Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve bağlı idarelerin bütçelerine dair görüşme gerçekleştirildi. Görüşmede söz alan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Dêrsim Milletvekili Ayten Kordu ve İbrahim Akın, ekonomi patikalarının ekolojiye etkilerini dile getirdi.
İbrahim Akın, ” Gabar’da petrol üretiyorsunuz. Gabar’da altı yüz yıldır kesintisiz akan bir nehir, bir su şu anda kurumuş durumda. Petrol çıkarılırken o bölgedeki insanlarımız susuz kalmış durumda” ifadelerini kullandı.
Ayten Kordu ise faiz borçlarının kapatılamadığını, iktidarın sürekli zam yaptığını ve bu yöntem ile halkın sırtına yük yüklendiğini söyledi. 2026 Yıllı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nde yer alan bütçenin doğayı, emeği ve halkları yanı sıra ekolojiyi sınırsız bir şekilde kar hırsı için kullanmaya açtığını ifade eden Ayten Kordu, bunun sömürü olduğunu ancak iktidarın ise bu durumu, “Kalkınma” olarak lanse ettiğini kaydetti.
Ayten Kordu, “Kapitalist modernitenin tüketen, bitiren, yoksullaştıran savaş politikalarıyla geliştirilmektedir. Şunu soruyoruz: Kimin için enerji? Hangi ihtiyaçlar? Kimin ihtiyaçları? Neden sürekli büyüyen enerji talebi? Kimin hayatını kolaylaştırıyor, kimin hayatını, yaşam alanlarını yok ediyor? Bu soruların artık yanıtları bizim açımızdan çok net. Bugün enerji politikaları tamamen kamu dışı, antidemokratik, yerel ihtiyaçlardan kopuk, uluslararası bir anlayış içerisinde ele alınmakta, sömürme üzerinde büyük şirketlerle iş tutan bir anlayışla şekillenmekte. Üstelik bu politikalar kalkınma ve güçlenme söylemleriyle meşrulaştırılarak emperyal çıkarlar ve küresel savaşların bir parçasına dönüşmüş durumda” dedi.
‘Bütçe halkın değil, sermayenin bütçesi; doğa ve emek sömürüsü büyüyor’
Bütçe teklifinin halkın yaşamını zorlaştırdığına, sermaye şirketlerin kazancına kazanç katmasına yol açtığına değinen Ayten Kordu, “Bu büyüme kimin için? Bu enerji kimlerin hayatını aydınlatıyor? Kimlerin köylerini, derelerini, dağlarını, sularını, ormanlarını yok ediyor? Tabii ki insanlığın, tabii ki kadınların, köylülerin, emekçilerin, işçilerin, çiftçilerin, herkesin. İşte, en son, ısmarlama krokilerle Muğla’daki köylülerin zeytinliklerini ve tarım alanlarını gasp eden yasalar daha birkaç ay önce bu Parlamentodan geçti. RES, GES, JES, hepsi ihtiyaç dışı, şirketlere verilen yeni sömürü alanları ve talanlara açılan yerlerdir. Bu tarlalarda projesiz geliştirilen, plansız geliştirilen, bütün mera alanlarını, tarım alanlarını yok eden plansız politikalar orada arpa, buğday gibi temel besin kaynaklarımızı yenilebilir olmaktan uzak tutmuş ‘yenilenebilir’ adı altında güneş panelleri konulmuş ve adına ‘yenilenebilir’ diyor. Artık arpayı, buğdayı yiyemiyoruz, güneş panelleri yenilenebilir olarak, yeni sömürü alanları olarak doğa alanları açılıyor” diye konuştu.
‘Enerji yokluğu değil, adaletsizlik can alıyor’
Ayten Kordu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Baraj, kömür madenleri, suyun akış sahasının değiştirilmesi, ormanların, tarım alanlarının GES, HES, JES gibi her türlü yakma santrallerle işgal edilmesini bir yıkım olarak halk yaşarken şirketlerin her aşamada varlıkları katlanarak artmaktadır. Yanlış politikaların bir sonucu olarak her kış kömürden kaynaklı zehirlenmelerden yüzlerce kişi yaşamını yitiriyor. Enerjiye erişemeyen halk yaşamını riske atarak ısınmaya çalışıyor yani enerji yokluğu değil adaletsizlik can alıyor. Kömür yardımlarıyla günü kurtarmak yerine enerjiye erişimi bir hak hâline getirmek gerekiyor. Bu anlamda, her haneye yeterli enerji erişimi anayasal güvence altına alınmalıdır.
