Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) öğrencilerinin stajyer olarak çalışırken iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirdiklerine dair haberler ardı ardına geldikçe MESEM’ler ve çocuk işçiliği meselesi de gündemin ilk sıralarına geldi.
Çocuk, sanayi kapitalizminin ortaya çıktığı 18. yüzyıl ortalarından itibaren, patronlar tarafından işçi olarak tercih edilegelmiştir. Zira çocuklar hem itaatkardır hem de haklarını aramak konusunda diğer işçilere göre daha güçsüzdür. Dolayısıyla çocuk emeği çalışırken sorun çıkarmadığı için ucuzdur da. Çocuk işçiliğinin sınırlandırılması, 19. yüzyıl boyunca süren işçi sınıfı mücadelelerinin temel taleplerin başında gelmiştir. Bu mücadeleler sayesinde çocuk çalışmasının sınırlandırılması konusunda pek çok yasal düzenleme yapılmış; ancak çocuk işçiliği tamamen ortadan kaldırılamamıştır. 20. yüzyılda kapitalist üretim sistemine hâkim olan Fordist üretim biçimi ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) başta olmak üzere uluslararası kurumların oluşturduğu normlar sayesinde çocuk işçiliği -özellikle merkez kapitalist ülkelerde- önemli ölçüde sınırlanmıştır.
Ancak 1970’lerden itibaren kapitalizme hâkim olan neoliberalizm ve bu çerçevede uygulanan küreselleşme politikaları doğrultusunda, üretimin kaydığı çevre ülkelerde çalışma rejimini düzenleyen tüm kurallar geçersiz kılınırken çocuk işçiliğine yönelik sınırlamalar da ortadan kalkmıştır. Böylece özellikle kapitalizmle yeni tanışan Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde 18. yüzyılın “vahşi” çalışma koşullarına dönülürken çocuklar da yeniden en kötü koşullarda çalıştırılmaya başlamıştır.
Türkiye de 24 Ocak 1980 kararlarıyla neoliberalizme eklemlenen ve emek yoğun üretimle küresel rekabette kendine yer arayan bir yarı çevre ülke olarak, büyük ölçüde üretimi kayıt dışı alana kaydırarak çalışma rejimini de kuralsızlaştırmıştır. Bu süreçte kente göçün hızlanması, reel ücretlerin düşmesi, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin piyasalaşması gibi etkenlerle kent yoksulluğu devasa boyutlara yükselmiş; böylece çocuklar da çalışmak zorunda bırakılmış ve kuralsız hale gelen çalışma rejiminde çocuk işçiliği artmıştır.
1990’lı yıllarda Dünya Bankası, IMF, AB gibi uluslararası kapitalist kurumlar, neoliberal politikalar bağlamında üretim sürecindeki kuralsızlıkların yasallaştırılması -yani kural haline getirilmesi- konusunda Türkiye’ye baskı yapmıştır. Kuralsızlıkların yasalarla kural haline getirilmesi istenen konular içinde “çocuk işçiliği” de vardır. Ancak bu süreçte eğitim sisteminin AB’ye entegrasyonu için 5 yıl olan zorunlu eğitimin önce 8 yıla ardından da 12 yıla çıkarılması beklenmektedir. 8 yıllık eğitime 1997’de geçilmiş ve çocuk işçiliği de önemli ölçüde azalmıştır.
2001 krizi sonrasında Kemal Derviş tarafından hazırlanan ve AKP iktidarı döneminde uygulanan neoliberal yapısal uyum programında uluslararası kurumların yanı sıra TÜSİAD, TOBB, TİSK gibi işveren örgütlerinin de talepleri doğrultusunda hazırlanan Kalkınma Planları, Ulusal İstihdam Stratejisi ve Sanayi Strateji Belgesi başta olmak üzere birçok dökümanda “eğitim-istihdam” ilişkisini sağlamaya yönelik hedefler ortaya konmuştur. Küresel rekabet gücünü temel hedef olarak belirleyen 9. Kalkınma Planı (2007-2013) istihdamı arttırmaya yönelik politikalar bağlamında “Eğitimin İşgücü Talebine Duyarlı Hale Getirilmesi” başlığına ilk kez yer vermiş; bu doğrultuda da 2012 yılında yasalaşan ve zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran “4+4+4 eğitim sistemi” hazırlanmıştır.
4+4+4 eğitim sisteminin yasalaştığı dönemde -Eğitim Sen dışında- hemen hiçbir sendika ve muhalefet partisi, bu yeni sistemi “çocuk emeği sömürüsünün eğitim sistemi üzerinden meşrulaştırılması” bağlamında ele almamış dolayısıyla buna karşı bir mücadele çabası içinde olmamıştır. Ancak aradan geçen 13 yılda görülmüştür ki tarihsel süreçte çocuk işçiliğinin nedenini oluşturan tüm etkenler (gelir eşitsizliğinin ve yoksulluğun artması, eğitim maliyetinin yükselmesi; patronların çocukları ucuz emek olarak sömürme isteği vb) bugün Millî Eğitim Bakanlığı’nın aracılık ettiği bir düzen üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Çocuk işçiliğini meşrulaştıran eğitim sisteminde zorunlu eğitimin 2. ve 3. dört yılındaki meslek okulları (orta okul ve lise düzeyinde) ile 2016’dan bu yana faaliyette bulunan MESEM’ler, “zorunlu çıraklık mektepleri” olarak sermayeye; yoksul aile çocuklarını ucuz, güvencesiz işçi olarak tedarik eden kuruluş işlevi görmektedir. Bu kuruluşlarda geçtiğimiz iki öğretim yılında 16 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Bu sürede meslek hastalığına maruz kalan ya da sakatlanan çocukların sayısı ise bilinmemektedir.
Bundan yaklaşık 200 yıl önce işçi sınıfının öncelikli mücadele alanlarından biri olan çocuk işçiliğinin bugün sendikaların pek çoğunun gündeminde bile olmamasının taktirini sizlere bırakıyorum.









