıyor. Peşinde Amed DİHA bürosunda muhabir olarak çalışmaya başlayınca hiç şaşırmıyor. Daha sonra Cihan’ın yolu Rojava’ye kadar uzanmış. Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) üst üste DAİŞ’e karşı yaptığı hamleleri izlemiş, haberlerini yapmış. Özgürleşen, özgürleşmek için mücadele eden kadınlara çevirmiş kamerasını. Rakka’ya, zaman zaman Süleymaniye’ye uzanmış yolu. İşte DAİŞ kalıntılardan oluşan, egemenlerin Suriye Milli Ordusu (SMO) olarak adlandırdığı çetenin Tişrin Barajı’nda durdurulan direnişi yerinde izlemek ve dünyaya aktarmak için haber takip ederken, kelimenin tam anlamıyla Kürt halkının kalbine gömüldü. Yukarıda da belirttiğim gibi gazetemizin editörü Aziz Oruç, onun çalışma arkadaşıydı. Ondan geriye kalanları bizimle paylaştı:
“Cihan çok genç bir arkadaş. 95 doğumlu yani 29-30 yaşında. Cihan’ı ilk Amed’de gördüm. O dönem Amed Bürosu’nda çalışıyordum. Cihan, o dönem bir süreliğine Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazetelerinin Amed’de dağıtımını yapmıştı. Ve dediğim gibi 2016 olması lazım. 2016’da o zaman DİHA, KHK’lerle kapatılmıştı. Sanırım DİHAHABER olmuştu. Cihan, o dönem ilk Amed Bürosu’na gelmişti. Amed Bürosu’na geldiğinde Amed Büro’da hep böyle fotoğraflar çekerdi. Çok heyecanlıydı. Onda gazeteci heyecanı vardı. Dağıtımdan geldiği için Amed’in o sokaklarını çok iyi bilirdi. İnsanları iyi tanırdı. Gazeteciliğe olan ilgisi, heyecanı daha fazla hissediyordu. Hem merak ediyordu.”
Aynı patikada…
Aynı patikada yürüdük. Apê Musa’nın, Cengiz’in, Burhan Karadeniz’in, Hafız Akdemir’in ve daha nicesinin… Cihan da kendisinin bir adım önünde giden Nazım’ın ayak izlerine bastı. Aynı patikada yürüdü. Aziz Oruç, heyecana ve yola işaret ediyor:
“O daha çok ciddi anlamda bir gazetecilik deneyimi olmamasına rağmen heyecanlıydı. Cihan Mardin Midyatlıydı. Çok genç bir arkadaş. 29 yaşında katledildi. Zaten neredeyse bunun yarısını gazetecilikle geçirdi. Yaklaşık 10 yıldan fazla gazetecilikle geçirdi. Amed Büro’da tanıştım onunla. O heyecanı, o arayışı, gazeteciliğe böyle meraklı bakışı. Tam da o dönem zaten gazeteciliğe başladı. Zaten çok kısa bir süre sonra, o da 2016 ya da 2017 sanırım, Kuzey Doğu Suriye’ye geçti. Aslında Nazım’dan bir süre sonra Cihan da Kuzey Doğu Suriye’ye geçiyor. Belki Nazım’ın izlediği yoldan gitti. Belki geride bıraktığı patikan, yoldan gitti. Bu yönüyle ikisinin benzerliği çok fazlaydı. Cihan da oraya gider gitmez ANHA’da çalışmaya başladı. Ve katledildiği güne kadar da ANHA’da çalıştı. O da Nazım gibi neredeyse bu bölgedeki bütün özgürleştirme operasyonlarına katıldı. İzledi ve haberini yaptı.”
