Örgüt faaliyetlerini sürdürüyor, militan devşiriyor ve büyük ölçüde mali kaynağa hükmediyor. Bu gerçekler DAİŞ karşıtı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle kazanılmayacağını gösteriyor. DAİŞ’e karşı ideolojik bir mücadele şart
Hüseyin Kalkan
DAİŞ orduları kâğıttan kaplanlar gibi dağıttı. DAİŞ saldırıları karşısında devletlerin dizlerinin bağı çözüldü. Musul’a girdiklerinde Irak ordusu tek bir mermi atmadan kenti terk etti. Merkez Bankası bile DAİŞ’in eline geçti. Sadece Merkez Bankası değil, ordunun tankları ve topları dahil olmak üzer ağır silahlar DAİŞ’ın eline geçti. Irak’ta ve Suriye’de belli bir toprak parçasına hakim oldu. Tratoryal bir terör örgüt haline geldi. Irak’ta edindiği güç ve moralle Suriye topraklarına girdi. Tam Şam üzerine yürürken, bir güç onları vazgeçirdi ve Kürtlerin üzerine sürdü. Kobanê kuşatmasında Kürtler tek yürek oldular. Kobanê’deki Kürt güçleri dişi ile tırnağı ile direnirken, bütün dünyada Kürtler ayağa kalktı. Kuzey Kürtleri günlerce Kobanê sınırında yardıma gitmek için beklediler. Kürt siyaseti Türkiye’yi DAİŞ’e karşı Kürtleri desteklemeye çağırdı. Devlet sınır kapılarını açmadı. R. Tayyip Erdoğan ‘Kobani düştü, düşecek’ dedi. Bu sözler Kürtlerdin yüreğini yaraladı. Kobanê düşmedi. Sonrası biliniyor. Kuzey Kürtleri ayağa kalktı. (Sonra devlet bu direnişi Kobanê davası ile cezalandırmaya çalıştı. Ancak devlet yargısı Kürt siyasetçilerinin direnişi sahiplenmesi ile çöktü. Bu dava ‘Neden DAİŞ’e karşı direndiniz’ davası olarak tarihe geçti.) Kürtler dostlarının desteği ile DAİŞ’i durdurdu. Bu yenilgi DAİŞ için sonun başlangıcı oldu. Ele geçirdiği toprakları kaybetti, ordusu dağıldı. Halife ilan ettikleri isimler tek tek öldürüldü.
DAİŞ ve Türkiye
Ahmet Davutoğlu dışişleri bakanlığını yürütürken DAİŞ’i ‘öfkeli İslamcı gençler’ olarak nitelemesi hala hatırlardadır. Daha sonra DAİŞ, Türkiye’de Kürtlere ve dostlarına saldırmaya başladı. Diyarbakır’da HDP mitingine, Kobanêli çocuklara oyuncak götüren devrimcilere Suruç’ta ve Ankara garında gösteri için toplanan demokratik güçlere saldırdı. O zaman Davutoğlu başbakandı ve saldırıları ‘kokteyl terör örgütlerinin’ eylemi olarak niteleyerek hem soruşturmanın sağlıklı sürmesini engelledi hem de yargılanmanın adil yürütülmesini engelledi. Bütün bu süreçte Türkiye’nin bir transit ülke olduğu bütün dünyada ifşa oldu. Avrupa’dan DAİŞ’e katılmak için gelenler önce Türkiye geliyor sonra buradan Suriye’ye veya başka yerlere geçiyorlardı. Ancak DAİŞ yenildikten sonra Suriye’den kaçanlar Türkiye’ye yerleşmeye başladılar. Bu durum zaten Türkiye’de belli bir tabanı olan örgütün daha da güçlenmesine yol açtı. O kadarki Êzidî soykırımı sürecinde kaçırılan Êzidî kadınlar için Ankara merkezli bir pazar kurulduğu bile basına yansıdı. Yalova’daki çatışmadan önce Türkiye çapında yapılan operasyonlarda 900 DAİŞ’linin gözaltına alındığının açıklanmasına bakılırsa devletin DAİŞ’in Türkiye’deki gücünden ve faaliyetlerinden haberdar olduğu kolayca anlaşılır. Türkiye’de yayınladıkları Ahlak ve Sünnet isimli bir derginin çevresinde örgütlendikleri ve bu derginin başta Yalova olmak üzere bazı kentlerde temsilcilikleri bulunduğu biliniyor. DAİŞ, son dönemde hareketli günler yaşıyor. Sadece Türkiye’de değil, Afganistan’da, HTŞ’nin iktidara gelmesinden yararlanarak tekrar Suriye’de ve özellikle Afrika’da güç topladığı biliyor. Geçtiğimiz günlerde ABD, hem Suriye’de hem Nijerya’da DAİŞ’e karşı önemli hava hareketleri yaptı. DAİŞ’e karşı oluşturulmuş ve 40 devletin içinde yer aldığı koalisyon da bu hava hareketlerinde ABD’ye destek oluyor. Bütün bunlara rağmen örgüt faaliyetlerini sürdürüyor, militan devşiriyor ve büyük ölçüde mali kaynağa hükmediyor. Bu gerçekler DAİŞ karşıtı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle kazanılmayacağını gösteriyor. DAİŞ’e karşı ideolojik bir mücadele şart.
