Tanrı adına o kadar çok konuşuyor ki bir süre sonra aslında tanrının kendisi olduğundan artık hiç şüphesi kalmıyor. Kâinatı nefsiyle, onu da kendi nefesiyle doldurduğunda o geniş düş, kalabalıkları ve tüm engin sığlıkları içerip sürüklüyor. Buyruk uyruğu uyuşturduğunda, niyet ve söz amelde çığırdığında, apaçık emareleri görmezlikten gelemiyor. O andan başlayarak, söyleyen artık söyletendir. Tanrı olmak onun yazgısı ve bunu reddetmesi için gerçekten de bir fani ya da delirmiş olması gerekiyor. Mermer lahitlerin iç duvarlarına ancak kör hattatların okuyabileceği görünmez alevlerle kazılıdır: “Vay haline, iyiyi kötünün, kötüyü iyinin, karanlığı ışık, ışığı karanlık yerine koyanların mahvolacağına yürekten inananların!” Buyruk ateştendir, yinelenmez; oluş andır, beklemez. Gördüğü, görmek istediğiyse ve hükümle infaz birleştiyse, harap imanlarını kullarının harama uzayan kollarıyla örter. Buyruğu işittiğinde ikiletmeden adıyla istilaya başlayana tanrı, hiçbir çocuğun çığlığını duymayacağını çok önceden müjdelemiştir. O yüzden iştahlarının büyüklüğü, ilahlarının sağırlığı genişliğince. Gün o gün, an o andır hep. Çünkü merhametten arınma ayinleridir istila, ışığın onurundan kurtulma törenleri. Yağma, talan ve büyük yangınlar şafağında düş, oluk oluk akan kan pınarları kızıllığındadır.
***
Heykeltıraş, ideal kadını fildişinden yontuyordu. Sabırla, inatla, delice bir tutkuyla. Masalların mutlu çağlarında, o son dokunuş sadece yeryüzüne en güzel kıvrımları değil, Kıbrıs Prensine bakıp da âşık olacağı, bakıp da kendinden geçeceği dünyanın en güzel prensesini armağan ediyordu. Bu şaheserde yalnızca bir kanlı canlı alevli ruh eksikti. En az çaba gerektireni de bu oldu. Nereden bakarsan yeterli gözyaşına bulanmış yakarışları işittikten sonra sevimli tanrıların zavallı bir ölümlüden esirgemeyi göze alamayacağı küçücük bir iyilik. Çok düşünmeleri gerekmedi, ciddi bir mesele değildi. Onca ihtirasa, çabaya, acıya, uykusuz geceye mal olmuş bir heykele can vermek, ölümsüzlüklerinden bir şey eksiltmezdi. İçlerinden biri istedi ve o şahane heykel canlandı. Yer ve gök bir süreliğine aşkın ve güzelliğin rengine büründü. Ölümlüler için uzun, ölümsüzler içinse göz açıp kapayıncaya. Pygmalion ve Galetea mutlu yaşadı, mutlu öldüler. Ölümsüzler, bu zaman süresince daha mutsuz ölümlülerin yakarışlarını duymamak için huzurlu enginliklere çekildiler.
***
Ölümlüler varsa ölümsüzler için deliksiz uykular haram. Yakaran yakarana, bir şeyler dileyen dileyene. İlahlar da seçicidir, uykularında ve gördükleri rüyalarında bile. Fakat tanrılar, onları keyifli uykularından uyandıracak daha azimli, daha tutkulu ruhların yeri yarıp göğü delen güçlü haykırışlarını duymayı önceler hep. Fatihler ve krallar, zehir sessizliği kadınlar ve ölüm bakan erkekler, korsanlar ve katiller, karın deşenler ve yürek sökenler, yağmacılar ve büyük yıkıcılar… Çocuklar! Ama onlar o kadar zayıf ve o kadar küçücük şeyler ki ne sesleri işitilir, ne dağıldıkça daha bir ufalmış kanlı bedenleri görülür. İlahların nefesi ancak büyük bayrakları dalgalandırabilir, geniş yelkenleri doldurabilir, kan deryalarından daha büyük bir istekle çıkan şanlı orduların muzaffer alınlarında hissedilebilir.
***
Tutkulu heykeltıraş ideal düşmanını ölüm, bekleyiş, korku, şehvet, eğlence, ihanet ve açlıktan yontuyordu. Dur durak bilmeksizin, delicesine, çıldırasıya. Yalanlar ve büyük hüsranlar çağında, o son dokunuş sadece yeryüzüne en gafil, en hayasız biçimleri değil, aynı zamanda bu büyük yalan ve ölüm yontucusuna da baktıkça nefret kusacağı, bakıp da bahtına şükredeceği en akıl almaz eserini armağan ediyordu. Bu benzersiz başyapıtta sadece onu bir topluluğa benzetecek o kölece ruh eksikti. En az uğraştıranı da bu oldu. Yontucunun dileğini çok görmedi ilahı. İstedi ve çocuklarına kahvaltı, kardeşlerine öğle, sevdiklerine akşam yemeği gözüyle bakan Bakûr denen hilkat garibesi canlandı. O yüzden yer ve gök kan pıhtısı renginde, o yüzden Bakûr bir yön değil, uzun zamandır sadece bir büyük ve akıl almaz işlerin sessizliği..
***
Tanrı duymaz ve tutmaz elinden hiçbirinin, onları sadece iyi yürekli kadınlar ve erkekler duyar, bir onlar tutar o öpülesi ellerinden, yeryüzünün kanayan bütün çocuklarının.