Öcalan’ın özellikle son yirmi beş yıldır eleştirilerinin merkezine aldığı kapitalist modernite, bütün toplumsal özgürleşme ihtimallerini baskı altına alarak ekonomik büyümeyi, merkezîleşmiş iktidarı ve homojen toplumu esas alan bir sistemdir. Bu sistemin siyasal biçimi ise ulus-devlettir
Ercan Jan Aktaş
“Toplum, kadını doğurganlık makinesi, ev kölesi ve erkeğin tamamlayıcısı olarak gördüğü sürece, devrim eksiktir.” – Emma Goldman, Mother Earth Publishing
Murray Bookchin, kapitalizmi sadece bir ekonomik sistem değil, doğayı ve insanı araçsallaştıran hiyerarşik bir uygarlık biçimi olarak görür; kapitalizm ona göre hem ekolojik yıkımın hem de toplumsal yabancılaşmanın temel nedenidir (1). Peter Kropotkin, kapitalizmin “doğal yardımlaşma” ilkesine aykırı olduğunu, bireyler arasında rekabeti ve açgözlülüğü körükleyerek toplumsal dayanışmayı yok ettiğini savunur (2). Emma Goldman ise kapitalizmi hem emekçinin emeğini çalan bir sömürü düzeni olarak hem de kadınları ve ezilenleri sistematik olarak bastıran ataerkil bir yapının taşıyıcısı olarak tanımlar (3). Üçüne göre de kapitalizm, özgürlükle bağdaşmaz; insanın potansiyelini ve doğayla kuracağı etik ilişkiyi tahrip eden tahakkümcü bir sistemdir.
Etik ilişkiyi tahrip ederek toplumları çürümenin eşiğine getiren kapitalist moderniteyi, beş bin yıllık hiyerarşik uygarlığın son zirvesi olarak gören Abdullah Öcalan’a göre ise; “Kapitalizm tarih dışıdır; ahlaksızdır. Ne bir toplum biçimidir ne de uygarlık. Sadece asalaktır” (4). Öcalan’ın özellikle son yirmi beş yıldır eleştirilerinin merkezine aldığı kapitalist modernite, bütün toplumsal özgürleşme ihtimallerini baskı altına alarak ekonomik büyümeyi, merkezîleşmiş iktidarı ve homojen toplumu esas alan bir sistemdir. Bu sistemin siyasal biçimi ise ulus-devlettir. Ulus-devlet, dünyanın her yerinde kapitalizmin çıkarlarını koruyan ve toplumun çoklu kimliklerini tek dil, tek millet, tek bayrak ilkeleriyle bastıran bir araç olarak işler. Vergi toplamak, ordu kurmak, mülkiyeti güvenceye almak ve emeği disipline etmek gibi işlevlerle kapitalist üretim ilişkilerini kurumsallaştırır .
Patriyarkal kodlar temelinde şekillenen aile yapısı, bu yapı üzerinden kurgulanan ulus tahayyülü ve nihayetinde ulus-devlet inşası, insanlık açısından ağır toplumsal ve siyasal sonuçlar doğurmuştur. Özellikle Avrupa merkezli burjuva devrimleri, sınıfsal çıkarların tahkiminde ulus-devlet sınırlarını işlevsel bir araç olarak kullanmıştır. Ancak bu sınırlar, kapsayıcı değil; aksine dışlayıcı ve homojenleştirici ilkeler temelinde inşa edilmiştir. Halkların, emekçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların siyasal ve toplumsal süreçlere dâhil edilmediği bu yapı, sahip olduğu şiddet tekeliyle kurduğu egemenlik alanlarını birer halklar ve inançlar mezarlığına dönüştürmüştür (5).
Fransız uluslaşma süreci, “tek ulus, tek dil, tek kültür” ilkesi doğrultusunda birçok yerel, etnik ve dilsel kimliği asimile etti. Bu süreç özellikle 19. yüzyılda, III. Cumhuriyet döneminde (1870 sonrası) hız kazandı. Fransız ulus inşasının bastırdığı başlıca etnik ve kültürel yapılar olarak karşımıza ilk olarak Bretonlar, Basklar, Oksitanlar, Alsaslılar ve Korsikalılar çıkar. Bu asimilasyon süreci itirazlarını daha kolektif bir şekilde sürdüren Basklar ve Korsikalılar hâlâ aktif bir mücadele içindeler. Fransız uluslaşması, “siyasal ulus” modeli benimsemesine rağmen, dilsel ve kültürel çeşitliliği bastırarak homojen bir Fransız kimliği üretmeye çalıştı (6).
