Alevilik bir inançtır, ama aynı zamanda bir ahlaktır. Sadece ibadet biçimlerinden ibaret olmayan bu yol, insanı insan eden, doğayla ikrarlı, toplumla barışı ve içsel hakikati, kemaleti, esas alan kadim bir öğretidir. Bu öğreti bin yıllar boyunca zulme karşı direniş, adaletsizliğe karşı bir vicdan, yozlaşmaya karşı bir duruş, nahak anlayışa karşı hakikati esas almıştır.
Ne var ki, son yıllarda bu yüce öğretinin temsilcisi olduğunu iddia eden bazı kurumlar, kurumlarda “post dedeliği” yapanlar, ocakzade pir geleneğinden gelmeyenler, ısmarlama dosyalarla cem bağladığını sananlar, anasının diline ihanet edenler, cemaatlerin sırtından geçinen, belediyelerde ihale kovalayanlar, bu toplumun sırtından siyaset yapanlar ,kutsal mekanları ticaret alanına çeviren, halkın inancını rant kapısına dönüştüren bir anlayışla Aleviliği temsil etmeye kalkışmaktadır. Bu durum sadece inancı değil, toplumun vicdanını da derinden yaralamaktadır. Sonuç itibari ile reddettikleri sistemin kirine pasına bulaşmış, “karşıt Aleviliği” inşa etmeye çalışan iktidarcı bir sınıf gittikçe kendini dayatmaktadır. Özellikle kendini sol sosyalist, demokrat olarak adlandırılan birçok siyasi parti ve kurumlar da oy kaygısı ile bu anlayışı eleştirmekten çekinmektedir.
Dağlar bizim kitabımızdır, kıblegâhımızdır: bu kitabın özeti de arınmak ve “kendini bilmek” üzerinedir.
Alevi inancında doğa kutsaldır. Su, dağ, ağaç, ateş ve taş; hepsi birer sırdır, can’dır. Yerin göğün hakkı vardır. Ayrıca da yerin göğün şehadeti de Alevi toplumunda çok muteberdir. Bir can Hakk’a yürüdüğünde yerin göğün rızalığı alınır Özellikle dağlar, sadece coğrafi oluşumlar değil; sırların, ikrarların, ikrara teslimiyetin, direnişin, yeniden doğuşun, içe kapanışın, dar-didar olmanın, sabrın ve arınmanın mekânlarıdır. Munzur Dağı, Düzgün Baba, Hacı Bektaş Dergâhı gibi yerler, Alevi toplumunun ruhuyla bütünleşmiş mekanlardır. Ayrıca Hira Dağı İslamiyet’te, Sina Dağı Musevilikte, Şengal Dağı Ezdanîlikte, Sabalan Dağı Zerdüştlük’te, Evand Dağları Mani inancında kutsal mekanlardır. Dağlara gidilirken baş eğilir niyaz verilir. Mekânın huzuruna çıkarken içe dönülür, nefis sorgulanır. Bu yerler, yalanın, talanın, ikiyüzlülüğün arsızlığın, hırsızlığın, nursuzluğun olmadığı; aşkın, teslimiyetin, hakikat arayışının, özgürlüğün, dirilişin adaletin olduğu yeridir.
Bugün ise bu yerlerde para konuşulmakta, ihale tartışılmakta, kutsal mekanlar panayır haline getirilmekte, bir tas su bir bardak çay bile parayla satılmaktadır. Her köşe başına bir kumbara yerleştirilmektedir. Bu kutsal mekanlarımızda kire bulaşmış siyasetçilerin gölgesi dolaşmaktadır.
Bu ulu mekanlarda artık lal u gevher alınıp satılmıyor; yol satılıyor, yolcu satılıyor. Binlerce yıllık kültürel direnişimizin hafızası iç ve dış Hınzır paşalara pay ediliyor.
