“Andımız” yeniden uygulamaya girmek üzere. Eğer Kemalistlerin bile önem verdiği yeni Milli Eğitim Bakanı’nın “Andımız”ı iptal ettirmek için başvurduğu temyiz, Danıştay kararını uygularsa bütün Elçilik ve Konsolosluk mensuplarının çocukları da dahil, bütün Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Ezidi çocukları her sabah “Türküm” diye bağıracak, “varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye devam edecek ve “Ne mutlu Türküm diyene” diyerek soluklanacak. “Andımız” Türk devletince ne zaman çocuklara dayatıldı?
1933 yılında.
O yıl Hitler Almanya’da iktidara gelmişti. Mussolini zaten iktidardaydı. Avrupa’nın her yerinde faşizm kol geziyordu. Şimdi bu 1933 model “nasyonalizm” yeniden hortlatılıyor. Ve, bir de ne görelim; Erdoğan sahneye çıkıyor, “Türküm ama Türkçü değilim” diyerek “Andımız”a karşı cephe alıyor.
Ahval’de Ergun Babahan şöyle yazdı: “Kürtler bu ‘anlık duruşla’ Erdoğan’ın Sur’dan Şırnak’a, Suriye’den Irak’a kadar olan Kürt politikasını, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere binlerce siyasetçisi ve kanaat önderinin cezaevinde olduğunu unutur mu bilemem…”
Neden bilemiyor?
Vaktiyle, çözüm süreci esnasında Erdoğan’ın “Andımız” ı yürürlükten kaldırması Kürt kamuoyunda elbette sempatiyle karşılanmıştı. Bu çok doğal. Ortada Öcalan’la bir müzakere süreci vardı. Şimdi savaş var.
Quto Erdoğan’ın “Andımız”la ilgili sözlerini duymuş. Gazeteye geldi. Ona “Erdoğan’ın bu kıyağına ne diyorsun?” diye sorduk. “Danıştay bizi ‘Türküm’ diye bağırtmak istiyor, rejim ise hepten susturmaya çalışıyor.” “Neden?” diye sorunca: Çünkü Erdoğan biliyor ki, biz susmazsak ‘Türküm’ diye de bağırmayız, Danıştay bizi tanımıyor, Saray tanıyor…”
“Ne diye bağırırsınız?”
Quto “söylemem, gazetenize yazık olur…”
Saray gecelerinde Ergenekon kabusu
Bahçeli-Erdoğan kavgası, birden TBMM’ye de sıçradı. CHP’nin yaşa takılan emeklilerle ilgili önergesi, MHP’nin destek vermesiyle AKP oylarına rağmen TBMM’de kabul edildi.
Medyanın birçok yazarı, bu gelişmeyi ya “yeni bir dönem başlayabilir, Erdoğan yüzünü yeniden Batı’ya ve Kürtlere dönebilir” diye yorumladı, ya da çatlağı bir “seçim taktiği” olarak küçümsedi. Bir kısmı “çatlak çok derin” derken, bir diğeri “çatlak yok” demekteydi. Yeni Özgür Politika’da V. Sarısözen ise bu konudaki yazısında ise üçüncü bir görüşe yer verdi. Uzunca bir alıntı yapalım: “Erdoğan’ın yaptığı ‘hükümran bir devletin’ diplomasisi değil. ‘Teslim olma diplomasisi’.
Teslimden en az zararla kurtulma, Kürtlere en büyük zararı verme ve kendi iktidarını koruma amaçlı. O nedenle ilgili bütün devletlerle gizlikapaklı pazarlıklar yapılıyor. Şimdi siz kendinizi Saray’la ittifak kuran ve kendi ordusundaki generallerin yarısını hapse tıkmış bir Ergenekoncunun yerine koyun. Bu ‘teslim diplomasisinden’ işkillenmez misiniz? Brunson’un ABD’ye verilmesine ve Trump’ın elinde sopa ve havuç Türkiye’ye övgüler düzmesine, Merkel’in Erdoğan’a öpücükler göndermesine, Türk ekonomisinin içine girdiği kriz karşılığında biricik yolunun uluslararası sermayeye ya da IMF’ye er ya da geç mahkum olacağına bakarak, ‘ne olacak bu Ergenekon’un hali?’ diye sormaz mısınız?
Hele şu ‘devlete karşı işlenen suçları affetme’ laflarını duyduğunuzda, ‘bu Erdoğan bize yine madik atacak, ABD’nin sopası ve havucu karşısında içeri tıktığımız paşaları serbest bırakmak zorunda kalacak’ diye düşünmez misiniz? Bu durumda ne yaparsınız? Erdoğan’ın kulağını çekersiniz. Bunu da ‘siyasi uzantınız’
Bahçeli eliyle yaparsınız. ‘Ayağını denk al, senin oy depon varsa bizim de silah depomuz var’ dersiniz. Sonuç şu: Evet Cumhur İttifakı’nda ciddi bir çatlak meydana geldi. Bu çatlak Saray-Ergenekon ittifakını bozmak için değil, Batı’nın ağır baskısı altında ne halt edeceğini şaşırmış olan Erdoğan’ı uyarmak ve ittifakı korumak için yaratıldı.” Evet ortada bir “çatlak” var, ama bu “çatlak yaratma krizi” Saray-Ergenekon ittifakını koruma amaçlı. İşin ilginç yanı, hem Ergenekon’u (onları hapse attırmada Erdoğan’la birlikte iş yapan), hem de Saray’ı (bir zamanlar orada mukim) Cemaat yazarlarından Mehmet Efe Çaman da şöyle yazdı: “Derin devlet şu an Erdoğan’ı test ediyor. Bunu MHP manivelası üzerinden yapıyor. İstediği tasarımı yapabilme kabiliyetinde olduğunu gösteriyor. Dikkat et mesajı veriyor.”
Evet. Kriz Saray-Ergenekon ittifakını bozmaya değil, Saray’ı Batılı devletlerin baskıları karşısında bu ittifaktan vazgeçme “küçük ihtimaline” karşı uyarıyor. Yani buradan “demokrasi” de çıkmaz, Fehmi Koru’nun heveslendiği “devlete karşı işlenen suçlara af” da çıkmaz, Kürt sorununda ise hiçbir şey çıkmaz. Şu çıkar: Erdoğan kurduğu bu ittifaktan her gün, her saat, her dakika “korkmaya” başlar. “Ergenekon’un gece ne yapacağı belli olmaz.”
Bu ‘klişe’ kabak tadı verdi
Bu ‘klişe’ kabak tadı verdi Her seçimde adet oldu. “Acaba HDP AKP’yle işbirliği mi yapacak?”
Bu klişe CHP kaynaklı. İkinci klişe Saray’dan: CHP HDP’yle işbirliği mi yapacak? HDP Eşgenel Başkanı Sezai Temelli’nin “masa kurulmalı” yolundaki açıklaması bu cenahlarda klişeyi yeniden alevlendirdi.
“Masa” dediğimiz “barış masası”… Yani “savaşa son verme” masası. Bu masanın üstünde elbette “çözüm çiçeği” yok.
Pekala soralım: TSK ile HPG çarpışıyor. Birisi çıkıyor ve “çarpışmalar sona ersin” diyor. Bunun “siyasi ittifaklarla” ne ilgisi var. Soralım: HDP AKP’yle “savaş koşullarında” mı başa çıkabilir, özgürce siyasi mücadele verebilir?
Yoksa “barış koşullarında” mı? Temelli demiş oluyor ki, “barış” sağlansın, halk iradesi özgürce dile gelsin. Geldiği zaman ne olur? Saray iktidarı kaybeder.