Demokratik İslam ve DAİŞ
Bu noktada gözümüzü geçen hafta Diyarbakır’da gerçekleşen bir kongreye çevirmemiz gerekiyor. Sözünü ettiğim Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu’nun 1. Olağan Kongresi. Abdullah Öcalan kongreye gönderdiği mesajda, herhangi bir isim n tam da bu meseleye parmak basıyordu. Yazıyı biraz uzatmak pahasına mesajın tam metini vermek istiyorum: “Mezopotamya İslam Araştırmalar Federasyonu Kongresine… İslam, özünde özgürlüğün, adaletin ve eşitliğin dinidir. Kapitalist modernitenin iktidar ve talan aracı haline getirdiği resmi devlet İslam’ı ya da cemaatçi yapılar, bu özü yitirmiştir. Demokratik İslam ise, Medine Vesikası’nın ruhuna dönmektir. O sözleşme farklı inançların, halkların ve kültürlerin öz iradesiyle, baskısız bir arada yaşama sözleşmesidir. Bilinmelidir ki gerçek cihad, nefsimize ve zulme karşı sürekli özeleştiriyle sürdürülen mücadeledir. İslam’daki şûra anlayışı ise kolektif akıl ve demokratik karar alma anlamına gelmektedir.
“İslam’ı ne devletin, ne de herhangi bir grubun siyasi aracı yapmadan, toplumun tabandan örgütlenen özgür yaşamına hizmet ettirelim. Demokratik İslam, kadın özgürlüğünü, ekolojik dengeyi ve halkların kardeşliğini merkeze alan bir uygarlık alternatifidir. Ortadoğu’nun kanayan yaralarına ancak bu demokratik yorum şifa olabilir. Bu çerçevede tartışmalarınızın başlattığımız demokratik toplum sürecine hizmet edeceğini umuyorum.” Öcalan’ın mesajı kongreye sevgi ve selamları ile sona eriyordu.
İslami bir coğrafyada yaşamak
Bu kısa metin İslam’a dair birçok soruya yanıt verdiği gibi DAİŞ ve benzeri güçlere karşı nasıl bir ideolojik mücadele vermek gerektiğini gösteriyor. Coğrafyamız ve yakın coğrafyamız inanç bakımından İslam’ın hakim olduğu bir coğrafya. Kaba Marksist yaklaşımla “Din kitleleri uyutmak için bir afyondur” deyip geçmek ancak DAİŞ ve benzeri örgütlerin ekmeğine yağ sürer. Kürt siyasetinin İslam’a bu demokratik yaklaşımı yeni değil. Daha önce bu doğrultuda çabalar oldu. Ancak devlet operasyonları sonucu bu çalışmalar bir ölçüde sekteye uğradı. Son dönemde DAİŞ’in artan hareketliği sorunun sadece bir askeri sorun olmadığını göstermeye yeter. Esas olan ideolojik mücadeledir.