Oraya bırakılan selamlar
Ayrılıklar aslında ayrılık değildir. Yollar döner dolanır yine kesişir. Aziz, Amed’de Cihan’ın gazeteciliğe adım atmasına tanıklık eder, sonra yolları ayrılır, tekrar Süleymaniye’de kesişmek üzere. Bu ayrılığı ve kesişmeyi Aziz Oruç, şöyle anlatıyor:
“Ben ayrıca Cihan’ı hem Kuzey Doğu Suriye’de hem de Federe Kürdistan bölgesinde Süleymaniye’de gördüm. Orada da görüşme şansımız oldu. Ben 2017’de Süleymaniye’de geçerken Cihan’ı orada gördüm. Qamişlo’da birkaç haber yapmıştım. Cihan, Qamişlo kentinde ANHA’ya çalışıyordu. Biraz sohbet ettik ve geçmişi konuştuk. ‘Cihan o geldiğin günü hatırlıyor musun?’ diye takıldım. ‘Şimdi ne yapıyorsun? Şimdi nasıl gidiyor?’ diye sordum. Cihan orda da sürekli fotoğraf makinesiyle birlikteydi.”
Makinası bir parçasıydı
“Süleymaniye’de karşılaştığımızda da makinası omuzundaydı. Orada birlikte bir fotoğraflarımız var. Sürekli fotoğraf makinesiyle gezerdi. Kendinden bir parçaymış gibi fotoğraf makinesini taşırdı. Bu yönü hep benim dikkatimi çekti. Bir de Cihan da aynen Nazım gibi mesela Rakka’nın özgürleştirilmesi hamlesi başladığında Rakka’ya gitti. Tabka’nın özgürleştirme hamlesi başlatılmıştı, oraya gitti. Yani Cihan tüm bu olaylarda ilk elden olayın içinde olmak istiyordu. Bir de bölgeyi biliyor. Bölgeyi tanıyordu. Kendisini çok iyi hissediyordu. Amed bürodaki o ürkek, o heyecanlı hali artık yoktu. Olgunlaşmış, kendine güvenli ve sahaya hakim bir Cihan haline gelmişti. Gazeteciliğe bakışı gelişmişti. Bölgedeki birçok kadının hikayesini Cihan yazdı. Kadın haberciliğine yaklaşımı bu süreçte gelişti ve birçok kadın hikayesini basına taşıdı. Suriye Kadın Meclisi’nde veya Zenûbiya Kadın Topluluğu’nda, Kongre Star’da veya doğrudan halkın içinde kadınlarla defalarca haberler yaptı, röportajlar gerçekleştirdi. Bütün dünyadan kadınlara yönelik bir baskı politikası var ama Kuzey Doğu Suriye’de bambaşka bir gerçeklik var. Birçok gerici yaklaşım iç içe geçmiş durumda. DAİŞ zihniyeti var, cihadistlerin yaklaşımı var, bir de kadın özgürlükçü çizgi var. Aralarında çok büyük uçurumalar var bu çizgilerin. Bu büyük çelişki ve çatışmaların ortasında kadın haberleri yapıyordu, Cihan. Cihan, o kadınların kölelikten, düşürülmüşlükten, ezilmişlikten özgürlüğe attıkları ilk adımı takip etti. Fotoğraflarını çekti, onlarla röportaj yaptı. Cihan da, Nazım da DAİŞ’in Hesekê’deki saldırısını izlediler. Sina Cezaevi’ndeki operasyonu izlediler. Ordaki çeteler nasıl yakalandı, nereye, götürüldü, birebir izlediler. Cihan da, Nazım da tam da ‘DAİŞ bitirildi’ dediğimiz operasyonu izlediler. Operasyonlarda özgürleştirilen bir Êzidî çocuk vardı. Nazım onunla röportaj yaptığında hemen Nazım’a Şengal’i soruyordu. ‘Şengal var mı’ diya soruyor. ‘Şengal’da durum iyi mi?’, diye soruyor. Nazım, bu çocuğu çekmişti. Hala hafızalardan silinmeyen bir görüntü…”
Haber için her yerde
Aziz ile Cihan, bir de Süleymaniye’de karşılaşırlar. Arkadaşları ile pikniğe giderler. O karşılaşmayı Aziz Oruç şöyle anlatıyor:
