Devlet aklı olur verse içerde tek bir tutsak hak ihlaline uğramaz, dışarda kayyum gibi ucube bir rejim bir ‘kararname’ ile ortadan kalkar. Bunlar olmayacak şeyler değildir. Fakat görülüyor ki, bunları değil de hala her gün aynı zoru, aynı işkenceyi tekrar tekrar yaşıyoruz
Ali Sinemilli
Demokratik Kurumlar Platformu öncülüğünde bir süredir Kuzey Kürdistan’da gerçekleştirilen halk toplantıları oldukça dikkat çekiyor. Belli ki, Önder Apo’nun yanında bulunmuş isimlerin bu toplantılara katılması, sunum yapması ayrı bir heyecan yaratıyor ve katılımı doğrudan etkiliyor. Hemen her toplumsal kesimden insanın katıldığı bu toplantılarda önemli tartışmaların yapıldığı, kaygı ve endişe kadar geleceğe dönük beklentilerin de dile geldiği görülüyor.
Kürt halkı geçmiş tecrübelerden de hareketle devletle ilişkisini verilen sözler, vaatler üzerinden kurmamakta kararlı. Öyle ki ‘devlete güveniyor musunuz, adım atacaklarına inanıyor musunuz’ gibi sorulara net bir biçimde ‘hayır’ diyorlar. Anlaşılan o ki, sürecin başında çokça konuşulan devlete güven konusunda bir arpa boyu yol alınmış değil. Halk bu sürecin meydanlardan, kürsülerden söylenen sözler ile ilerlemeyeceği konusunda çok güçlü bir kanaat sahibi.
Kuşkusuz, böyle bir kanaatin oluşmasında iktidarın büyük ortağı AKP’nin politikalarının belirleyici payı bulunuyor. AKP sürecin başından bu yana izlediği politikalarda bir değişikliğe gitmiş değil. Dilde belli esnemeler olsa da -ki, bunu söylemek de çok zor- icraata bakıldığında ciddi bir değişim söz konusu değil.
Tayyip Erdoğan ilk günlerden ayrı olarak son dönemlerde sıklıkla gelişen sürecin bir devlet projesi olduğunu dile getirmekte fakat buna uygun adım atmaya sıra geldiğinde ‘şu engel bu engel var’ diyerek hep bir zamana oynama politikası izliyor.
Malum, hala sürecin demokratik bir rotaya girmesi konusunda somut bir adım atılmış değil. Zaten, günübirlik yaşanan örneklere bakılsa, süreç var mı yok mu tartışması bile yapılabilir.
Mesela, soykırım mahkemeleri tarafından kendisine verilen 30 yıllık cezayı tamamlayan, yetmedi 9 ay daha içerde tutulan Mehmet Sait Yıldırım’a geçenlerde 9 ay daha ceza verildi. Halbuki, Mehmet Sait Yıldırım’a bırakalım 9 ay daha ceza vermeyi, fazladan yattığı 9 ay için devletin büyük bir özür borcu var.
O devlet ki, kendi yöneticilerinin beyanıyla böyle bir süreci yürütüyor. Bu süreç bir devlet projesi olarak lanse ediliyor. Şüphesiz, Sait Yıldırım böyle bir saldırıya uğrayan tek kişi değil. Yüzlerce, belki binlerce tutsak aynı durumda.
Yakın zamandan bir başka örnek; Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre cezaevinde kalp krizi geçiren 68 yaşındaki Hacı Alagaş sevk edildiği Adana şehir hastanesinde bir hafta boyunca kelepçeli olarak tutuldu, Alagaş’a bu süre içinde iki kez anjiyo yapıldı.
Yani cezaevleri söz konusu olduğunda bir süreçten söz etmek mümkün değil. Tam bir sömürge hukuku, tam bir faşist akıl devrede. Dışarda farklı bir şey mi var. Tabii ki hayır. Kayyım rejiminin sürdürülmesi dahi, dışardaki vaziyeti anlamak için yeterli. Başka da örneğe gerek yok. Peki bütün bunlar devletten bağımsız, devlet aklından azade mi yaşanıyor?
Devlet aklı olur verse içerde tek bir tutsak hak ihlaline uğramaz, dışarda kayyum gibi ucube bir rejim bir ‘kararname’ ile ortadan kalkar. Bunlar olmayacak şeyler değildir. Fakat görülüyor ki, bunları değil de hala her gün aynı zoru, aynı işkenceyi tekrar tekrar yaşıyoruz.
Kuşkusuz, bu durumun temel nedenleri var. Bunlar her gün tartışılıyor, konuşuluyor. Fakat çokça bahsedilen bu devlet aklının bir demokratik dönüşümde karar kılmadığı, bunun için pratik eylem aşamasına geçmediği ilk akla gelen cevap oluyor.
Dikkat edilirse Önder Apo, kamuoyunun bugünlerde fazlasıyla tartıştığı ve anlamak istediği demokratik entegrasyondan söz ederken bir şart öne sürüyor. Demokratik entegrasyon Demokratik Cumhuriyet ile mümkündür, diyor. Demokratik Cumhuriyet olmadan demokratik entegrasyon olmaz, diyor. Hal böyleyken, meşhur devlet aklı ne yapıyor? Durduğu yerde saymaya devam ediyor. Sürekli karşıdan adım atmasını istiyor, şartlı cümleler kurmayı sürdürüyor. Sanki, Türkiye Cumhuriyeti tam teşekküllü bir demokratik devletmiş gibi üst perdeden söylendikçe söyleniyorlar. Halbuki, bu konuşmaları yapanlar da biliyor ki, süreç tek taraflı atılacak adımlar ile yürüyecek bir süreç değil.
İşte, başta da ifade ettiğimiz halk toplantılarının Dêrsim’deki durağında Önder Apo’nun yanında bir süre kalan Çetin Arkaş şöyle diyor:
“Biz faşist bir cumhuriyetle entegre olmayız. Biz otoriter, zalim bir cumhuriyetle entegre olmayız. Bizim entegre olacağımız cumhuriyet; demokrasiye direksiyonu kırmış, adım adım demokrasi yolunda yürüyen, demokratikleşmeyi önüne hedef olarak koymuş bir cumhuriyet olacaktır. Kürtler Demokratik Cumhuriyet entegrasyonuna vardır.”
O halde hayalci yaklaşmamak, sürecin ikili karakterini bir an olsun hatırdan çıkarmadan yol almak gerek.









