İktidarın üst düzey yetkililerinin yeni 30 maddelik “devlet projesi’’ tek taraflı bir proje olarak değerlendiriliyor. DEM Parti’nin cesur ve özgür bir politika üretmesi dile getiriliyor. DEM Parti’nin binlerce çalışanını, milletvekilini, belediye eşbaşkanlarını cezaevine koyan bir iktidarın DEM Parti’den cesur ve özgür hareket etmesini beklemek kulağa tuhaf geliyor. Zaten cesur ve özgür oldukları için cezaevine konmadılar mı? Siyasi tutuklular, hasta tutuklular için esas cesur olmak iktidarın sorunudur. KHK’lılar sorununu çözmek ve kayyum atamalarını durdurmak ve bu konuda adım atmak cesaret ve özgür olmak anlamına gelmez mi? Kendi iktidarınızı korumak için muhalefeti tasarımlamak siyasi ahlaka terstir. Yeni anayasa için değişiklik isteyen iktidar şu anki anayasayı uygulamıyor. Ülkede adalet ve hukukun ayaklar altında olduğu bir ortamda yeni anayasa ile neyi düzelteceksiniz. Erdoğan’ın ölünceye kadar cumhurbaşkanı olması için düzenlenecek bir anayasa teklifine ne Meclis ve ne de halk sıcak bakmıyor. Yargı, yasama, yürütme ve medyayı da kullanarak baskı altında yeni bir anayasayı hayata geçirmek demek, biz yaptık kabul edeceksiniz demektir. Böyle bir rejimin adına da ne denir onu da iktidar yetkilileri değerlendirsin. 30 maddelik devlet projesinde en dikkat çekici madde Kürtler açısından çok önemli. Irak ve Suriye Kürtlerinin hamisinin de Türkiye olması hedeflenecek; bütün Kürtlerin yönünün Türkiye’ye dönmesi sağlanacak. Kürtlerin yüz yıldır yaşadıklarının hesabı verilmeden bu maddeye Kürt siyasilerinin elbette cevabı olacaktır. Projede diyorlar ya “cesur ve özgür’’ olmalıdırlar, işte Kürt siyasilerinin de cesur ve özgür olmalarını gösterme zamanı. İktidarın bu projesi müdahale etmek, gözdağı anlamına da gelmektedir.
Aynaya bakmadan başkalarını suçlamak algı operasyonları ile medya gücüyle halkı yönlendirmek, yaşam değerlerinden uzaklaşmak anlamına gelir. Senelerdir kayyum atamalarıyla Kürtlerin kazandıkları belediyelere ve halkın iradesine saygı göstermeyen bir iktidar şimdi de CHP belediyelerine aynısını uyguluyor. Diyarbakır kayyumunun, Bağlar kayyumunun ve Mardin kayyumunun yolsuzluklarını halk unutmadı. Yerel seçimler yenilgisini halen hazmetmiş değiller. Kent uzlaşısını “terör yapılanması’’ olarak tanımlamak ve CHP belediye başkanlarını hapse atmak veya görevden almak, sonra da CHP’yi sürece karşı olmadıklarını övmek ikircikli bir yaklaşımdır. En büyük korku CHP- DEM ittifakının hayata geçirilmesidir. Erdoğan muhalefet belediyelerinin “şehri yönetmiyorlar nasıl ülkeyi yönetecekler’’ demesi de yönettikleri ülkenin durumundan bihaber olması anlamına gelir. Cumhur İttifakı’nın ülkeyi ne hale getirdiğini bilmeyen yok. Onun içindir ki, halk sandığın bir an evvel gelmesini talep ediyor. Eğer ülke iyi yönetilseydi kimse sandıktan bahsetmezdi.
Rojava konusunda da projede belirtilen “Kürtlerin karar alma ve verme, diğer unsurlar gibi kültürel ve anayasal haklarını almaları gerekir’’ derken iktidarın desteklediği çetelerin saldırılarına sessiz kalması samimiyetsizliği de ortaya koyuyor. Rojava’da sağlanan Kürt birliğine de iktidarın karşı olduğunu da unutmamak gerekir. Kürt kazanımlarına ve birlik olmalarına yapılan her menfi anlayış, siyasi ve askeri müdahale barış adına olacak olan olumsuz yaklaşımlardır. Ayrıca tarihten gelen “dış güçler’’ müdahalesini de öne sürmek Türkiye siyaset tarihinden bihaber olma anlamına gelir. 12 Eylül’de “bizim çocuklar başardı’’ sözü halen kulaklarımızda çınlıyor. Türkiye terör çetelerinin Suriye’deki Esad rejimini devirirken kendisi de bir dış güç olarak müdahalede bulunmadı mı? Rojava için Türkiye siyaseti iki seçenekten birini seçmek durumundadır. Birincisi şu an El- Kaide ve IŞİD artıklarından oluşan hükümetten desteğini çekmeli, ikincisi de demokratik bir yapı olan SDG’ye destek olmalıdır. Birinci alternatif kaosu beraberinde getirir, diğeri de barışı inşa eder.