“Rojava’ya geçtikten sonra ben Süleymaniye’de Cihan ile karşılaştım. Bölgeyi çok benimsemişti. Cihan Midyatlıdır. Sınırın öbür tarafının bazı farkları var. Cihan çok çabuk bu bölgeye uyum sağlamıştı. Orada yeni bir şey filizleniyordu. Cihan filizin büyümesini izliyordu adeta. Biraz Cihan’ın arayışı da böyle bir şeydi. Bu alt-üst oluş, insan olarak, gazeteci olarak seni içine çekiyordu. O coğrafyadan ayrılmak istemiyordun. Arkadaşların ruh hali böyleydi. Ben de birkaç haber yaptım Kuzey Doğu Suriye’de, Qamişlo’da. Haber, seni içine çekiyordu, bırakmıyordu. Oradan ayrılmak istemiyordun. Rakka, DAİŞ’in elindeyken bu kentte kaçan bir çocuk YPG’ye sığınıyor, sonra ta Qamişlo’ya kadar geliyor, Qamişlo’da ANHA’da gazeteciliğe başlıyor. Ben gördüğümde çok etkilenmiştim. Onunla röportaj yapmıştım. Tam o dönem Rakka’yı özgürleştirme hamlesi başlatılmıştı. Operasyon devam ediyordu, düşünün Rakka’da DAİŞ’in vahşetini görmüş, DAİŞ’in barbarlığın görmüş ve DAİŞ’ten kaçmış gazeteci olmuş. Onunla röportaj yaparken şöyle bir şey demişti: ‘Ben gazeteci oldum. Rakka’nın özgürleşmesi son hamleye doğru gidiyor, Rakka özgürleştirilince Çar Reh (Dört Yol)’de olmak isterdim. Oranın haberine yapmak isterdim.’ Dört Yol, DAİŞ’in hafızalarda kalan o kafa kesme, adam asma gibi vahşetleri gerçekleştirdiği yer. İşte oranın haberini yapmak istediğini söylemişti. Aradaki farkı dünyaya göstermek için. Bu söyledikleri beni çok etkilemişti.”
Arayış süreklidir
Gerçek gazeteciler için bir haber aynı zaman bir gerçektir. Cihan’ın arayışını şöyle özetliyor Aziz Oruç:
“Cihan’ın gerçeği bulma arayışı, hakikate ulaşma arayışı sürekliydi. Sürekli bir şeyleri duyurma, sesi olma arayışı, çabası içindeydi. Çok genç bir arkadaştı. Mesleğini hep ayrı heyecanla sürdürdü. Nazım’ın Tişrin Barajı’nda çektiği görüntülerin aynısını 24 saat geçmeden Cihan da çekti. Tişrin Barajı’nın tam ortasında canlı yayın yaptı. Barajın ne durumda olduğunu, kimin elinde olduğunu, havuz medyasının nasıl gerçeği çarptığını ortaya koydu. Maalesef Tişrin Barajı’nın dönüşünde 19 Aralık’ta ikisi de katledildi. Sonra ortaya çıkan bilgiler arkadaşlarımıza yapılan bu saldırının tesadüfen olmadığını gösterdi. Günler öncesinden haklarında araştırma yapılmış. Yakınlarına nerede oldukları sorulmuş. Bilgiler birleştirilerek nerede oldukları tespit edilmeye çalışılmış. Bu sıradan bir saldırı değil, kim olduklarını bile bile hedef almışlar. Bunu inkar da etmiyorlar. Biz gazeteciler olarak Nazım’ın da, Cihan’ın da gazeteci olduklarına ve son ana kadar ellerinde fotoğraf makinasıyla kameradan başka bir şey olmadığına tanığız.”
Onlara verdiğimiz söz
Aziz Oruç, sözlerini bir özgürlük manifestosu ile bitiriyor:
“Nazım ve Cihan’ın kaybı bizim için çok üzüntü verici. Meslektaşlarımızın, arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın kaybı için çok üzgünüz. Ama şunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliyoruz. Mesleği, hakikat mücadelesini onların yolundan giderek sürdüreceğimizin sözünü veriyoruz. Bir adım dahi geri adım atmadan ileri bakarak yürüyeceğiz. Sırf Nazım’ı, sırf Cihan’ı andı diye 9 arkadaşımız tutuklandı. Bu her şeyi özetliyor. Korkmadığımızı, üstüne üstüne yürüdüğümüzü, bu yalanı ters-yüz edeceğimizi, net bir şekilde söylüyoruz. Cihan’ın, Nazım’ın kalemini, kamerasını yerde bırakmayacağız.”
Yarın: Nazım’ın yolu…