Bir toplumun elektrik ihtiyacı ne kadardır ki her karış toprağa bir santral dikilmekte? Çiftçiler elektrik faturası nedeniyle tarımı bırakmakta ama bu iktidarın umurunda bile olmadı, emekçi yüksek faturalarla vergilere mahkûm edildi. Şimdi, Dersim’de Sekasur, Cevizlidere yani Merho alanı, Aliboğazı, Pülümür’de HES ve RES politikaları başta Pülümür olmak üzere arıcılığı, balcılığı orada baltalayacak. Yine, orada devam eden krom madeni gibi ruhsatlandırmalar boşaltılmış köylere geri dönüş yapan yurttaşlar açısından da yaşam alanlarını yeniden madenlerle işgal eden ve köylüyü yeniden göçürtme politikasının uygulandığı yerler. Üstelik Dersim’de Munzur suyuna baraj kurmak sadece bir doğa meselesi değil doğayla bir bütün Alevi inancına, kültürüne, yaşamın hafızasına bir saldırıdır. Bu, hem ekolojik yıkıma hem de kültürel asimilasyona yıllardır devam etme ve uygulama biçimlerinden bir tanesidir.
Maden işçileri iş cinayetlerinde can verirken köylüler toprağını kaybetmekte, altın madenleri başta olmak üzere su varlıklarını bitirmekte; İvrindi, Uşak Eşme’de, Ağrı Diyadin’de tonlarca su 1 gram altın için harcanmaktadır. Kömür çıkarmak için su varlıklarının nasıl kullanıldığı ortadadır. Enerji alanında ciddi sorunlardan biri de nükleer enerji santrallerinin yarattığı sorunlar her yönüyle bilinmesine rağmen topluma yeniden sürekli olarak enerji gereksiniminin zorunluluğu olarak sunulmaktadır. Santrali hem inşaat aşamasında yarattığı yıkımlar, işçi kıyımlarıyla gündem olmakla birlikte enerjide kapitalist şirketlerle bağımlılığın temelini oluşturmaktadır.
Doğayla uyumlu, adil ve demokratik bir enerji düzeni istiyoruz
Bizim savunduğumuz şey, güneşi, rüzgârı, suyu, halkların ortak değerlerini, varlıklarını korumak üzerine kuruludur; kadınların, köylülerin, gençlerin, halkın karar süreçlerine katıldığı demokratik bir enerji düzenidir. Değerli arkadaşlar, bugün ‘karbon azalımı’ veya ‘yeşil dönüşüm’ diyenlerin çoğu aslında daha fazla sermayeye yeni sömürü alanları açmakta oysa doğayı korumak karbonu saymakla değil kâr düzenini sorgulamakla mümkündür. Temel gereksinim hâline gelmiş enerji bir tarafta yaşamın iyileştirilmesinde kullanılırken diğer tarafta yıkımlara meydan vermeden ele alınmalıdır. Herkese en az yaşam gereksinimini karşılayacak, yaşamı iyileştirici düzeyde enerji karşılıksız olarak kamusal alandan temin edilmelidir. Çözüm daha fazla enerji üretmekte değil enerjiyi adil paylaşmakta; demokratik bir işleyişle doğaya uyumlu, halkla birlikte planlamada yatmaktadır. Bu nedenle diyoruz ki enerji halkın hakkıdır. Enerji politikası doğanın diliyle, emeğin gücüyle, halkın iradesiyle yeniden yazılmalıdır, yeniden inşa edilmelidir. Bu yüzden bu bütçeye ‘hayır’ diyoruz çünkü biz parti olarak talandan değil yaşamdan yana olan politikalarımızla bu konuda mücadele etmeye tüm halkımızla beraber devam edeceğiz.”
