CHP’nin İmralı’ya gidecek heyete üye vermemesi, haklı eleştiri ve tepkilere neden oldu. Özellikle Halk TV’de CHP sözcüleri bu eleştiri ve tepkilere karşı kararı savundular; CHP’nin çözüm sürecinde yer almaya devam edeceği, TBMM Komisyonundan çekilmeyeceği ısrarla açıklandı.
Buna rağmen CHP’ye yakın medyada İmralı heyetinde yer almama adımını TBMM’den çekilmeyle tamamlama yönünde çağrılar yoğunlaştı. Çözüm sürecine karşı yıkıcı tutum alan Zafer Partisi ve İyi Parti, CHP’nin aldığı kararı selamladı ve her iki parti de “Komisyondan çekil” çağrısı yaptı.
Şu anda TBMM Komisyonunda yer alan partilerden sadece AKP, MHP ve Dem Parti heyetleri İmralı’ya üye gönderecek. EMEP ve TİP alınan bu karara “gitmek yerine tele-konferans seçeneğini” destekledikten sonra, İmralı’ya gitme kararına oy verdi.
Bu durum TBMM Komisyonunda kritik dengeye işaret ediyor. Karşılıklı konumların sabitlenmesi, kesinleşmesi, bundan sonra atılacak adımları riske sokuyor. “Geçiş yasaları” gündeme geldiği zaman kararların sadece DEM Parti, MHP ve AKP oylarıyla alınması, çözüm sürecini zayıflatacaktır.
O nedenle çözüm yanlısı siyasi güçler, CHP’nin aldığı kararı eleştirme dışında, komisyondaki bu geçici kutuplaşmayı kalıcı hale getirmekten sakınmalıdırlar. Nitekim gerek DEM Parti, gerekse DBP açıklamaları CHP kararını bu temelde değerlendirmişlerdir.
Ancak, çözüm sürecini asıl tehdit eden faktörü doğru saptamak büyük bir önem taşıyor.
Başkan Öcalan’ın devletle müzakere sonunda demokratik uzlaşmayla başlattığı sürecin, TBMM’de temsil edilen siyasi partilerle demokratik uzlaşma sağlanarak tamamlanması zorunludur. İyi Parti dışında TBMM’de temsil edilen partilerin tamamı Komisyon’a katılarak böyle bir uzlaşmada ilk adımı atmışlardır. Ancak asıl uzlaşma barışı sağlayacak sonraki “geçiş yasaları” ve demokratikleşme adımlarında henüz bir gelişme yoktur.
Çözüm sürecinin önünde pek çok engel olmakla birlikte, aktüel en büyük engel AKP ve CHP arasında süren, giderek tehlikeli şekilde tırmanın “iktidar savaşıdır.” Devletle PKK arasındaki savaş sona erdiği halde, sürecin olumlu sonuç vermesinde belirleyici rol oynayacak AKP ve CHP arasındaki savaş süreci tıkayan en temel faktördür.
Devleti, Başkan Öcalan’la uzlaşmaya yönelten sebep özünde “devletin bekasının” tehlikeye girmiş olmasıdır. AKP ve CHP’nin çözüm temelinde uzlaşmasını önleyen sebep ise bu partilerden birinin iktidarını koruma diğerinin ise iktidarı kazanma amaçlarıdır.
Oysa devlet kendisine isyan eden PKK’yle ve PKK de Kürt halkını inkar ve imha etmek isteyen devletle savaşa son vermiş; buna karşılık AKP ve CHP Türkiye’nin ve Kürdistan’ın, tüm bölge halklarının kaderi ile ilgili çözüm sürecinin bağrında “iktidar savaşını” en azından çözüm sürecinin sonuç vermesine kadar bir “siyasi mütarekeyle” sonlandırmak yerine tırmandırmaya devam etmektedirler.
