HDK’nin düzenlediği 2 günlük “Çözüm Barışta Konferansı’nda” yabancı ve yerli bilim insanları, siyasetçiler ve davetli delegasyonca “süreç” tartışıldı. Yayınlanan sonuç bildirgesinin önümüze görev olarak koyduğu “Barışın Toplumsallaştırılması” meselesinin zorlukları var elbet. Konferanstaki kimi konuşmalarda da gözlediğim, devletle İmralı arasındaki görüşmelere ve olası anlaşmalara fazla bel bağlamak bu zorlukların başında geliyor bence…
Kürt Halkı’nın, önderleri Abdullah Öcalan’a duyduğu güven, O’nu halkın ve çoğu siyasetçinin gözünde adeta bir sihirli değnek sahibi yapıyor. Başta Öcalan’ın kendisinin de istemeyeceği bu beklenti tek tek herkeste bir tembelliğe, sorumluluklarını yerine getirmede, politika üretmede edilgenliğe yol açıyor. Konferansta iğneyi kendisine batıran tek siyasetçi Gülten Kışanak bunu özetle, “iktidarın masayı devirmesinin ardından bu günlere kadar hazırlık yaptığını ama bizlerin, barış politikaları üretme ve bunu toplumsallaştırma konusunda tembellik yaptığımızı” (Kuşkusuz daha bilge ve nazik sözcüklerle) dile getirdi ve yüreğime su serpti…
Bahçeli’nin uzattığı el mi kılıç mı?
Erdoğan’ın başarısının sırrı, karşısındaki muhalefet yelpazesinin dayanışmasını ne yapıp edip engellemekteki, hatta muhalif grupları birbirlerine düşürmedeki ustalığında yatıyor. Siyasi ve ekonomik başarısızlıklarına rağmen 24 yıldır iktidarda kalmasını buna borçlu. Kanlı bıçaklı olduklarını zamanla nasıl yanına çektiğine baktığınızda bile bu beceriyi görebiliriz.
Başlangıçta liberaller ve cemaat yanındayken, Kemalistler, 27 Mayısçı, 12 Eylülcü vesayetçiler karşısındaydı, Kürtler de görece destekliyor ya da tarafsız kalıyordu. Sonra tek tek birini hedef alırken diğerini, en azından tarafsızlaştırmaya özen gösterdi. Kemalistlere saldırırken, Gülen en yakın müttefikiydi; sonra cemaati hedefe aldığında tersini yapıp Ergenekoncuları yanına çekti. Önceleri Erdoğan’a söylemediğini bırakmayan Bahçeli ve toplumun en gerici, faşist gruplarıyla şimdi iktidarı paylaşıyor! Son yerel seçimlerde ise muhalefetin, kör topal da olsa, özellikle de CHP ile DEM Parti’nin dayanışması iktidarını sarstı ve buna müdahale etmesi gerekiyordu…
Bu nedenle Bahçeli’nin mecliste uzattığı el, aynı zamanda DEM ve CHP yakınlaşmasına vurulmuş, iki tarafı keskin bir kılıçtı aynı zamanda. Kürtlere ve sola yönelik operasyonlar hız kesmezken, CHP’ye ve özellikle Kent Uzlaşısına yönelik saldırılar bu hamlenin devamı olarak sürdü. Uzatılan eli tutan kol kapılmıştı bir kere…
Karamsarlığım, bu yazı yayınlandığında İmralı’dan gelen açıklamayla belki (ve umarım) boşa düşecek ama kaygılarımı dile getireceğim. DEM Parti önderlerinin barış umuduyla devlete yaklaşan söylemleri, kendi derdine düşürülen CHP’nin korkuları, basiretsizliği ve milliyetçi kanadın barış alerjisi bunlara eklenince makasın açılması kaçınılmaz olacaktı. Bu da “Barışın Toplumsal Zeminini” berhava ederek iplerin tümüyle iktidarın eline ve onun kirli saray oyunlarına geçmesi demek oluyordu. Yanılmayı gönülden diliyorum ancak korkarım, bu hesabın daha somut sonuçları yakında iyice görünür olacak!
Öte yandan “Türkiyelileşme” adı altında DEM’e dayatılan şeyin, düzen partilerinden biri olmak anlamına geldiği malum. Şimdi daha da belirgin olan, bu dayatmanın barış havucuyla yapılmak istenmesidir. Oysa DEM, “Karşının Partisidir”, sadece Kürdün de değil, bu topraklardaki Alevinin, Ermeninin, LGBTİ+’nın, ezilenlerin partisidir. Kürt sorununun çözümü ve barışa, ancak demokratikleşmeyle yaklaşmak mümkün olacağına göre, ötekileri kapsamayan bir demokrasi de barış da mümkün değildir. On yıl önceki hüsranın yeniden yaşanmaması için devletin ikiyüzlü tutumunun aksine süreci şeffaf olarak yürütmek bence ilk koşulsa ikincisi öncelikle ötekilerin sürece katılmasıdır. Bu olmazsa, Rober Koptaş’ın dediği gibi düğme ilk baştan yanlış iliklenir ve sonrakilerin düzeltilmesi mümkün olmaz.
Gülten Kışanak’ın dediği gibi “Kürtler anadilinde konuşursa bölünürüz diyen çok büyük bir kitle var. Türklerdeki bölünme korkusu ile Kürtlerdeki kandırılma korkusunu yüz yüze getirmemiz gerekiyor. Siyasi partiler Kürt meselesini araçsallaştırıyor. Siyasetten medet bekleyerek sorunun çözüleceğine inanmıyorum. O yüzden meseleyi toplumsal bir harekete dönüştürmemiz gerekiyor.”
Yine konferanstan bu kez M. Danış Beştaş’tan bir cümleyle noktayı koyalım:
“Barışa giden bir yol yok, barışın kendisi bir yolculuk…”