‘Enerji politikası halkın değil, 5-10 şirketin çıkarına göre şekilleniyor’
DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın da iktidarın doğadan, insandan yana bir tutum ile bütçe hazırlamadığını, tamamen sermayenin ihtiyaçlarına göre planladığını belirtti. Akın, “Bu ülkede, gerçekten, enerji politikaları giderek tamamen şirketlere teslim edilmiş durumda ve kamusal alan içerisindeki sürdürülen enerji alanı neredeyse kalmamak üzerine gidiyor. Daha önce şirketlerin hakkı yüzde 32 iken, şimdi bu yüzde 83’e çıkmış yani bizim enerjimizin yüzde 83’ü şirketler tarafından yönetilir ve üretilir hâle gelmiştir. Ancak öyle bir durum ki sadece üretimi açısından değil aynı zamanda bu şirketler çok az şirketler. Bazılarının ismini söyleyeyim: Cengiz Holding, Limak, Aydem, Sabancı gibi şirketler neredeyse bunların merkezi hâline gelmiş yani kısacası 5-10 tane şirkete teslim edilmiş bir enerji politikamızla karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim” ifadelerini kullandı.
‘Özelleştirme politikaları felakete yol açıyor’
Devletin kamusal olarak yapması gereken enerji üretimi ve dağıtımı meselesinin bu şirketlere teslim edildiği bilgisini paylaşan Akın, “Halkımızı bu şirketlerin müşterisi hâline getirmiş durumdayız. Bu, gerçekten ızdırap verici bir durum. Faturalara bakıldığında, örneğin üretim sırasında yüzde 24 artarken son dört yılda, dağıtım bedelleri yüzde 642 kat artmış yani aslında bizim ürettiğimiz enerji politikası aslında çok yüksek değil ama dağıtım sürecindeki bu şirketler vasıtasıyla halkın cebinden sürekli para götürülüyor. Diyarbakır Mardin arasında yangın sırasında köylü kendi arazisindeki arpasını, buğdayını kurtarmaya çalışırken yangının ortasında kaldı ve 15 köylümüz yandı bizim. Isparta bir hafta elektriksiz kaldı arkadaşlar. Bu, neden kaynaklanıyor? İşte bahsettiğimiz bu özelleştirme politikalarının geldiği aşamadan kaynaklanıyor” diye kaydetti.
‘Yeni katliamlar yaşanacak’
Orman yangılarının yüzde 25’in bu özelleştirme politikasından dolayı yaşandığını belirten Akın, “Elektrik Mühendisleri Odasının tespitlerine göre orman yangınlarının yüzde 25’i yine bu, altyapısı hazırlanmayan, eski sistemi kullanan, hiçbir yatırımı yapılmayan, sürekli kâr elde etmek için faturayı götürüp halktan fatura temin etmek için kurulmuş bir enerji politikasının yarattığı sonuç olarak da böyle bir durum var. Türkiye Elektrik Anonim Şirketlerinin özelleştirileceğini duyuyoruz. Eğer böyle de olursa gerçekten bu ülke bir ulusal güvenlik meselesiyle karşı karşıyadır. Bu kadar şirketlere teslim edilmiş bir enerji politikasını kabul etmemiz mümkün değildir. Nadir elementler hiçbir zaman kamusal olarak değerlendirildiğinde toprağına, suyuna zarar vermeme diye bir durum yok. Çok aksine, 1 ton nadir element çıkartmak için 200 bin ton toprak işletmeniz gerekiyor ve 200 bin ton toprağı işletmek de öyle kolay değil ve Türkiye maalesef buna hazır bir teknolojiye de sahip değil ve dolayısıyla önümüzdeki dönemde İliç katliamı gibi katliamların yaşanmasına sebep olacaksınız” dedi.
‘Gabar’da sular petrol akıyor’
Akın, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bakın, Gabar’da petrol üretiyorsunuz. Gabar’da altı yüz yıldır kesintisiz akan bir nehir, bir su şu anda kurumuş durumda. Petrol çıkarılırken o bölgedeki insanlarımız susuz kalmış durumda. Bakın, yine Gabar’da böyle bir durum var. (Fotoğraf gösteriyor). Gabar’da insanlarımızın suyuna petrol karışmış durumda ve bu petrolü bertaraf etmek için insanlar, maalesef suları kötü durumda, susuz kaldığı için bunu engellemeye çalışıyorlar ve köylülerin önüne jandarma dikiliyor ve böyle bir gerçekle karşı karşıyayız yani şunu demek istiyorum: Halkımız bu mevcut enerji politikasından, maden politikasından muzdariptir ve aynı zamanda ciddi bir süreç yaşamaktadır.”
Kaynak: MA









