• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
28 Ağustos 2025 Perşembe
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar

Çitleme hareketinden özelleştirme saldırısına: Garp cephesinde yeni bir şey yok!-Fikret Başkaya

Yeni Yaşam Yazar: Yeni Yaşam
26 Şubat 2019
Kategori: Yazarlar
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

“Toplumun motoru kâr ise, yıkım ilerleme sayılır.” [Anonim]

Çitleme, İngilizce enclosure’ün karşılığı. Esasen, XVI, XVII ve XVIII’inci yüzyıllarda ortaya çıkan bir toplumsal sürecin adı. Küçük çiftçilerin, küçük ailelerin kullanımına sunulmuş toprakların büyük toprak sahipleri tarafından ‘çitle çevrilerek’ ellerinden alınması demek… Tabii büyük toprak sahiplerinin arkasında da İngiliz devleti ve İngiliz Parlamentosu vardı. Nitekim, 1727-1815 aralığında İngiliz Parlamentosu bu konuda 500’den fazla yasa (act) oylamıştı ve ortak (komünal) kullanım konusu olan toprakların %25’i çitleme konusu olmuştu… Komünal tarzda sahiplenilen, işlenen topraklar, meralar, otluklar, fundalıklar, vb. büyük mülk sahipleri tarafından gasp edildi… Bu günün tabiriyle “özelleştirildi”…

Enclosure (çitleme, toprak çevirme) hareketinden söz edildiğinde, ekseri İngiltere akla gelir. Oysa, vahşetin daha büyüğü başka yerlerde, başka coğrafyalarda, başka kıtalarda, başka dünyalarda yaşanmıştı ve farklı görüntüler altında, farklı ‘adlarla’ yaşanmaya da devam ediyor… Topluma ait olanın, insanların ortak kullanımına sunulmuş olan müştereklerin (commons, communs) çitleme/ çevirme (enclosure) yoluyla ele geçirilip, özel mülk kategorisine dahil edilmesi, en kaba, en vahşi, en hoyratça yüzünü sömürgelerde (kolonilerde) gösterecekti… Avrupalı kolonyalistler, başka kıtaların “ilk halklarının”, “yerli halkların” üzerinde yaşadıkları toprakları sahipsiz, boş topraklar (terra nullius) ilan ettiler…

Tabii o topraklar üzerinde yaşayanları da ‘başka şey’ ilan etmek koşuluyla… Roma hukukunda, Code Justinien’de (Corpus iuris civilis) topraklar dört statüye ayrılmıştı: (1). Res nullius kimseye ait olmayan, sahibi olmayan, herkesin isteğine göre kullanımına açık sahipsiz topraklar; (2). res privatea, şahıslara, ailelere ait olan topraklar veya aynı anlama gelmek üzere, özel mülkiyet konusu olan topraklar; (3). res publicae, kamusal bir kullanım için devlet tarafından tesis edilip kullanılan topraklar, şeyler ve (4). burada bizim meselemiz olan res communes (commons), yani müşterekler… Çitleme, tarımın kapitalistleşmesinin de başlangıcıydı. Ortak yaşam alanlarından kovulan köylüler göç etmeye, şehirlerin varoşlarında yaşam mücadelesi vermeye zorlanmışlardı. Esasen kapitalizm ‘mülksüzleştirerek’, komünal ilişkileri tasfiye ederek ve her seferinde daha çok insanı üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum ederek, proleterleştirerek yol alan bir sistemdir.

Her şeyin her aşamada daha çok metalaştırılması, paralılaştırılması, bir kâr aracına indirgenmesi sürecidir. Elbette yaşam araçlarından mahrum edilen köylüler bu duruma hiçbir zaman ‘evet’ demediler, aksi halde öyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı olurdu… Bütün o döneme direnişler, isyanlar damgasını vuracaktı… Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm adlı ünlü eserinde, toprakların, meraların, otlakların, bir bütün olarak ortak yaşam alanlarının (commons) yağmalanmasından söz ederken şöyle diyordu: “ Toprak çevirmelerine halkı olarak, zenginlerin yoksullara karşı gerçekleştirdikleri bir devrim denilmiştir.

Soylular bazen şiddete başvurarak, sık sık da baskı ve yıldırma yoluyla, eski düzeni bozuyor, eski yasa ve gelenekleri ortadan kaldırıyorlardı. Yoksulların ortak arazideki paylarını alenen ellerinden alıyor, onların eskiden geleneğin yıkılmaz gücüne dayanarak kendilerinin ve mirasçılarının bildikleri meskenleri yerle bir ediyorlardı. Toplumsal doku parçalanıyordu.