Alevi derneklerinin ve federasyonlarının önemli bir bölümü, hizmet üretme adına bu mekanları birer gelir kapısına dönüştürmüştür. Lokmaların kutsallığı unutulmuş, “hizmet” adı altında alınan bağışlar şeffaflıktan uzak bir şekilde kullanılmış, ibadet edilen yerler turistik pazarlama nesnesi haline getirilmiştir. Lokma adı altında televizyonlarda canlı yayında kapıların önüne “yardım kolileri” gönderiliyor!
“Cem yapıyoruz, anma yapıyoruz” söylemleriyle halkın inancı sömürülmekte, hizmet değil gösteri yapılmaktadır. “Hak için değil seyir için” ibadet edilmektedir. Halk oyunları gibi “semah ekipleri” nehak zihniyetin önünde gösteri yapmaktadır. Özellikle Düzgün Bawa gibi halk arasında yüksek manevi anlamlar taşıyan mekanlarda bu durum daha da trajik bir hal almıştır. Öyle ki, yerel yöneticilerle, mülki amirlerle ve aşiretlerle, girilen çıkar ilişkileri, bu mekanları birer “kurtarılmış rant bölgesi”ne çevirmiştir.
Rant haline gelen dernek hattındaki kurumsal çürümeler
Kongreler, olması gereken haliyle halkın iradesinin yansıdığı demokratik platformlardır. Ancak birçok Alevi derneğinde bu süreçler, “sahte üye” yazımı, adaylar tarafından üye aidatlarının ödenmesi, kongre kararları öncesi karar defterlerinin saklanması, hazırlanan listelerin gizlenmesi, siyasi parti gençlik kollarının kongre öncesi üye yapılması; yönetime yakın kişilere çıkar sağlama, muhalifleri saf dışı bırakma gibi edep-erkan dışı yöntemlerle gerçekleşmektedir. Kongreler artık cem değil, kavga alanı haline gelmiştir. Neredeyse birçok Alevi kurumu Sümerler‘deki Zigguratların modern hali durumuna gelmiştir.
Birbirini “Aleviliği satmakla” suçlayan yönetici kadrolar, özünde aynı rant mekanizmasının farklı yüzleri haline gelmiştir. Dernekler, Alevi hakikatinin mekanları değil; çıkarların çatıştığı kurumlara dönmüştür.
Düzgün Bawa’da toprak kanla kirlendi
Ve en son Düzgün Bawa’da iki canımız toprağa düştü. Bu olay, sadece bireysel çatışmanın sonucu değildir. Bu, kutsal olanın nasıl boşaltıldığını, yolun nasıl terk edildiğini, mekanın nasıl ‘kutsal” olmaktan çıkarıldığını göstermektedir. Hakikatin mekanı olan bir dağın eteklerinde öfke, kin ve menfaat konuşmuştur. Dağlar artık dile gelse, belki ilk bizden yüz çevireceklerdir.
Bu kan, Alevi hakikatine düşen kara bir lekedir. Bu lekenin silinmesi için sadece suçluların değil, bu sürece zemin hazırlayan çıkar çevrelerinin de sorgulanması gerekir.
Hakikate dönüş ve Yol’a sadakat
Alevilik, özüne dönmeden hiçbir yere varamaz. Bu yolda çözüm, daha fazla tabela değil; daha çok erkan, daha fazla konferans değil; daha çok muhabbet, daha fazla para değil; daha fazla adalettir, kemalettir, ocağa ikrardır.
Şeffaflık, hesap verebilirlik, komünal akıl ve edep-erkan, Alevi kurumlarının temel ilkeleri olmalıdır. Cemevi yöneticiliği bir makam değil, bir hizmettir. Kutsal mekanlar derneklerin malı değil, halkın emanetidir. Lokmalar ticarileşemez, Aleviler oy potansiyeli sayılamaz.
Sözümüz nefretten değil, sevgiden gelir. Ama hakikati söylemekten de geri durmayız. Çünkü Alevilik susarak değil, söyleyerek yaşanmıştır. Pir Sultan asıldığında da, Nesimi derisini yüzdürdüğünde de Sey Rıza dara giderken de bu hakikati haykırıyordu.
Çözüm: Hakikate dönüş ve Yol’a verilen ikrardır. Gelenek yok edilerek gelecek inşa edilemez.