Rojava, Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite paradigmasının yaşayan laboratuvarı olarak değerlendirilebilir. Bu deneyim, Ortadoğu’da sadece bir direniş modeli değil; aynı zamanda devletsiz, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamın alternatif örneği olarak ortaya çıkmıştır
Mehmet Kaya
Rojava’da inşa edilen özyönetim modeli, Abdullah Öcalan’ın düşünsel dönüşümünün sahadaki karşılığıdır. Bu model, ulus-devlet dışında bir siyasal örgütlenmenin mümkün olduğunu göstermeye çalışan bir yaşayan paradigma olarak şekillenmiştir. Ulus-devletin dışında ve ona karşı örgütlenmiş bu deneyim, yalnızca siyasal bir modelleme değil; aynı zamanda toplumsal, kültürel ve etik bir yaşam biçiminin inşasıdır. Abdullah Öcalan’ın “demokratik modernite” çerçevesinde geliştirdiği paradigma, yalnızca bir düşünce sistematiği olarak kalmamış; 2012’den itibaren Rojava’da fiilen uygulanmaya başlanmıştır. Bu uygulama, klasik anlamda bir devlet kurmayı hedeflemeksizin, komünal yaşamı, özyönetimi ve toplumsal örgütlülüğü esas alan bir inşa süreci olarak ortaya çıkmıştır. Rojava, böylece bir siyasal alan değil, paradigmanın mekânı ve imkânı haline gelmiştir.
Rojava: Bir imkân
2011’de Suriye’de başlayan iç savaşın yarattığı siyasal boşluk, Kürt hareketi açısından tarihsel bir imkâna dönüşmüştür. Rojava’daki Kürtler, Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğünde, Suriye devletiyle ya da herhangi bir dış güçle doğrudan çatışmaya girmeksizin kendi özyönetimlerini kurmaya yönelmişlerdir. Bu süreçte, Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm paradigması yalnızca ilkesel bir dayanak değil, aynı zamanda pratik bir rehber işlevi görmüştür. Rojava’daki model, klasik devlet inşasının aksine, halkın doğrudan katılımına, yerel örgütlülüğe ve karar alma süreçlerinin tabana yayılmasına dayanır. Siyasal boşluk, yalnızca bir yönetim krizi değil; aynı zamanda alternatif bir toplumsal tahayyülün zemini olarak değerlendirilmiştir.
Yerellik, çoğulculuk, özyönetim
Demokratik konfederalizm, ulus-devlet modeline karşı geliştirilmiş bir siyasal örgütlenme biçimidir. Paradigmanın temel dayanakları şunlardır:
Yerel demokrasi: Merkeziyetçiliğe karşı, kararların yerelden alınması ve uygulama gücünün tabanda olması.
Toplumsal ekoloji: Doğayla uyumlu, ihtiyaç temelli ve sürdürülebilir bir yaşam ekonomisi.
Kadın özgürlüğü: Cinsiyet eşitliği değil, kadın özgürlükçülüğü temelinde kurulan bir toplumsal dönüşüm.
Bu ilkeler, Rojava’da inşa edilen halk meclisleri, komünler, kooperatifler ve toplumsal akademiler aracılığıyla kurumsallaştırılmaya çalışılmıştır. Etnik, dini ve cinsiyet temelli tüm toplumsal kesimlerin yerel meclislerde temsil edilmesi sağlanmış; siyasal çoğulculuk yalnızca bir katılım aracı değil, ulus-devletçi tekçilik mantığının aşılması açısından da stratejik bir unsur hâline getirilmiştir.