Terk edilmiş köyler ve yıkılmış evler, ülkenin savunma mekanizmalarını tehdit eden, şehirleri yerle bir eden, nüfusu azaltan, toprağını yıpratıp toza çeviren, insanlarını bizar eden, onları namuslu çiftçilerden dilenci ve haydut çetelerine dönüştüren devrimin acımasızlığına tanıklık ediyorlardı”…

Bundan yaklaşık beş yüzyıl önce (1516) Thomas More da Ütopya adlı klasikleşmiş eserinde, olup-bitenlerin canlı tanığı olarak durumu şöyle dile getiriyordu: “Geniş tarım topraklarını boşaltıp otlak yapıyorlar. Evleri yıkıp kiliseyi bırakıyorlar yalnız, onu da ağıl olarak kullanıyorlar. En çok oturulan, en çok işlenen yerleri çöle çeviriyorlar. Ormanlara, parklara, av hayvanlarına ayırdığınız yerler yetmiyormuş gibi…

Böyle doymak bilmez cimrinin biri binlerce dönümlük yeri kuşatıveriyor. İçindeki namuslu çiftçileri evlerinden çıkarıyor: kimini yalan dolanla, kimini zorla, kimini de türlü yollarla tedirgin edip yerlerini satmak zorunda bırakarak. Doyuracak karınları paralarından çok fazla olan bu köylüler (tarım çok kol isteyen bir iştir çünkü) çoluk çocukları, dulları, yetimleri, ana babaları ve torunlarıyla yollara düşerler.

Doğdukları evden, karınlarını doyuran topraktan ağlayarak uzaklaşır zavallılar ve barınacak yer bulamazlar. O zaman kap kacaklarını, pılılarını pırtılarını yok pahasına satarlar. Onlar da bitince ne kalır yapılacak: çalmak ve Tanrı buyruğuyla asılmak… Yoksulluklarını dilencilikle sürdürmek isteyenler de çıkabilir: onları da yakalayıp serseri deyip zindana atıverirler. Oysa nedir suçları bu insanların? Çalışmaya can attıkları halde kendilerine iş verecek kimseyi bulamamak. Hem hangi işe girebilirler zaten? Topraktan başka şeyden anlamazlar ki… Eskiden yüzlerce kolun çalıştığı topraklarda koyunları otlatmaya bir tek çoban yeter”…

XX’nci yüzyılın son iki on yılında ve XXI’inci yüzyılın başında çitlemenin yeni, ‘modern’ bir versiyonu peydahlandı ve adını özelleştirme koydular. Yazık ki, müşterekleri, ortak yaşam araçlarını ve kaynaklarını, kamu kaynaklarını ve hizmetlerini yok eden bu lânetli sürece yeterli tepki gösterilemedi… Burjuva iktisatçıları, burjuva politikacıları, “konunun uzmanı” denilen beyinsizler hırsızlığı, yağmayı ve talanı meşrulaştırdılar… Asıl itiraz etmesi gereken “işçi sendikaları” da utanmazca yangına körükle gittiler…

Aslında misyonlarının gereğini yaptılar… Sınırlı istisnalar dışında sendikalar daima devletin ve sermayenin örgütüdürler, tam birer “kontrol örgütüdürler…” Yazık ki sol muhalefet ve ‘sol aydınlar’ da bu yoz örgütleri, gericilik yuvalarını teşhir etmeye yanaşmıyorlar… İşe önce hazır bir pazarı olan ‘Kamu İktisadi Teşekkülleri’ (KİT) denilen işletmelere el koyarak başlandı. Bunların verimsiz kurumlar oldukları, kaynak israfına neden olduğu söylendi ve bu yalana inanacak ahmaklar bulmakta zorluk çekmediler…

Söz konusu işletmeler özel sektörün, sermayenin eline geçince ‘uçuşa geçeceklerdi…’ Sonra sıra kamu hizmetlerinin, sosyal hizmetlerin özelleştirilmesine geldi. Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, belediye hizmetleri, iletişim, enerji… özelleştirildi… Yeni bir sözcük keşfetmişlerdi: Dönüşüm… Artık yağma ve talanın yeni adı dönüşüm olmuştu… Tabii “kentsel dönüşüm” kulağa hoş geliyor.

