Son 30 yılın kültürleşme etkenlerinin ölçüsünden biri de komik olayların farkına varmak ve zamanında o olaya gülümsemek zeka ve kültürleşmenin geçilmesi gereken sınavı olarak toplumda yöntem haline gelmiş. Örneğin aynı masada yenilen yemekte konuyu takip etmek sorumluluk gereğidir ancak komik olayları yakalamak ve ona gülerek tepki vermek anlamanın, zeki olmanın, çağdaş olmanın ölçüsü haline getirilmiş. Bu Gülen hareketinde de vardı AKP gençliğinde de var. Bu kültürün başını da muhtemelen Avrupa’dan almış (bunun için ayrı bir araştırmaya ihtiyaç var) olan CHP’nin ülkeye taşıdığı kültürdür. Şu anda bu kültürü büyük bir oranda kendi tabanında değiştirmiş ve değiştirmeye çalışıyor. Değişen tabanın tamamen çok eskilerinde kalmış eski samimi duygu ve düşünceyi hala yakaladığını zannetmiyorum. Ama bu zeminde çalışmaların içinde olduğu gözle görülür bir çabadır.
Kısa bir anekdotla sistem dediğimiz ve her açıklamasını yapamadığımız durumun günah keçisi yaptığımız bu kavramın nasıl kurumsallaştığını anlamanın biricik, yani tek, ya da başka yolunun imkânsızlık hali, sistemin dışından bakmayı gerektiriyor. Bu dışardan bakma ve sistem içileşme kavramlarının da çok anlaşıldığını zannetmiyorum ama belki başka bir yazıda yazarım.
Sistem üst sınıfın zengin çocuklarının toplum içine karışarak (ya da şimdi artık medyada) kendi düşüncelerini, beğenilerini, beğenmediklerini, sevdiği şeyleri kısacası kendi öz kültürünü küçük ve ahmak gördüğü alt sınıfın insanlarına sevdirerek dönüşümün gücünü elinde tutmaya çalışır. Alt toplumda yaratmaya çalıştığı kültür zamanla ve basamak basamak onun istediği zihniyete doğru tırmanır. Bu tırmanış asla mola vermez, dinlenmez ya da bir yerlerde durup zaferin tadını çıkarmaz. Devamlı tırmanır. Her basamak yeni basamaklar getirir. Fakat burada bir acımasızlık da var. Yani sistem asla alt sınıfa da fırsat vermez. Savaşın kurucusu her zaman odur.
Alt sınıfta oluşturduğu yeni duygular yeni düşünceleri anketlerle, seçimlerle ölçerek çıkan sonuçlara göre çok yönlü geliştirdikleri savaşlarını sürdürürler. Örneğin ABD bir başka ülkeye savaş açmak istediğinde medyası önceden toplumu hazırlar. Medyası kesinlikle başarılı olur, çünkü alttan alta kültürleşme zeminini hazırlamıştır. Yani toplumsal zihniyetini aşağıya yaydığı kültür ile oluştururken, üst de her türden savaşı hileyi de siyaset, şirket yoluyla yürütmektedir.
Adorno’nun kültür endüstriyalizmi dediği bu yöntem nasıl oluşur? Aslında bu oluşumu gün içerisinde fark etmemiz çok zordur. Bunu fark etmenin bir yolu kendi duygularını takip etmektir. Yani gün geçtikçe çocuklukta hissettiğimiz o güzel duygulardan uzaklaşmayı, kendi takip etmekte bir merkez olarak kabul edebiliriz. Çünkü o duygular herkes kabul eder ki en temiz duygularımızdı. Köpeği, kediyi, baharı, kışı, yazı, öğretmeni (Kürtler için söylemiyorum. Gerçi benim sevdiğim bir tane vardı) beslenme çantamızı (Bakın bu çok önemli. Şimdilerde yemek yemek bizi o kadar heyecanlandırmıyor ya da yemek yeme zamanını iple çekmenin o güzel duygusu yok). Gün içerisinde eğer bu değişimlerimizi gözlemleyebiliyorsak sistemin ne yaptığını da fark edebiliriz. Yeri gelmişken sisteme sistem dışı bakmak biraz da bu oluyor.
Sistem dışına çıkıp bakabildiğimizde gördüğümüz, sistemin o acımasız çarkını fark etmeye gelirsek, bu çoğunlukla her gün yaşadığımız arkadaş ortamında kendini gösterir. Bir şeye gülmenin insan duygularında yarattığı değişimi psikologlar açarsa daha iyi olur ama güldüğümüz şey ciddiye almadığımız şeydir. Ciddiye almadığımız olgu (şey) duygularımızla hissetmediğimiz, derin anlamadığımız, empati yapmadığımız olgudur. Zengin çocuğunun spor salonlarında kayak merkezlerinde, pahalı tatil köylerinde, barlarda, kafelerde, okul sıralarında yaymaya çalıştığı; bu güldüğün şey senin zekanı belirler kültürü son 30 yıldır katlanarak büyüyor. Kökü Rönesans’la başlayan Avrupa kültür endüstriyalizmi sırasıyla büyük dönüşümlerini Sanayi Devrimi, 1920’ler sonrası oluşan medya ve en son Sovyetlerin yıkılması ile büyük bir ivme kazandı. Evet bahse konu olan bizim ilk on yıllık çocukluğumuz ama biz bin yıllardır hep ilk on güzel yılı yaşıyoruz. Yani oyunu bozan zengin çocuklarıdır ve onların büyükleri olan şirket ve siyaset kurumlarıdır. Biz hala gülmemiz gereken acı olaylara gülmüyoruz. Ve hala ölen çocuklara, misafirini istediği gibi ağırlayamayan komşunun yüzündeki mahcubiyete (Zola’nın meyhanesindeki kadın canımı hep yakmıştır) pantolonundaki yırtığı gülerken gizleyemeyen yaşlı amcaya, oyun oynarken oynayamayan engelli arkadaşa gülmüyoruz.
Turan Çömez’e gelirsek. Çömez zengin çocuğunun güldüğü şeylere gülen, onun giydiğini giyen, onun arabasına binen, o okul yıllarındaki zenginlerin yanında dolaşan kişi olabilir. Ben Çömez için kesin odur demiyorum. Bir de siz bakın. Yoksa nasıl bir insan savaş isteyebilir? Çocukların, hayvanların, doğanın öldüğü, kadınların ağladığı, tüm canlıların aç kaldığı, öldüğü savaştan söz ediyorum.