‘Süreci’, AKP’nin açıklamaları üzerinden okumaya çalışmak yerine, barışa ve çözüme ‘dar çıkarcı’ yaklaşmayan Abdullah Öcalan’ın açıklamaları üzerinden okumak daha isabetli olacaktır
Mazlum Amed
‘Süreç’ konuşulurken en fazla telaffuz edilen sözcükler “saldırılar, kayyım atamaları, gözaltı ve tutuklamalar, çağrı, üstenci dil, tehdit…”
Tayyip Erdoğan’ın ‘süreç’le ilgili konuşmaları ise malum… Mealen “Ya silahlar bırakılır ya da cebren bıraktırılır” şeklindeki sözlerinin politik gerçeklikten uzak olması bir yana, sürece ilişkin iyimserliği, umudu hırpalayan cinsten olması da cabası…
Üstelik Erdoğan bu sözü daha öteye götürüp PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın olası ‘çağrıları’ üzerinden “Ya bu çağrıya uyarlar ya da…” ekseninde tehdide dönüştürdü.
Peki, gerçekten Abdullah Öcalan’dan böyle bir çağrı gelebilir mi? Bu soruya cevap ararken Abdullah Öcalan’ın geçmiş yıllarda yaptığı çağrılara, çözüm arayışlarına bakmakta yarar var.
Tamamen iyi niyet göstergesi olarak Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla dağdan ve Avrupa’dan gelen barış grupları olmuştu. Ne yazık ki çoğu hakkında davalar açılmış, hapis cezaları verilmişti.
İmralı’dan gelen çağrılarla tek taraflı ateşkesler ilan edilmiş, hatta kısmi geri çekilme dahi olmuştu. Yine çeşitli zamanlarda çözüm için yol haritaları sunulmuştu.
Üstelik Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununu şiddet zemininden çıkarıp hukuk ve siyaset zemininde çözme çabalarının 90’lı yıllarda başladığı biliniyor. 90’lı yılların sıcak çatışmalı dönemlerinde sabote edilen girişimleri hatırlamakta yarar var.
Ancak bugün Kürt sorununun çözümüne ilişkin asgari koşullar bile sağlanmamışken -aksi söz ve pratikler diz boyuyken- Abdullah Öcalan’ın, Erdoğan’ın bahsettiği şekilde bir çağrı yapması, hele de henüz tecrit devam ediyorken, hareketiyle istişare etme imkanları yokken mümkün görünmüyor. Buna rağmen PKK yöneticilerinden Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm perspektifini sahiplenen, arkasında duran açıklamalar geldi. Bu açıklamalarda kendilerine ulaşan herhangi bir bilgi ve çağrı olmadığı da vurgulandı. Hal böyleyken sözün, silahların bırakılması üzerinden üstenci bir şekilde kurulması, ne yazık ki olası bir çözüme hizmet etmiyor.
Bir yandan Rojava’da sivilleri katleden, yaşamsal yapıları tahrip eden, oradaki Özerk Yönetimi Suriye’nin geleceğinin inşasında devre dışı bırakmaya çalışan, içeride ise kayyım atayan, Özgür Basın’a her alanda saldıran, gözaltı ve tutuklamalara, tehdide devam eden AKP-MHP iktidarının bu haliyle Abdullah Öcalan’ın çözüm perspektifinden uzak olduğu açıktır.
Ancak herkes biliyor ki bu ‘süreç’ öyle birilerinin iyi niyetiyle falan ortaya çıkmadı, konjonktürün dayatması olarak ortaya çıktı. Deyim yerindeyse AKP-MHP iktidarı oyun dışı kalmamak için hem Türkiye’deki Kürtlerin hem de Rojava’daki Kürtlerin ve örgütlü yapıların üzerinde tartışmasız bir etkisi olan Abdullah Öcalan ile görüşmek zorunda kaldı.
AKP iktidarı, cihadist HTŞ ile ilişkileri nedeniyle, yine SMO gibi paramiliter yapılar üzerindeki etkisini ve pozisyonunu güçlü görüyor olabilir. Ama bir yandan da temkinli davrandığı, oyun dışı kalmamanın hesaplarını yaptığı ortadadır. Öyle SMO gibi gruplar üzerinde oyun kurucu olamayacağını çok iyi biliyor. Zira Suriye’nin geleceğinde Kürtler olmaksızın bir çözüm olmayacağı, istikrar sağlanamayacağı; yine HTŞ eliyle Kürtlerin kazanımlarını bertaraf etme çabalarının da işe yaramayacağı açıktır.
Tabloda görünenler bunlarken Erdoğan’ın üst perdeden kurduğu sözlerin kendi kamuoyunun gönlünü hoş etmekten öte bir anlam taşımadığı anlaşılıyor.
Bu sürecin gerçekten bir çözüme dönüşmesi için evvela PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, hareketiyle ve kamuoyuyla iletişim imkanlarının sağlanması gerekiyor. Kaldı ki hukuken Abdullah Öcalan’ın özgür kalması önünde ‘siyasi irade’ dışında hukuki bir engel de yoktur. 2012-2015 sürecinde, iyi niyet göstergesi olarak hasta siyasi tutsakların serbest kalması için bile adım atmayan AKP bu süreçte ne yapacak, önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Abdullah Öcalan’la DEM Parti heyetinin yaptığı ilk görüşmenin ardından, heyetin siyasi parti temsilcileriyle yaptığı görüşmelerden sonra bugünlerde İmralı’ya ikinci bir ziyaretin yapılması, bu ziyaretten sonra İmralı’dan gelecek açıklamalarla sürece ilişkin daha net bir fotoğrafın ortaya çıkması bekleniyor.
Zira ‘süreci’, AKP’nin açıklamaları üzerinden okumaya çalışmak yerine, barışa ve çözüme ‘dar çıkarcı’ yaklaşmayan Abdullah Öcalan’ın açıklamaları üzerinden okumak daha isabetli olacaktır. Bu süreçte kesin olan bir şey var ki, sürecin, barışın ahlaki ve politik sorumluluğunu iliklerine kadar hisseden tarafı Abdullah Öcalan’dır. Kürtlerin yıllardır Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü haykırması bu yüzdendir, ona duyulan sarsılmaz güven nedeniyledir. AKP-MHP iktidarını İmralı kapılarına götüren de budur aslında.
90’lı yıllardan bu yana çözüm için “Bir muhatap arayan” Abdullah Öcalan’ın, yedi maddeyle çerçevelenen ilk açıklamalarından anlıyoruz ki hala aynı arayışı sürdürüyor, hatta bu arayışı bir üst aşamaya taşıyarak muhatabını yaratmaya çalışıyor, ‘dar-çıkarcı hesaplardan uzak durulması’ uyarısında bulunuyor.
Ama ne yazık ki AKP-MHP iktidarının söz ve pratikleri, henüz bu uyarının dikkate alınmadığını gösteriyor.