Çok kültürlü bir toplumda kültürel yaşamın demokratikleşmesi, en başta bu farklı kültürlerin varlığının kabul edilmesi ve onlara gelişimlerini sürdürebilecekleri olanakların tanınmasına bağlıdır. Bu yüzden çok kültürlülük, çok kimliklilik ve çoğulculuk gibi kavramlar günümüzde gelişmiş bir toplum olabilmenin ve birlikte yaşayabilmenin kilit kavramlarından sayılıyor.
Çoğulculuk esasına dayalı demokratik bir sistem, kültürel farklılıkları merkezileştirip kendi potasında eritmeye çalışma yerine, onları koruma ve geliştirmeyi öngörür. Toplumsal kutuplaşma ve bunalımın yaşandığı bir ortamda en akılcı yol, farklı kimliklerin birbirlerini karşılıklı olarak kabul edebilecekleri yeni bir yapılanma gerçekleştirmektir.
Bu konuda, demokratik-evrensel yaklaşım, kültürel çeşitliliği toplum ve bireylerin zenginliği olarak görür ve böyle değerlendirir. Böyle bir yaklaşım, birlikte yaşama bilincini de besler ve geliştirir. Oysa katı, merkezci bir tutum ulusçuluk adına ırkçılığa varabilecek bir düşünce ve bakış açısının palazlanıp yayılmasını özendirir, anlaşmayı zorlaştırır. Egemen ulus bireyinin kendi devlet politikalarına eleştirel bir tavır takınması ve ötekilerle empati kurabilmesi, koyu merkezci kültür anlayışını aşıp, demokratik, eşitlikçi bir anlayışa ulaşmayı kolaylaştırır. Ama ne yazık ki böyle bir tavrı gösterebilen toplum yapısına erişemedik henüz.
Bir insanın kültürü; içinde yaşadığı toplumun geleneklerine, coğrafyasına, yaşam tarzlarına, kişilik yapısına ve daha birçok özellikleriyle ilintilidir. Farklı kültüre dayalı bir kimliğin kendini ifade etme olanaklarının engellenmesi doğada bulunan bazı renklerin ayıklanması anlamına gelir. Bir insanın kültürü, içinde yaşadığı toplumun törelerine, coğrafyasına, yaşam tarzına, kişilik özelliklerine ve daha birçok özellikleriyle ilintilidir. Farklı kültüre dayalı bir kimliğin kendini ifade etme olanaklarının engellenmesi doğanın tuvalindeki farklı renklerin ayıklanması anlamına gelir.
Tüm ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların özünde o toplumun insanlarının dünyayı ve yaşamı algılama biçimleri gizlidir. Kültürler arasındaki ayrılıklarda etnik öğenin rolü önemlidir, ancak buna aşırı vurgu yapmak, hem çatışmaları kızıştırır, hem de kültürler arasındaki ayrılılıkların, toplumların tarih ve belli bir zaman süreci içinde edinilen karmaşık deneyimlerinden kaynaklandığı gerçeği göz ardı edilmiş olur. Ayrıca ulus devlet değerleri mutlaklaştırıldığında birlik ve beraberlik gibi temiz duygular zedelenip kirlenir. Bu noktada insancıl yaklaşım insana dair olanı ölçüt almayı gerektirir. Bu tür bir çözüm, farklı yaşam tarzları, farklı dünya görüşleri ve bunların adalet talepleri arasında herhangi birini yüceltmeyen ya da dışlamayan nötr bir adalet anlayışına ulaşmakla mümkündür.
Değişik kültürler, çok kültürlü bir yapılanmada birbirlerine karşılıklı olarak zenginleştirir, yeni boyutlar ve nitelikler kazandırır. Ayrıca kültürlere birbirinden bağımsız ve serbestçe gelişebilmeleri, demokratik bir birliktelik, ortak bir gelecek oluşturabilmeleri için, sorumluluk ve olanak verilmesi gerekir. Çok kültürlülük kavramı çok kimliklilik ve çoğulculuk gibi tamamlayıcı kavramlarla bütünleştirildiği ölçüde anlam kazanacaktır. Çoğulcu kültür anlayışında, çağın ve yaşamın gereklerine uymayan, birlikte var olmayı zorlaştıran ve gelişmeyi önleyen öğelerin ayıklanması da kolaydır. Farklı olanın saklandığı, istenmediği ve ezildiği bir yapı yerine, farklılığın zenginlik sayıldığı ve bu yüzden korunması gerektiği gerçeği zihinlerde yer bulmadıkça, sosyal ve toplumsal barışı ve siyasal anlayışları tehdit etmeyecek bir çözüm gerçekleşmedikçe yara kanamaya devam edecektir.