1 Ekim’de Sayın Bahçeli’nin DEM Partisi’nin Meclis sırasına gelerek başlattığı süreç ve akabinde gerçekleşen gelişmeler, iç ve dış düşmanları tekrar bir araya getirdi. Zor anlarda birbirini bulan bu yüzyıllık dostlar, ekimden hemen sonra hazırlıklara başladılar. Olası sonuçlar değerlendirilir ve tüm senaryolara göre ayrı ayrı yol haritaları çıkarılır.
Özellikle 27 Şubat tarihinden sonra Türkiye’deki siyasetin gelişim aşaması ciddi bir panik yarattı. Güçlü istihbarat ağlarına sahip olan ABD ve İsrail, 27 Şubat deklarasyonunu küçük bir ihtimal olsa da öngörmüş olabilir. Ama iç işbirlikçileri 27 Şubat deklarasyonunun süreci bu kadar hızlı geliştireceğini anlamamışlardı. Bu yüzden 28 Şubat sabahı kıyameti de koparamadılar. Çünkü ne olup bittiğini henüz anlamamışlardı.
Çoğu kesim bu suskunluğu devletin içten hazırlık yaptığına yorsa da suskunluğun asıl nedeni sürecin şok etkisi yapmasıydı. İç düşmanlar, Önder Apo’nun sürece giriş için bir yol haritası sunacağını, onu da zamana yayarak şehit, bayrak, bölücülük sloganlarıyla etkisizleştirebileceklerini hesaplıyorlardı. Silah bırakma gibi savaşın en aktif argümanının devre dışı kalacağını duyunca etekler tutuşmaya başladı. Kısa bir afallamadan sonra uluslararası medyayı okumaya başladılar. (Bence bunu da hemen anlamadılar. Ellerine notlar verilmiştir). Süreç karşısında ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere basınının attığı manşetlere ve açıklamalara bakılırsa iç dostlarına bir uyarı niteliğinde olduğu anlaşılır.
Almanya, “Demokratik uzlaşı temel yol olmalıdır” açıklamasıyla en orta yolcu ve ılımlı sayılabilecek açıklamasıyla tarafsız kalabileceğini gösterirken, diğer ülke basınlarının manşetleri doğrudan savaşta yer alan dostlarına mesaj niteliğindeydi. (Bakınız: 27 Şubat sonrası dış basın)
Süreçle birlikte önce Ortadoğu’daki gelişmeler hızlanmaya başladı. Yüzyıllık planlarından kurtulmaya çalışan Türkiye’nin kendi iç barışını yaparak Ortadoğu’da güçlü bir konuma geleceği ihtimali, dışta geniş yankılar uyandırdı. İsrail’in 1 Ekim’den sadece iki hafta önce Hizbullah’ın elindeki telsizleri patlatmasıyla başlayan Ortadoğu’da hegemon olma savaşı, İran’a saldırı ile devam etti. Husilere saldırı, Lübnan-Suriye gerilimi ve çok önemli bir domino taşı görevi gören Şam’ın HTŞ’nin eline geçmesi 27 Şubat’tan önce başlayan gelişmeler oldu.
Bu süreçte gelişen diğer önemli hususlar ise uluslararası siyasetteki hareketliliktir. ABD’nin elindeki sopayla Rusya-Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan gibi ülkelere “Trump barışı” getirmeye çalışması, oldukça etkili bir güç gösterisi olarak siyaset taşlarında önemli bir yer tuttu.
Bu gelişmeler yaşanırken Türkiye ne yapıyordu? Türkiye, başına deli gömleği gibi giydirilen 100 yıllık gömleği parçalamak istediğini içteki bazı yaklaşımlarla göstermeye çalıştı. Samimiyeti hâlâ tartışmalı yaklaşımlar barındırsa da böyle bir istekle 1 Ekim’de bir start verdi. Önce Kürtlerle barışmalıydı. Çünkü Ortadoğu kaynıyordu ve onun da eli kolu bağlanmıştı. Türkiye’nin bu samimiyeti hâlâ net olmayan barış adımına, Önder Apo çok daha cesur ve kararlı bir adımla karşılık verdi.
Bu arada elindeki notları okuyan içteki güçler de harekete geçti. CHP sürece temkinli bir iyimserlikle yaklaştı. Aslında bu yaklaşımın kime karşı temkinli olduğu hâlâ net değil. Mesela bu temkinlilik süreci kendi iktidarını pekiştirmeye çalışan Erdoğan’a karşı mı, Türkiye’yi bölme senaryoları olabilir diyerek PKK’ye karşı mı, yoksa dış güçlerin alacağı pozisyona karşı mı alındığı net değil. Bazı net söylemleri olsa da süreçte gelişen olaylara karşı verdiği tepkiler netliği gölgede bırakıyor. Örneğin, Çömez’in yaptığı son çıkışa karşı tepkisiz olması CHP’nin bu sürece desteğini karanlıkta bırakıyor. Bu AKP ve MHP içinde geçerlidir. Çömez, yaptığı açıklamalar ile sürece karşı duruşunu net olarak ortaya koyuyor. Aslında bu netliği ile İsrail ve ABD’nin başını çektiği sistemin de bir alternatif olduğunu ustalıkla sergiliyor.
Yani “Çömez” net. Ancak soru şu: Kimler Çömez gibi net olacak? CHP -AKP-MHP; sorunlarını çözmüş ve Ortadoğu’da demokratik bir güç olmaya çalışan Türkiye’nin yanında mı, yoksa tüm Ortadoğu’yu sindirmeye çalışan ve adım adım kuzeye tırmanan kapitalist modernitenin yanında mı yer alacak? Bence Çömez, siyasete netlik kazandıracak bir yaklaşım sergilemiştir.
Ya Ortadoğu’yu 100 yıldır sömüren ve hâlâ sömürmek isteyen güçlerin yanında olursun, ya da demokratik bir Türkiye ile tüm dünyanın yeni demokrasi beşiği olursun… Herkes istediğini seçmekte özgürdür.