Kent yağmasını gözden uzaklaştırıyor. Ne zaman “imara açıldı-açılıyor, turizme açıldı açılıyor” lafını duysam, içim ürperiyor ve derin bir nefret duyuyorum… Kentsel dönüşüm demek kent yağması, kent talanı demek, sağlıkta dönüşüm demek sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, paralılaştırılması, metalaştırılması, bir kâr aracına dönüştürülmesi demek…

Geride kalan yaklaşık son 40 yılda ama asıl 17 yıllık AKP iktidarı döneminde, özelleştirilmemiş, yağmalanmamış, sermayeye, iş bitirici kapitalistlere peşkeş çekilmemiş hiçbir şey bırakmadılar… Kamu İhale Kanunu’nu, 16 yılda 186 kez değiştirdiler… Başta dünya harikası güzelim İstanbul olmak üzere, tüm kentleri yok ettiler, yaşanamaz yerler haline getirdiler… Tüm müşterekleri, ortak yaşam kaynaklarını ve alanlarını yok ettiler… Meydanları, yolları, köprüleri, tünelleri, dereleri, koyları, denizleri… akla gelen ne varsa yağmaladılar…

O zaman ‘insan bunun neresinde’ denmeyecek midir? Çevre Bakanlığı doğa yağmasının en etkin aracı haline geldi… Siz o ÇED denilenin aslında ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Lâkin bir şey var: Müştereklerden (commons), ortak yaşam kaynaklarından ve alanlarından yoksun bir toplumsal yaşam mümkün değildir. Bunların yokluğu demek, insanları, toplumu bir arada tutan ‘tutkalın’ yok olması demektir çünkü….

Yeni Yaşam

Yeni Yaşam

İlgiliYazılar

Yalnız ekonomi mi?

AKP’siz Türkiye

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Her yönüyle idare edilemiyoruz. Hakan Fidan Dışişleri Bakanlığı’nda olduğu müddetçe Kürtlerle barış ortamı oluşturulması çok zor olacak. Türkiye neden Suriye,...

Hakikatin ruhu, yolda birlik, tarihi sorumluluklarımız (2)

Dergâhların komünal mirası ve kutsalın araçsallaştırılması

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Rêya Heq-Hak Yolu Alevi geleneğinde kutsallık, bireysel ihtiraslardan ve çıkar ilişkilerinden arındırılmış; toplumsal rızalık ve paylaşım ilkeleriyle tanımlanmış bir değerler...

Kutuplaştırıcı ve dışlayıcı siyaset

Sürece dair

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Kabul etmek gerekir ki; bir barış süreci, güç ve meşakkatli bir yolculuktur. Pek çok engelle-engellemeyle karşılaşabilir. Bünyesine başarıya ulaşmasını zorlaştıran...

Bir milyon dolarlık füze ve kriz

‘Öcalan Komisyon’da konuşsun’ talebi ‘mızıkçılık’ değildir

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

PKK’nin kurucu önderi Abdullah Öcalan’la TBMM Komisyonu’nun sistemli görüşmesi talebi giderek yaygınlaşıyor. Bu talep bu aşamanın en önemli talebidir. Çünkü,...

Roboski Katliamı ve Ferhat Encu’ya atılan tokat

Barışı haykırmak

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

1 Eylül Dünya Barış Günü’nün 85. yılına giriyoruz, maalesef hem küresel çapta hem Ortadoğu alanında barış yönünde iyimser bir gidişat...

Biz herkesi tanıyoruz!

Hipokrat yemini mi ırkçılık mı?

Yazar: Yeni Yaşam
27 Ağustos 2025

Coğrafyamızda içeriğini tam olarak bilemesek de yeni bir barış süreci yürütülmekte. Aslında insan hakları savunucuları olarak savaşın tüm acılarını yaşamış...

Sonraki Haber

Uçurtmaları da vuruyorlar-Musa Piroğlu

SON HABERLER

Özel: Erdoğan İBB başkanıyken 24 asgari ücret huzur hakkı alıyordu

Özel: Erdoğan İBB başkanıyken 24 asgari ücret huzur hakkı alıyordu

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Amedspor taraftarlarından Önder için anlamlı çağrı

Amedspor’dan Kürtçe Instagram ve X hesabı

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Yalnız ekonomi mi?

AKP’siz Türkiye

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Hakikatin ruhu, yolda birlik, tarihi sorumluluklarımız (2)

Dergâhların komünal mirası ve kutsalın araçsallaştırılması

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Güleryüz: Hükümet halkın kuşkularını gidermeli

Güleryüz: Hükümet halkın kuşkularını gidermeli

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Kutuplaştırıcı ve dışlayıcı siyaset

Sürece dair

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

Bir milyon dolarlık füze ve kriz

‘Öcalan Komisyon’da konuşsun’ talebi ‘mızıkçılık’ değildir

Yazar: Yeni Yaşam
28 Ağustos 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır