“AKP kaybedeceği seçime girmez” sözünün bir anlamı olmadığını 31 Mart’ta görmüştük. Öte yandan AKP’nin kaybettiği seçimi kabul etmediğini de 6 Mayıs’ta Yüksek Seçim Kurulu (YSK) eliyle İstanbul seçimlerinin iptal ettirilmesi ile gördük. Bunun hukuki bir seçim yenileme kararı değil YSK aracılığıyla yapılan bir darbe olduğu muhalefet çevrelerinde yaygın bir şekilde dile getirildi. Faşizm ise seçimli faşizm. Demokrasi ise darbeli demokrasi. 23 Haziran İstanbul seçimine böyle karışık duygular içinde gidiyoruz. 23 Haziran’da AKP kazanırsa darbe girişimi başarılı olur, muhalefet kazanırsa başarısız olur, peki ya sonra?
Sermayenin güçlü yürütme arzusuna yanıt veren merkezi iktidarın, tek meşruiyet dayanağı olan çoğunluk desteğini yitirdiği ve sermaye birikimi açısından başat rol oynayan kentlerin yönetiminin muhalefet eline geçtiği bir duruma tahammülü yok.
Bu tahammülsüzlüğe ve olası sonuçlarına 18 Nisan’da yayımlanan “Seçim sonrası toplumsal muhalefet için notlar” başlıklı yazımızda dikkat çekmiştik:
“Merkezi iktidar orada ama kapitalist işleyişin kritik aşaması olarak değerin gerçekleşme sürecinin en önemli unsuru kentleri yöneten belediyeler Erdoğan’ın karşısında… Rejim krizi burada yaşanacaktır. Merkezi iktidar ekseninde kurulmak istenen yeni rejimin, kentlerin yönetiminin muhalefette olmasına tahammülü yoktur. Bu tahammülsüzlük ya merkezi iktidarın da değişimine ya da yerel iktidarların merkezi iktidar tarafından gaspına uzanan bir çatışma sürecini tetikleyebilir.”
Çatışma sürecinin perdesi 6 Mayıs’taki “seçim yenileme” kararı ile açıldı. YSK’nin iktidar yönlendirmesiyle aldığı ve hukuku ortadan kaldıran, seçme ve seçilme hakkını yok sayan, seçimleri fiilen anlamsızlaştıran bu karar, iktidarı sadece meşruiyet sorgulamalarının çoğaldığı, sermayenin ve emperyalizmin desteğinin geri çekildiği, zorlu bir yeni seçim süreci ile karşı karşıya bırakmamaktadır. Tayyip Erdoğan bugüne kadar sandıkla sınırlamaya çalıştığı muarızlarına artık başka siyasal mücadele ve müdahale araçlarına başvurmalarının meşru sayılacağı bir dönemin perdesini açmıştır.
Meral Akşener’in 8 Nisan günü, YSK’nin iptal kararı almasını kastederek yaptığı “Türkiye eğer tersine bir durumla karşılaşırsa demokrasi perdesini kapatır” açıklaması çok tartışılmıştı. Akşener YSK’nin iptal kararı sonrası sözlerini daha açık ifade etti: “Üniformalı darbe günlerini bile geride bırakan bu sivil darbenin hedefi ve mağduru, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, aziz milletimizin iradesidir.” Yani egemen siyaset düzleminde seçimler perdesini kapatanlar kendi elleriyle darbeler perdesini açmış oluyordu.
Muhalefet blokunun diğer sağ unsuru Temel Karamollaoğlu da 14 Nisan’da benzer bir açıklama yapmış, seçimin iptali durumuna dair “Bu, ‘Seçimin hiçbir kıymeti yok’ anlamına gelir. Bundan sonra iktidarı tatmin etmeyen bir seçim kabul görmeyecek demektir. Böyle bir şey olursa iktidar mensupları kaçacak delik arar” diyerek uyarmıştı.
Tekelci sermaye ile muhafazakâr siyaset arasındaki diyaloğun simge kalemlerinde Taha Akyol da 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişinin yıl dönümü vesilesi ile yazdığı yazıda benzer bir uyarıda bulunuyordu: “Araştıran herkes müttefiktir ki, ülkede kökleşmiş bir anayasal düzen ve siyasetten etkilenmeyecek kadar güçlü ve bağımsız bir yargı olsaydı kutuplaşma o kadar olmaz, 27 Mayıs darbesinin zemini de oluşmazdı.” Tabii 27 Mayıs süreci için şunları da eklemek lazım: ABD ve Rusya (SSCB) arasında salınımların yol açtığı krizler ve ekonomik çöküş de olmasaydı…
Egemen siyaset düzlemi açısından mesele demokrasi, hak, hukuk, adalet değil. Kontrgerillanın birliğini sağlayabiliyor musun, devletin uyumlu işleyişini sürdürebiliyor musun? Bir kolunu ABD’ye bir kolunu Rusya’ya kaptırmışken NATO ve Rusya’yı bir arada idare etme yeteneğinin artık sonuna gelen; ekonomik kriz koşullarında bütün büyük sermaye fraksiyonlarını tatmin ve halkta asgari rızayı üretme yeteneğinin de tükendiği görülen iktidar açısından sistem krizi bir yerel seçim darbesiyle aşılabilir görülmüyor. O darbe başka darbeleri de çağırıyor.
AKP, YSK’den iptal kararı çıkararak halkın iradesini gasp ettiği gibi kendi felaketini de çağırmış oldu. Ancak felaket senaryosu muhtelif. Kaçacak delik arayacak iktidar mensuplarını kim kovalayacak? AKP’nin kaybettiği ve halkın kazandığı bir senaryo, bu mücadelede demokratik güçlerin inisiyatifi ele almasıyla mümkün.
Elbette 23 Haziran’da AKP kaybetmeli. Genel olarak bütün toplumsal muhalefet ve özel olarak sosyalistler de bunun için çaba sarf etmeli. Ancak bunu şu aralar asimile etme yeteneğinin doruklarında olan CHP’ye iltihak etmeden yapmalı.
ABD’nin, Avrupa Birliği’nin ve TÜSİAD’ın dolaylı desteğine mazhar olan, derinleşen ekonomik kriz karşısında sermaye programını kucaklamaktan çekinmeyecek olan CHP’den bağımsız ancak aynı zamanda etkin bir inisiyatif olarak önümüzdeki süreçte rol almak sosyalist hareket açısından hayati önem taşıyor.