Kültürel-Etnik Model olarak ifade edebileceğimiz Alman uluslaşma pratiği ise kan bağına ve etnik kökene dayandığı için çok daha dışlayıcı olmuştur. 19. yüzyılda, parçalı Alman prensliklerinin Prusya öncülüğünde birleşmesiyle (1871) Alman ulus-devleti kurulmuştur. Ortak dil, tarih ve kültür temelinde etno-kültürel bir ulus anlayışı benimsenir. Romantik Alman milliyetçilerinden Johann Gottlieb Fichte ve Herder gibi düşünürler, Alman kimliğini doğa, tarih ve halkın ruhu (Volksgeist) ile tanımlamışlardır (7).
Fransız ve Alman uluslaşmaları, modern Avrupa’nın siyasal haritasını belirleyen iki güçlü model oldu. Ancak bu süreçler yalnızca ulusal birliğin ve merkezi devletin inşası ile değil, aynı zamanda farklı halkların, kimliklerin, dillerin bastırılması ve dışlanması ile de şekillenmiştir. Her iki model de ulus-devlet mantığının içkin şiddetini farklı biçimlerde hayata geçirmiştir. Dışlayıcı Fransız ve Alman uluslaşmalarının geliştiği zaman dilimi içinde “ulus bir ‘gönüllü birlik’tir” diyen Ernest Renan, 1882’de Sorbonne’da verdiği “Ulus Nedir?” başlıklı dersinde ulusu etnik ya da dilsel değil, tarihsel hafızada ortaklık ve birlikte yaşama iradesi üzerinden tanımlar (8).
Öte yandan tanınmış bir Rus devrimci ve kolektivist anarşizm kuramcısı olan Mikhail Bakunin ve Fransız anarşist ekonomist ve düşünür Pierre-Joseph Proudhon, merkeziyetçiliğe karşı özyönetimci ve federatif halk birliklerini savunurlar (9). Abdullah Öcalan, beş ciltlik “Demokratik Uygarlık Manifestosu” adlı eserinde ulus-devleti modernitenin krizinin başlıca nedeni olarak görürken; ona göre ulus-devlet, hem kapitalist modernitenin siyasal formudur hem de halkların, inançların, kadınların ve doğanın özgür yaşamını bastıran bir egemenlik aracı olarak görür. Pierre-Joseph Proudhon’un deyimi ile; “Devletin özü, otorite ve zorbalıktır; ne zaman ki devlet ortaya çıkar, özgürlük ortadan kalkar”(10).
Öcalan, bu çalışmasında ulus-devletin tarihsel kökenleri ve kapitalizmle ilişkisi üzerinden ulus-devletin ideolojik aygıtlarını ayrıntılı bir şekilde ele alır. Kapitalizmin ulus-devlet krizine alternatif olarak demokratik ulus paradigmasının teorik zeminini bu çalışmanın dördüncü cildinde genişçe yer verir. Son cildinde devam ettiği ulus-devletin krizini ve çözüm perspektifini en son Demokratik Toplum Manifestosu’nda yeni bir form içinde sunar. “Kürdistan Devrimi Yolu Manifestosu”nun yerine geçmekle kalmayacağı, komünalist, etik temelli, devlet-sonrası ve radikal demokratik bir siyasete dayalı bir manifesto olacağı beklenmektedir.
Kaynaklar
1 – Murray Bookchin, The Ecology of Freedom: The Emergence and Dissolution of Hierarchy, AK Press, 2005.
2 – Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of Evolution, Penguin Classics, 2009.
3 – Emma Goldman, Anarchism and Other Essays, Dover Publications, 1969.
4 – Abdullah Öcalan, Kapitalist Uygarlık, Demokratik Uygarlık Manifestosu Cilt 1, Aram Yayınları, 2009.
5 – Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Metis Yayınları, 1993.
6 – Ernest Renan, “Qu’est-ce qu’une nation?” (Ulus Nedir?), Sorbonne Konferansı, 1882.
7 – Johann Gottlieb Fichte, Reden an die deutsche Nation (Alman Ulusuna Hitabeler), 1808.
8 – Isaiah Berlin, Herder and the Enlightenment, Princeton University Press, 1976.
9 – Mikhail Bakunin, Statism and Anarchy, Cambridge University Press, 1990.
10 – Pierre-Joseph Proudhon, Du Principe Fédératif, 1863.
Kapitalist Modernitenin eleştirisi üzerinden Demokratik Modernite’nin kodları