Kadın özgürlüğü
Rojava deneyimini benzersiz kılan temel özelliklerden biri, kadın özgürlüğünün yapısal bir ilke olarak uygulanmasıdır. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği “kadın özgürlük ideolojisi” ve Jineoloji (kadın bilimi) yaklaşımı, yalnızca teorik bir çerçeve değil, aynı zamanda devrimci pratiğin yönlendirici ilkesi olmuştur. Her mecliste ve kurumda eşbaşkanlık sistemi benimsenmiş; kadınların siyasal temsili kurumsallaştırılmıştır. Kadın Savunma Birlikleri, kadınların sadece siyasal alanda değil, özsavunma alanında da öznelleştiği bir zemin sunmuştur. Kadın akademileri, toplumsal cinsiyet bilincini yaygınlaştırmakla kalmamış; ataerkil zihniyetin çözülmesine yönelik uzun erimli pedagojik bir süreci başlatmıştır. Bu yaklaşım, klasik sol ve ulusal kurtuluş hareketlerinde genellikle ikincil düzeyde kalan kadın meselesini, paradigmanın kurucu sütunu hâline getirir. Rojava devrimi, bir anlamda kadın devrimi olarak tanımlanabilir.
Komünal ekonomi ve özyönetim
Rojava’da uygulanan ekonomik model, kapitalist piyasa ilişkilerinden ve devletçi merkezileşmeden mümkün olduğunca uzak durmayı hedeflemiştir. Yerel üretimi, kooperatifleşmeyi ve kolektif paylaşımı esas alan bu model, topluluğun kendi ihtiyaçlarını komünal yapılar aracılığıyla karşılamasına odaklanmıştır.Bu yaklaşım, Abdullah Öcalan’ın “devletçi sosyalizm” eleştirisiyle doğrudan bağlantılıdır. Sosyalizmin devletle özdeşleştirilmesinin, özgürlükçü bir toplumsal yapıyı engellediğini savunan paradigmanın Rojava’daki uygulaması, ekonomik alanı da özgürleştirme perspektifiyle yeniden düzenlemeye çalışmıştır.
Karar alma süreçlerinin yerel komünler ve halk meclisleri aracılığıyla yürütülmesi, “iktidarsız siyaset” fikrinin somut zeminini oluşturur. Buradaki amaç, devleti taklit eden bir aygıt kurmak değil; toplumu kendi kendisini yönetebilecek duruma getirmektir.
Krizler, çelişkiler ve sınırlar
Rojava deneyimi yalnızca başarılarla örülü değildir. İç savaş koşulları, uluslararası ambargo, kaynak kıtlığı, dış müdahaleler ve sürekli savaş durumu; özyönetim modelinin uygulanmasını ciddi biçimde zorlamıştır. Özellikle güvenlik tehdidi altındaki alanlarda, yürütme yetkilerinin merkezileştiği, karar alma süreçlerinin daraldığı ve bazı kurumların “de facto” bir devlet aygıtına evrildiği gözlemlenmiştir. Bu durum, paradigmanın ilkesel yönleriyle pratik arasındaki gerilimleri su yüzüne çıkarmıştır. Bazı alanlarda özsavunma zorunluluğu, kararların askeri önceliklerle alınmasına neden olmuş; bu da siyasal katılım mekanizmalarını sınırlamıştır. Ancak tüm bu sınır ve çelişkilere rağmen, deneyimin radikal doğası ve yenilikçi karakteri korunmaya çalışılmıştır.
Yaşayan bir paradigma
Rojava, Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite paradigmasının yaşayan laboratuvarı olarak değerlendirilebilir. Bu deneyim, Ortadoğu’da sadece bir direniş modeli değil; aynı zamanda devletsiz, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamın alternatif örneği olarak ortaya çıkmıştır. Rojava, paradigmanın bir ütopya olmadığını, sınırlı koşullarda dahi hayata geçirilebilecek siyasal ve toplumsal bir inşa süreci olduğunu göstermektedir. Kuramın pratiğe dönüşmesi, düşünsel dönüşümün maddi karşılığını oluşturmakta; bu yönüyle de paradigmanın evrensel geçerliliğine dair güçlü bir örnek sunmaktadır.
Bakur’un sınavı
Bir sonraki ve son yazıda, bu paradigmanın Türkiye’de –özellikle Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde– nasıl karşılandığını, neden bu modelin devlet aklı açısından yapısal bir tehdit olarak kodlandığını ve Bakur’daki deneyimin yaşadığı krizleri ele alacağım. Rojava’daki uygulama, yalnızca teorik bir ilkenin hayata geçmesi değil; aynı zamanda Bakur’daki tıkanıklıkların anlaşılması ve aşılması için bir aynaya dönüşmüştür.