Hiç kuşkusuz bu iktidar savaşının tırmanmasında asıl sorumluluk Saray rejimine aittir. Böyle olsa da bu savaşı sona erdirme perspektifine iki parti de sahip değildir. CHP savaşı “erken seçimle” AKP iktidarını yıkarak sonlandırma, AKP de CHP’yi bölerek ya da kapatarak sonlandırma amacındadır. Kapatma gibi bir amaca karşı “erken seçimle yıkma” amacı elbette meşrudur. Ama bu meşruiyet “iktidar savaşlarının” çözüm sürecini neredeyse imkansız hale getirdiği gerçeğini değiştirmemektir.
Eğer “İmralı’ya gitme” taraftarları İmralı’ya gitmeyi işte bu “iktidar savaşını” durdurma amacıyla bağlayabilselerdi belki bugünkü sonuçla karşılaşılmayacaktı. Belli ki hem AKP iktidarını korumak amacıyla, hem CHP iktidara geçme amacıyla, Başkan Öcalan’la devlet arasındaki uzlaşma arasında uyumsuzluk görmektedirler. Bu uyumsuzluğun esası Başkanla devlet arasındaki uzlaşmayı desteklemenin bu iki partiye oy kaybettireceği kaygısıdır. Eğer İmralı’ya gidişe CHP de katılsaydı, her iki partinin kaygılarını müzakere etme ve giderme konusunda Başkan Apo’yla bir anlaşma mümkün olabilirdi. En azından bu müzakere sonucunda her iki parti arasındaki iktidar savaşının bölgede meydana gelen gelişmeler temelinde Türk devletinin çıkarlarıyla keskin şekilde çeliştiği Başkan Öcalan tarafından onlara ikna edici argümanlarla anlatılabilirdi.
Bir an için CHP’nin İmralı’ya gidişe onay verdiğini ve İmralı’dan dönüşte her iki partinin “iktidar savaşını” çözüm sürecinin devamı boyunca geçici olarak sona erdirme kararını kamuoyuna açıkladığını düşünelim. AKP’nin CHP’ye karşı yönelttiği operasyonlara son verdiğini, tutuksuz yargılamanın yolunu açtığını, CHP’nin erken seçimi zorlayan mitingleri sona erdirdiğini farz edelim. Ne olurdu?
Türkiye’de bayram olurdu. Türk halkı içindeki düşmanca kutuplaşma yumuşar ve çözüm sürecine kuvvetli bir rıza oluşurdu. Her iki partinin bu kararı İmralı’ya giderek ve Öcalan’la anlaşarak aldığını gören Kürt halkının çözüm süreciyle ilgili kaygıları sıfıra inerdi. Böylece Türk ve Kürt halkları arasındaki önyargılar kırılmaya , tarihi “Kürt-Türk ittifakı” gerçekleşmeye başlardı.
Sonuç olarak diyeceğim şudur: Çözüm sürecinde de üçüncü yol vardır. Bu süreçte AKP’nin mi, yoksa CHP’nin mi tutumu çözüme yardım ediyor ya da engel oluyor tartışmasının hiçbir anlamı yoktur. Çünkü böyle bir tartışma bizi “iktidar savaşına” eklemlenmeye götürür ve çözüm sürecini engelleyen faktöre dönüştürür. Üçüncü yol, kararlı bir şekilde her iki parti arasındaki “iktidar savaşlarına” karşı kesin tutum almak, bu savaşların hem Türk devletinin, hem Türk halkının, hem Kürt ve bölge halklarının geleceğini tehdit ettiğini ilan etmektir.
Somut olarak ifade edeyim: “İktidar savaşları” CHP’yi adım adım Zafer Partisi ve İyi Partinin faşizan cephesine, AKP’yi de CHP’yi kapatarak seçimsiz diktatörlüğe götürür. Çözüm süreci sona erer ve savaş yeniden başlar. Bu savaştan yararlanan ABD ve İsrail Türkiye’yi İran’a karşı savaşa sürükler ve “her şey çok kötü olur.”
Çözüm sürecinin başarısı şu anda her türlü parti çıkarlarının üstündedir.









