Son ayların en fazla tartışılan kavramı demokratik entegrasyondur. Bu kavramı gündeme koyan Abdullah Öcalan olmuştur. Birçok tanımı yapılabilir, ancak bu süreçle ilgili tanım, farklılıklarının bütünleşmesi olarak ifade edilebilir. Abdullah Öcalan, Demokratik Toplum Manifestosu adlı kitabında ve İmralı görüşmelerinde bu kavramı Kürt sorununun çözümü için kullanmaktadır. Çeşitli defalarca demokratik entegrasyon yasaları çıkarılmalı, demiştir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüzyıllar boyu Kürtlerle imparatorluk arasında bugünkü düzeyde bir sorun ve kopuş yaşandığı görülmemiştir. 19. yüzyılla birlikte batıda gerileyen imparatorluk, doğusunu sağlam tutmak için Kürtler üzerinde bir baskı politikası yürütmüştür. Bu, daha çok Osmanlı otoritesini hakim kılmaya, yerel iradeye kendini kabul ettirmeye matuftur. Ancak bir Kürt inkarı, dilini, kültürünü yok etme söz konusu değildir.
Yeni Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal, Anadolu topraklarına yeniden hakim olmak için verdiği mücadelede tarihte olduğu gibi sırtını Kürtlere dayandırmıştı. Yeni Türkiye’nin kurucu meclisi Kürtler, Çerkezler başta olmak üzere tüm halkların meclisi olmuştur. Bu meclis 1921 anayasası çerçevesinde kurtuluş savaşını vermiştir. Mustafa Kemal Kürt bölgelerinin özerkliğini de kabul etmiştir. Bu aslında Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi bölgelerini yöneten Kürtlerin yeni Türkiye döneminde de özyönetimlerinin kabul edilmesidir. Ne var ki, 1924 anayasası ile birlikte Kürt kimliği, dili ve kültürü ile inkâr edilmiş, Kürtlerin Türkleştirilmesi hedeflenmiştir. 1926 Şark Islahat Planı tam bir soykırım planıdır. Soykırımı yasalaştıran ve meşrulaştıran bir belgedir. Islahat planı bir soykırım politikası olarak yargılanabilir.
1924 anayasası sonrası Kürtler üzerinde görülmedik baskı yapılmış; Kürtçe konuşmak, Kürt kimliğini kamusal alanda savunmak suç haline getirilmiştir. Kürtlerin yaşadığı coğrafya baştanbaşa karakollarla kuşatılmıştır. Bu karakollarda işkence normalleştirilmiştir. Türkleştirmede nasıl ısrar edildiğinin en somut kanıtı, köylerde evlerde dahi Kürtçe konuşan öğrencilerin öğretmenleri tarafından cezalandırılmasıdır. Kürt inkârına, baskılarına karşı itirazlar ise şiddetle bastırılmıştır. Şeyh Sait ve arkadaşlarının, Seyit Rıza ve Dersim ileri gelenlerinin idam edilmesi, on binlerce Kürdün katledilmesi nasıl bir baskı ve zulüm uygulandığını gösterir. Türkiye’de en uzun dışişleri bakanlığı yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil’in Dersimlileri mağaralarda fareler gibi zehirledik, demesi baskı, zulüm ve katliamın boyutlarını ortaya koyar. Tüm bunlar Kürtlerin kimlik, dil ve kültürel olarak asimilasyona uğratılarak ‘Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme’ amacı için yapılmıştır.
Tüm bu inkâr, imha ve yok etme politikası Türk devleti ile Kürt halkı arasında büyük kopukluk yaratmıştır. Son 50 yılda Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için yapılan uygulamalar bu kopukluğu daha da artırmıştır. Türkiye’de Kürtlerle barışma ve Kürt sorununun çözümü bu kopukluğu gidermek, yani bu kopukluğu yaratan uygulamalardan vazgeçmekle olur. Yoksa Kürtlerin Türkiye ile entegrasyonu mümkün olmaz. Kürtlerin devletle bütünleşmesi demokratik entegrasyon yasaları ile olur. Yani Kürtlerin kimliği anayasa ve yasalarda inkâr edilmeyecek, dil ve kültür özgürlüğü sağlanacak, yani Kürtler anadilde eğitim görebilecek, yerel demokrasi ile kendilerini yönetecekler. Böylece Kürtleri Türkleştirme politikasına son verilecektir. Entegrasyon ancak böyle sağlanır. Böylelikle Kürtler Türkiye’nin eşit vatandaşları haline gelir.
Abdullah Öcalan demokratik entegrasyonu böyle ortaya koyarken, bazıları art niyetli olarak ve bilerek bir çarpıtma içine giriyorlar. Bunlara en hafif deyimle siyasi ahlaktan yoksun olanlar diyebiliriz. Aslında 50 yıldır Apo ve PKK düşmanlığı yapanlar, Abdullah Öcalan ve PKK bir siyasi adım mı atıyor, bir ateşkes mi yapıyor, sürekli bunu mücadeleyi bırakma ve teslimiyet olarak değerlendirdiler. 1993 yılında da böyle yaptılar. 1999 yılında gerilla güçleri sınır dışına çekildiğinde de benzer şeyler söylediler. 2013 yılındaki geri çekilme de böyle değerlendirildi. Kürtlerin özgürlüğü için hiçbir mücadele yürütmeyenler, sanki tek mücadele yöntemi silahlaymış gibi bir anlayışla Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırdılar. Kürt mahallesinde böyle yaklaşanlar olduğu gibi Türkiye’deki sol güçler içinde de böyle yaklaşanlar bulunmaktadır.
Bu tür çevreler Kürt sorununun çözümü konusunda yoğunlaşmak ve düşünce üretmek yerine Kürt sorununun çözümü için politik mücadele eden güce saldırıyorlar. Siyasi ve askeri mücadelede politik ustalık, politik taktikler ve pratik politika önemlidir. Böyle yetenek gösterenler ancak bir halkın, bir hareketin önderi ve öncüsü olma sıfatını kazanırlar.
Bu açıdan İmralı’nın onlarca yıldır defalarca yürüttüğü politik taktikler önemlidir. Bir yıla yakındır da bir politik stratejinin taktik adımlarını atarak Kürt halkının özgürlük mücadelesini güçlendirmiştir. Türk devleti demokratik entegrasyon yasaları çıkarsın yada çıkarmasın kazanan Kürtler olacaktır. Demokratik entegrasyon sadece Kürtlerin değil, Türkiye’nin ve Türkiye halklarının kazanması olacaktır.
			








